ABD’nin Ankara Büyükelçisi Jeff Flake’in, ülkesinin DAEŞ’le mücadele adı altında PKK/YPG/PYD ile yapılan ortaklık yerine Türkiye ile ortaklık düşünüp düşünmediği sorulduğunda verdiği yanıt insan zekâsıyla dalga geçecek cinsten:
“Buradaki ortaklıklar ve çabaların her zaman için taktiksel, durumsal ve geçici değerlendirildiğini her zaman söyledim. Bizim oradaki hedefimiz DAEŞ’ten kurtulmak. Türkiye zaten DAEŞ karşıtı kampanyanın ortağı, hep iletişim halindeyiz. Bazı farklılıklar olsa da bunları çözmeye çalışıyoruz. Eğer DAEŞ’ten kurtulmak için misyonumuzu yerine getirmek için farklı yöntemler varsa bunları da dikkate alırız.”
Yani ABD’nin tek derdi, mücadelesi dünyayı terör örgütü DAEŞ belasından kurtarmak. Terör örgütü PKK/YPG/PYD ile olan hemhal durumu da bu misyon gereği bir zorunlu taktiksel birliktelik!.. Eğer DAEŞ’ten kurtulmak için daha başka çözüm formülü söz konusuysa, ona da varız!
CHP’de en tepe “koltuk kavgasında” kısır döngüye devam. Biri “Kalk, o koltuk benim hakkım” diyor, diğeri “Olmaz, önümüzde bir seçim daha var”, “Değişimse gerekeni yaptım” bahanesiyle direniyor. Her ikisi de “Omuz omuza verelim, biz nerede hata yaptık, halktan nasıl koptuk?” deyip ortak çözüm üretmek yerine, bildik “Sen git, ben geleyim” mantığıyla koltuk sırası kolluyor. Üstelik bunu Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’nun çevresindekiler de “kendi koltuklarını korumak” hesabıyla körüklüyor. Yani zincirleme bir koltuk kavgası var aslında. Çünkü partide söz sahibi olan ya da olmak isteyen belli bir kesim, isimler tüm koltukları kendileri için hakkı müktesep (kazanılmış hak) olarak görüyor, öyle düşünüyor ve asla vazgeçmek istemiyor. Dolayısıyla, onca seçim kaybına ve kamuoyu baskılarına rağmen koltuğundan ayrılmak istememe durumu sadece Kılıçdaroğlu değil, Genel Merkez üst yönetim koltuklarını hakkı müktesep
İki seçim arasında koltuk kavgasına odaklanan CHP hem İstanbul’u tekrar kazanmak hem de geleceğe oradan devam etmek gibi bir strateji ya da taktik üretme çabasında. Genel Başkanlığı bırakmama ya da bırakacaksa da o gün bugün değil havasındaki Kılıçdaroğlu, koltuğuna talip olan İmamoğlu’na “Madem istiyorsun, önce İstanbul’u yine alalım sonra tekrar konuşuruz” diyor. Hem de Meclis çoğunluğuyla birlikte almak kaydıyla. Olur da İmamoğlu’nu aday gösterirse (bu da tartışmalı malum) ve kazanırsa CHP Genel Başkanlığı için olası bir istifa durumunda İstanbul’un yönetimi AKP’ye geçmesin diye... İmamoğlu ise “Partide değişim olmazsa, koltuğu hemen bana bırakmazsan yerel seçimde de sıkıntı yaşarız. İstanbul bile sıkıntıya girer” iddiasında. Evet bunlar yekten deklare edilmiş değil ama her ikisinin genel tavrına, sızan bilgilere bakıldığında da böyle bir beklenti, olduğu da açık. Görünür tek gerçeklik sessiz ve derinden gelen karşılıklı hamleler de bunu doğrular nitelikte zaten. Dolayısıyla CHP’de hem sıkı bir “p
ABD’nin NATO’daki ağırlığı ve etkinliği malum. Hatta bunu öyle abarttı ki yekten patron havasında. Yani bir tarafta üye devletlerin halklarını, topraklarını korumak amacıyla kurulan 74 yıllık NATO ve görünürde özerk yapısı, diğer tarafta ise kâğıt üstünde ittifakın 31 üyesinden biri olarak bilinen ABD’nin çıkarları, pervasızlığı gibi garip bir çelişki söz konusu. Ben ne diyorsam o olsun istiyor ABD. Mesela Türkiye’nin yeşil ışık yakmasını bekleyen İsveç’in NATO üyeliği konusunda Biden ne dedi? İsveç en kısa sürede NATO üyesi olmalı. Niyesini de Beyaz Saray Sözcüsü şöyle açıkladı:
“İsveç geçen yıl Türkiye ve Finlandiya ile imzaladığı ‘Üçlü Muhtıra’daki taahhütlerini yerine getirdi. Buna İsveç’in son olarak geçirdiği terörle mücadele yasası da dâhil. İsveç NATO’nun değerlerini taşıyan güçlü ve yetkin bir savunma ortağı.”
