Tunca Bengin

Tunca Bengin

tunca.bengin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Ülkeyi yasa boğan Kahramanmaraş merkezli depremlerin üzerinden 42 gün geçti, bölgede yaraları sarma, illeri ayağa kaldırmak için yoğun bir faaliyet var... Maalesef bu arada afet bölgesini bir de sel vurdu. Adıyaman’da, Şanlıurfa’da konteynerler, çadırlarda barınmaya çalışan depremzedeler bir darbe daha yediler. Böylesi ağır bir tablo içinde Türkiye bir yandan da seçime geri sayıyor.14 Mayıs’ta afet bölgesi dahil yurt genelinde seçimler var ve buna sadece 55 gün kaldı. Doğal olarak da seçimin ana gündem maddesi deprem, afetin yaraları nasıl sarılacak, bu kadar vahim bir tablonun altından kim kalkabilir konusu. Çünkü bundan sonraki süreçte hem depremzede konutlarının yapılması hem bir an önce oradaki fabrikaların, işyerlerinin hayata geçirilmesi, insanlara iş sağlanması, rehabilitasyon, şehirleri ayağa kaldırmak gibi çok farklı alanlarda devlete büyük görev düşüyor. Dolayısıyla başta iktidar kanadı olmak üzere bütün liderler sürekli bölgeye gidip geliyor, mesajlarını oradan veriyorlar. Grup, parti toplantılarındaki açıklamalar da hep deprem, afetler üzerine...Bu bağlamda da iktidar kanadı nasıl bir siyaset yürüteceğini geçmişten örneklerle anlatıyor. “Ben iktidarım süresince karşılaştığımız felaketlerde kriz çözme icraatını iyi yaptım, yaraların sarılması için topluma verdiğim sözleri tuttum, yerine getirdim. Yaşadığımız en büyük bu felaketin altından da ben kalkarım zaten başladım bile” diyor… Muhalefet cenahı da iktidara geldiklerinde sorunları kendisinin çözeceği, daha iyisini yapacağı iddiasında...Ya da umut olma arayışında. Her iki taraf açısından da yaraların nasıl sarılacağına dönük vaatlerde bulunmak, ikna çabaları elbette doğal. Bu depremi merkeze alan bir siyasi kampanya demektir. Yani siyasi tartışmalar kısır polemikler değil, toplumun nabzı kritik önemde...Ki bu sadece afet bölgesindekileri, kentleri değil ülke genelini de ilgilendiren, yansıyacak bir durum. Malum hassasiyet had safhada insanlar birbirini tanısa da tanımasa da…

Haberin Devamı

Hepimize bir şekilde dokunan sirayet eden acı tarafı var. 50 bin canımızı, çocuklarımızı kaybettik...Ancak tüm bunlara rağmen kışkırtıcı açıklamalar, özellikle sosyal medya üzerinden bazı provokatif, manipülatif paylaşımlar da yok değil. Sinir harbi de var yani… Dahası siyasetin genel gidişatına bakıldığında geçen zamana ve afet bölgesine yakınlık-uzaklığa endeksli seçimin ana gündem maddesi depremden hafiften sapmalar ve bildik siyasi kısır polemikler ya da iç çekişmelerin daha ön plana çıktığı, çıkacağı havası veren gelişmeler de söz konusu. Eskilerde olduğu gibi...

Haberin Devamı

***

Mesela Türkiye için son derece kritik ve önemli olan 6 Kasım 1983 seçimleri öncesinde de bugünkü kadar ağır ve yıkıcı olmasa da kampanya döneminin depremle kesiştiği benzer bir süreç yaşamıştık. Dönemin siyasi aktörleri seçim otobüsleriyle yurt genelini turlayıp vaatleriyle vatandaşı ikna etmeye yoğunlaşmışken, sandığa bir hafta kala 30 Ekim 1983’te, Erzurum ve çevresinde büyük hasara ve can kaybına neden olan yer sarsıntısı meydana gelmişti. Büyüklüğü 6,9 olan bu depremde 1.155 kişi ölmüş, 537 kişi yaralanmış, 3.241 konut yıkılmış, ağır hasar görmüştü.7 bin civarında konutta orta ve hafif hasarlıydı. Dolayısıyla siyaset sahnesindeki o günlerin hararetli konularından “Bankerzede krizi” ve Boğaziçi Köprüsü’ne odaklı “satılacak, sattırmam” atışması üzerine kurgulu kısır siyasi çekişmeler, polemikler deprem acılarıyla boyut değiştirmişti. Bankerzede durumu depremzede krizine evrilmişti. Biz de bugün olduğu gibi o zamanlarda da hem deprem bölgesindeki acılara hem de siyaset sahnesindeki o gelişmelere bizzat tanıklık etmiştik. Dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Başbakanı Bülend Ulusu ve seçime katılma olanağı bulan siyasi parti liderleri, Turgut Özal, Turgut Sunalp ve Necdet Calp deprem bölgesine gelerek vatandaşın acılarına ortak olmuşlardı. Kısır siyasi çekişmelere ara verilmiş, deprem ülke gündeminin ana maddesi olmuştu. Özellikle de konut sorunu...Siyasi aktörler hem geldikleri deprem bölgesinde hem de radyo ve televizyonlarda yayınlanan açık oturumlar, basın toplantıları ile mitinglerde hep bu konuya değinmişler, sözler vermişlerdi. Hatta dönemin Kent-Koop Genel Başkanı Murat Karayalçın’ın siyasi partilerin konut sorununa önem vermelerinin sevindirici olduğunu belirten açıklamaları da var. Ama sonrasında da siyaset verilen sözleri, vaatleri unutmuş yine kendi kısır çekişmelerine odaklanmıştı!

Haberin Devamı

Yine o tarihlerde bugünü anımsatan seçimin ertelenme tartışmaları yaşanmıştı. Dönemin YSK Başkanı İsmet Yanıkömeroğlu’da şu sözlerle noktayı koymuştu:

“Bu bölgede seçimlerin geri kalması diye bir şey bahis konusu olamaz. Seçim günü kullanılacak oy pusulaları ve görevliler 6 Kasım’da sandık başlarında hazır olacaklar. Tabii psikolojik bir yıkıntı var ama bu seçimin yapılmasına engel teşkil edecek nitelikte değil...”

***

Yani dememiz o ki; önümüzdeki seçimde kim Türkiye’yi en iyi şekilde ayağa kaldırır konusu sandığa damgasını vuracak. Dolayısıyla seçim tartışmalarının merkezinde depreme müdahale sürecinin nasıl yönetildiğinin veya bundan sonra nasıl yönetileceğinin yer alması kadar doğal bir şey yok. Müdahalede ne kadar yetişilebildi, yetişilemedi, nerede eksik, hata var bunlar konuşulacak elbette. Ama depremi seçim malzemesi haline getirmek, yani deprem üzerinden bir siyasi rant devşirmeye çalışmak çok daha farklı bir durum. Ayıp da… Yani popülist söylem ya da mesajlarla acılardan nemalanmak değil, yaraları sarmaya odaklanmak gerekir. Seçimde böyle kazanılır zaten...Dahası yaraların tam sarılabilmesi için deprem tartışmalarının ortadan kalkması şart. Orayı toparlamak iktidarı muhalefeti herkesin ortak görevi...