Hepimiz biliyoruz ki depremi engelleyemezsin, yerini ve kesin zamanını önceden bilmek mümkün değil ama nerelerin riskli olduğunu ve olası zararlarını kestirmek, dolayısıyla da gerekli önlemleri alarak etkisini azaltmak mümkün... Hem göçen bina ve yıkımın boyutu hem de felaket sonrasındaki müdahale anlamında. Bu bağlamda da 17 Ağustos 1999’daki facianın ardından geçen 24 yılda eskiye oranla aynı yerde değiliz, bir yol alındı elbette. Ama daha 6 ay önce yaşadığımız Kahramanmaraş merkezli depremlerle gördük ki eksiğimiz, gediğimiz çok fazla. Özellikle de deprem güvenli bina seferberliği ve afet müdahale planlarını revize etmek şart. Çünkü Kahramanmaraş merkezli depremlerin olduğu bölge için öngörülenin aksine yaşanan sıra dışı felaketle, komşu ilden destek ve yardım stratejisi de çöktü malum. Deprem birbirine komşu 11 ili birden vurunca hiçbiri, diğerinin yardımına gidemedi...Bırak ili depremde en ağır hasar gören illerimizden Hatay’da ilçeden, ilçeye bile yardım ulaşmadı. Her yer yıkıldı, yollar
Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu ekseninde sıkışan CHP’de iki somut görüntü var:
Kılıçdaroğlu’nun koltuğu bırakmaya niyeti yok... İmamoğlu net ve açık çıkış yapmadığı sürece hiçbir şey olmaz.
Hatta İmamoğlu ile Yavaş hakkında “onlar belediye başkanlıklarına devam etsinler” diyen ve bunu bir kez daha yeni yineleyen Kılıçdaroğlu’na top tek başına kalmış görünüyor. Eğer büyük bir sürpriz yaşanmazsa, birde mahalle delegasyonlarını İstanbul’da şu anda ağırlıkta olan genel merkez ekibinin açık ara alması durumunda, bunun diğer yerleri etkileyeceği ve Kılıçdaroğlu’nun tekrar kazanacağı kesin gibi. Bunu CHP’deki herkes kestiriyor ve dillendiriyor da zaten. Ama CHP’de en çok dillendirilen bir başka bildik tekrar da malum:
Kılıçdaroğlu gitmediği sürece CHP’de düzelme olmaz...
Yani hem gitmeli isteği hem de kalacağı kesin gibi garip bir çelişki durumu söz konusu. Dolayısıyla asıl kritik soru da şu:
CHP bu sarmaldan nasıl çıkacak?
Çünkü CHP’de herkes bir şeyler
Kirpi ikilemi, yakın ilişkinin zorlukları hakkında bir metafordur. Soğuk havalarda bir grup kirpinin ısıyı paylaşmak için birbirine yaklaşmaya çalıştığı bir durumu tanımlar. Ancak keskin dikenleriyle birbirlerine zarar vermekten kaçınamayacakları için ayrı kalmaları gerekir. İşte düne kadar baba-oğul muhabbetindeki Kılıçdaroğlu ile İmamoğlu arasındaki durum da aynen böyle... Her ikisi de kamuoyu önünde birlik beraberlik sözleri ediyor, o onu arıyor, sıcak mesajlar veriyor, gülücüklerle selam yolluyor. Ama söz konusu genel başkanlık koltuğu olduğunda o görüntünün sütre gerisindeki hırpalama, yıpratma, ayak kaydırma boyutu ortaya çıkıyor. Hem de yine kişiye özel strateji ve taktik içeren yönleriyle. Kılıçdaroğlu çok net diyor ki:
Korkutarak, beni gönderemezsiniz. Baskıyla, manifestoyla olmaz ben buradayım. Koltuğa talipseniz, yarışma hevesiniz varsa buyurun karşıma çıkın. Bu fırtınalı havada gemiyi kaptan olarak güvenli limana ancak ben götürürüm.
Dolayısıyla genel merkez olarak kurultaya giderken de boş
Yerel seçime giderken dağılmış ve birlikte hareket edemez duruma gelmiş bir muhalefet var. Dünkü masa ortakları arasındaki ılık ve tatlı esintili hava, soğuk ve oldukça sert rüzgârlı bir hal aldı. Partiler bazında bakıldığında da özellikle masanın lokomotifleri konumundaki başta CHP ve İYİ Parti ise tam anlamıyla kaynayan kazan... İki parti arasındaki milletvekili alıp verme, yerelde ortak adayda kenetlenme ya da seçmen geçişkenliğinden kaynaklı hısımlık görüntüsü ise şimdilerde hafiften hasımlığa dönüşmüş durumda. Her iki taraf da geçmişte yaşanan mutlu birlikteliğin aslında ne kadar hatalı bir ilişki olduğu noktasındalar. Hatta yaşanmışlıklar ve geleceğe dönük olası yakınlaşmalar üzerine birbirlerini ciddi anlamda hırpalama söz konusu. Mesela uzun süredir İYİ Parti’de ‘CHP ile yapılan ittifak bize zarar verdi, veriyor’ söylemleri ayyuka çıktı. İYİ Parti doğrudan kendisini merkez sağda konumlandırmak istiyor artık. Yeni dönemdeki politikalarını da bu yönde güncelleme faaliyeti içindeler. Genel olarak
Hayranlıkla dinlediğim Erkin Baba’nın bende çok ayrı bir yeri vardır. Zira kendisiyle bir süre aynı evi ve yediğimiz ekmeği paylaştık... Abi-kardeş olduk. Hepimiz seni çok sevdik Erkin Baba...