ABD kendi aklınca raconu kesmiş bile yani! Ve bunun önümüzdeki
Kurultaya giderken CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun epey bir rakibi var. Tabii potansiyel “aday adayı” anlamında. Yani olabilirler de olmayabilir de... Çünkü adı konuşulan, adaylık sinyali veren isimlerin hepsi görünürde çok istekli ama gerçekte çıkışlar daha çok yekten varım lafını telaffuz etmekten ziyade sadece “Sorumluluk almaktan, fedakârlıktan kaçmam” nakaratı ve yuvarlak cümlelerle “Acaba ne demek istedi?” muhabbeti şeklinde. Netlikten uzak, nereye çekersen oraya gidiyor. Hiç kimse Kılıçdaroğlu’na rağmen noktasında değil. Hatta Kılıçdaroğlu ile anlaşma, uzlaşma sağlansa anında pozisyon değiştirme durumu dahi olası. Nitekim, bu bağlamda Kılıçdaroğlu ile temas ve görüşmeler de devam ediyor. Dolayısıyla, CHP’de var olduğu sıklıkla vurgulanan “çok seslilik”, farklılığının doğrudan Kılıçdaroğlu’nun niyeti, kararı ya da icazetiyle alakalı olduğu da ortada aslında. Ki bu anlamda Kılıçdaroğlu son grup konuşmasında “Kaptan benim” çıkışı ve
Siyasetin sıcak noktası ana muhalefet partisi CHP... Bir yanda değişim tartışmaları, Genel Başkanlık hesapları diğer yanda da seçim sonuçlarına dönük, “yenildik ama ezilmedik” takıntıları. Ki bu anlamda başta Genel Başkan Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP yönetiminden birçok isim kaybettiklerini kabullenmekten ziyade ağır bir yenilgi almadık, hatta oylarımızı yükselttik havasında. Doğal olarak bu da partinin daha alt kademelerine de yansımış durumda. Dolayısıyla oturup nerede, kim hata yaptı diye sorgulama, hesap sorma olmadığı gibi hiç kimse özeleştiride de bulunmuyor ya da sorumluluğa ortak olmak istemiyor. Var olan sadece Genel Başkanlık koltuğuna kim oturacak kavgası, o gitsin ben geleyim muhabbeti… Hal böyle olunca da gerek CHP kurmaylarının iddialı söylemleri gerek sosyal medyadaki tetikleyici paylaşımlarla mutlak kazanmaya şartlandırılan parti tabanı, seçmenin etkilenmemesi mümkün mü? Değil. Motivasyonsuz kızgın, kırgın öfkeli önümüzdeki yerel seçimde sandığa gitmeyeceğim oy vermeyeceğim modunda ciddi bir kitle var şu anda. Elbette daha
Kaybetmelerine rağmen seçim sonuçlarını başarı gibi gören ya da öyle bir algı yaratmaya çalışan ana muhalefet partisi CHP’de “iktidar kavgası” pik yapmış durumda. İmamoğlu kamuoyu rüzgârı veya baskısıyla Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlık’tan istifasını umuyor ve bekliyor. Kılıçdaroğlu’da elindeki delege gücü ve Siyasi Partiler Yasası ile kendi parti tüzüğünün ona verdiği yetkiye güvenerek CHP’deki en tepe o koltuğu bırakmamaya çalışıyor. Biri “Kalk, o koltuk benim hakkım” diyor, diğeri “Olmaz, önümüzde bir seçim daha var”, “Değişimse gerekeni yaptım” bahanesiyle direniyor. Her ikisi de “Omuz omuza verelim, biz nerede hata yaptık, halktan nasıl koptuk” deyip ortak çözüm üretmek yerine, bildik “Sen git, ben geleyim” mantığıyla hareket ediyor. Üstelik bunu Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’nun çevresindekiler de “kendi koltuklarını korumak” güdüsüyle körüklüyor. Açıkçası,
CHP’de MYK yenilendi ve kurultay takvimi açıklandı. Artık örgütlerin sorumluluğu da doğrudan Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun uhdesinde. Bu gelişmelerin ardından da Kılıçdaroğlu ne dedi? “Toplumsal beklentileri dikkate aldım. Toplum yenilenme istiyordu, biz de bunu yaptık.”
Bu durumda ne düşünür ya da hangi algıya yoğunlaşır insan? CHP’de taşlar yerinden oynadı, bambaşka bir zihniyet ve stratejik bakış gerçekleşti!..
Tepeden aşağıya değişen, tabanın beklentisi fabrika ayarları havası veren bir CHP yani. Ama bakıldığında ise görünen daha öncekiler gibi MYK’da Ahmet gitti, Mehmet geldi hesabı, sadece bildik isim değişiklikleri. Genel başkan aynı genel başkan, Parti Meclisi’nde, yeni MYK’da da zihniyet aynı zihniyet olarak devam edecek gibi görünüyor. Dolayısıyla, gerçekte değişen hiçbir şey yok aslında. Olan, ben yerimdeyim ama vitrini yeniledim durumu. Kalıyorum demeden, kalacağım havası. Aynen Cumhurbaşkanlığına adayım demeden adaylığının kesin olduğu gibi. Dolayısıyla, asıl anlamlı soru da şu:
Başlayan kurultay sürecinde de aynı şeyleri