Erkin Koray’ın ölümünün ardından hemen herkes onun müziği, eserleri, efsaneliği hakkında birçok şey söyledi. Seni Her Gördüğümde, Şaşkın, Fesuphanallah, Çöpçüler, Estarabim ve daha nicelerinin bugün hâlâ gençlerin hit parçaları arasında yer aldığını anlattılar. Gerçekten de öyle... Nesiller arası akan, bağlayıcı bir durum söz konusu. Daha önce yitirdiğimiz Cem Karaca ve Barış Manço gibi. Ama tüm bu söylenenler bir yana en etkileyici sözler ise İzzet Öz’ün insan Erkin Koray’ı anlatan şu cümleleriydi aslında:
“Gençliğinde cepleri parayla dolu olur ama tek kuruşu olmadan evine giderdi. Bütün arkadaşlarıyla o gecenin keyfini çıkarır evine öyle dönerdi.”
Yani Erkin Koray hani bugün tek bir parçayla ünlenip köşeyi dönen mum
CHP’de değişim denildiğinde her kafadan bir ses çıkıyor ama bunun altı bugüne kadar tatmin edici şekilde doldurulmadı. Kulisler ve olasılıklar üzerinden yürütülen tartışmalarda ise Genel başkan, ideolojik ve tüzük değişikliği olmak üzere üç başlık söz konusu. Bu anlamda en popüleri de genel başkanlık koltuğu elbette. Kılıçdaroğlu “Ben hariç her türlü değişime açığım” diyor, bunun için yıllardır beraber yol yürüdüğü MYK’daki arkadaşlarını bile değiştirdi. İmamoğlu ise Kılıçdaroğlu’nun gönderdikleriyle genel başkanı değiştirmeye çalışıyor. Kaybeden CHP’ye yön veren ekiple yani. Hoş kaybedenler arasında İmamoğlu’nun kendisi de var ama hiç kimse bu hesaba ortak olmak istemiyor. Dolayısıyla genel başkanlık şıkkının bir değişim değil, koltuk mücadelesi, kavgası olduğu açık. Hal böyle olunca da parti içi saflaşmalar. Dengeler, özellikle de İmamoğlu’na “İstanbul’u AKP’ye bırakamayız. İBB’ye aday ol hem başkanlığı hem de Melis’te
ABD merkezli Disney Plus’ın “Atatürk” dizisini yayınlama kararından çark etmesi ve Ermeni lobisi gazetelerinde bunun sevinçle duyurulmasına Türkiye’den tepki çığ gibi. Siyasetçiler, sanatçılar ve halk Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna, değerlerine yönelik bu saygısızlığa, küstahlığa karşı tek ses halindeler. Boykot kampanyaları, firmaya yaptırımlarla Disney’i kararından vazgeçirme, geri adım attırma konusunda yoğun bir faaliyet söz konusu. Ama bir taraftan da yeterince tepki gösterilmediği, ayrıca da Türkiye lehine lobi faaliyetlerinde yetersizlik iddiaları konuşuluyor, tartışılıyor. Malum, lobicilik faaliyetleri Amerikan siyasetinde önemli bir yer teşkil ediyor. Özellikle Rum-Yunan ve Ermeni lobi grupları geçmişten bu yana Türkiye karşıtlığı, nefreti etrafında birleşerek Türk-Amerikan ilişkilerini etkileme gayreti içerisindeler. Bu anlamda da tarihi gerçeklere rağmen sözde soykırım gibi bir saçmalığı dahi gündeme taşıdılar. Yine Türkiye’nin F-35 programından çıkartılması ve F-16 satışına
Esenyurt’taki tekel bayisi saldırganlarının ifadeleri “Öldürmek gibi bir niyetimiz yoktu, olay bir anda istemediğimiz şekilde gelişti, kontrolden çıktı, çok pişmanız” gibisinden bildik hikâye. Elbette neyin ne olduğuna yargı karar verecek ama Türkiye’yi ayağa kaldıran güvenlik kamerası görüntülerine bakıldığında ifadeler hiç de örtüşmüyor, inandırıcı gelmiyor. Hem mafyavari kararlı tavırlar hem de olay anındaki refleksler ve davranışlar anlamında. Hatta şuursuzluk boyutuyla daha başka ipuçları da içeriyor. Yani herkesi ürküten, dehşet veren bu görüntüler sıradan bir alacak-verecek anlaşmazlığı ya da kızdıran WhatsApp mesajlarıyla anlık gelişen fevri bir parlama, patlama sonucu bir adam öldürme, cinayet değil, çok daha derin konulardan kaynaklanan bir “racon kesme” hesaplaşması olasılığını güçlendiriyor. Özellikle de garip bir özgüven ve aşırı dozda saldırganlık, boyutuyla. Mesela terör ve narkotik konusunda uzman emekli emniyet müdürü Bülent