PKK’lı teröristlere canı pahasına geçit vermeyen kahramanların görev yaptığı, sınırın sıfır noktasındaki Üzümlü Karakolu, teröristlerin geçiş yollarını tutması, kesmesi nedeniyle de kritik önemdeydi.
Çukurca denilince, geçmişin o karanlık günlerini anımsayıp yaşanan bu büyük değişimi görünce sevinmemek, mutlu olmamak elde değil. Ama dün olduğu gibi bugün de gözünü kırpmadan canını feda eden şehitlerimizi, gazilerimizi, bu uğurda yaptıkları fedakârlıkları, kahramanlıkları düşünüyorum bir yandan da. Yollarda, köprülerde, geçitlerde, okullarda, askeri tesislerde, tankta, zırhlı araçlarda, hemen her yerde, her köşede bir şehidimizin adı var. Boğazım düğümleniyor ve eskilere dönüyorum.
Terörle anıldığı günlerde Çukurca çıkmaz sokaktı ama ona yol vermeyen yalçın dağların hemen arkasında da efsane Üzümlü Karakolu vardı.
Sınırın sıfır noktası
O yıllarda teröristlerin defalarca hedefi olmasına rağmen canları pahasına geçit vermeyen ve PKK
80’li yılların ortası... Terörün kıskacındaki Çukurca tam anlamıyla bir çıkmaz sokaktı. Köylere, mezralara, yaylalara gidilemiyordu, hayvancılık yapılamıyordu. İlçedeki tek otele, “Mecburiyet” adını vermiştik. Geceleri silah seslerinden uyuyamıyorduk...
Başlarken...
26 Ağustos 1922 tarihinde başlayan ve 9 Eylül’de düşmanın İzmir’den denize dökülmesiyle sonuçlanan Büyük Zafer’in haklı onurunu ve gururunu yaşadığımız şu anlamlı günlerde MİLLİYET olarak aynı ruhla terörden, teröristlerden arındırılan dağlarda, yaylalarda, bir zamanlar çıkmaz sokak denilen yerlerdeydik.
Foto Muhabiri arkadaşım Ercan Arslan ile birlikte hem sınırın sıfır noktasında konuşlu efsane karakollar Aktütün, Üzümlü ve Derecik’teki kahramanlarla kucaklaştık, hem de memleketimin huzur gelen dağlarında, topraklarındaki sivil yaşamı gözlemledik. Bölücü terör örgütü PKK’nın ilk silahlı eylemlerini gerçekleştirdiği 1984 yılından başlayarak bölgedeki saldırılarına karşı yapılan birçok
ABD lafa gelince terörle teröristle mücadele diye yüksekten atıp tutuyor, mangalda kül bırakmıyor. Her yıl yayımladığı “terör örgütleri” ve “teröre destek veren ülkeler” olmak üzere iki ayrı kara listesi de var. Biri eli kanlı teröristleri, yapıları; diğeri onlara finansal veya lojistik destek sağlayanlar, onlara silah tedariki ve satışı yapan ülkeleri sıralıyor.
Her ikisi de hesapta “terörle, terörizmle mücadele” ya da terör tehdidine karşı dünya için kılavuz niteliğinde.
Ancak gerçekte ise ABD’nin “Şunu ekle, bunu çıkar ya da koyma” mantığıyla işine, çıkarlarına geldiği gibi kurguladığı, kullandığı dokümanlar.
Onlar da yersen cinsinden göstermelik ve hikâye yani. Mesela İstiklal Caddesi’ne koyduğu bomba ve Suriye topraklarından attığı roketlerle, havanlarla çoluk çocuğu katleden ne YPG/PYD ne de darbe girişimi yapan FETÖ’yü ABD asla terör örgütleri listesine almıyor. Onların saldırılarını, görmezden geliyor, geçiştiriyor. Yani ABD
Muhalefetin, Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesinde taktiği, en popüler söylemi neydi? Birleşe birleşe kazanacağız...Hatta seçim meydanlarında İmamoğlu’nun gülümseyerek sıklıkla yinelediği “aramızda kalsın kazanıyoruz” muhabbetiyle bu iş oldu bitti havasındaydılar. İktidarı devir-teslim törenlerinde yapacakları konuşmalar dahi hazırdı... Seçmen kararı sandık sonuçları ise malum...
Uzunca bir süre sandık gerçekliğiyle yüzleşmek yerine yenilgiyi inkar, dahası başarısızlığı “iki kişiden birinin oyunu aldık” diyerek başarı gibi yutturmaya odaklandıktan sonra yerel seçime giderken şimdi ne deniliyor, diyorlar?
Birleşerek olmadı, ayrılarak deneyelim. Herkes kendi başının çaresine baksın adayını çıkarsın, seçmen nezdinde tartıya çıksın. Bu anlamda da hepsi birbirinden iddialı ve kararlı gibi görünüyor. Özellikle de CHP ve İYİ parti. Bu bağlamda Akşener’den bir de Cumhur İttifakı’na “kendinize güveniyorsanız siz de ayrı ayrı girin seçime. Biz varız”
Türk tarihinde ağustos ayının ayrı bir yeri ve anlamı var... 26 Ağustos 1071’de Malazgirt Savaşı’nda Sultan Alparslan Bizans ordusunu yenerek Anadolu’nun kapılarını Türklere açtı. Bundan 9 asır sonra 1922’de yine bir 26 Ağustos günü Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir” komutuyla başlayan ve 30 Ağustos’ta Yunan ordusunun bozgunuyla sonlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi, Anadolu’nun sonsuza dek Türk yurdu olarak kalacağını tüm dünyaya gösterdi...Türk ve insanlık tarihi için böylesine önemli sonuçlar doğuran bu iki parlak zaferin aynı ay hatta aynı güne denk gelmesinin yanı sıra güç dengeleri açısından da benzerlikleri söz konusu. Hem Malazgirt hem de Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde, Türk ordusu gerek asker gerekse harp malzemeleri bakımından kendisinden katbekat üstün bir güçle çarpıştı ve düşman ordusunu imha ederek kesin zafere ulaştı. Benzerlikler noktasında en çarpıcı olan da Alparslan ve Atatürk’ün hem savaş
Yağış olmayan, aşırı sıcaklarla kavrulduğumuz şu sıcak günlerde su sorunu, özellikle de İstanbul’un durumunu konuşurken Çanakkale’den gelen felaket haberiyle yine ciğerimiz yandı. Köyler boşaltıldı, binlerce hektarlık orman alanı etkilendi, güzelim ağaçlar yandı, kül oldu. Neyse ki insan olarak can kaybımız yok diye avunuyoruz ama ya yanarak telef olan büyük- küçükbaş hayvanın, kaplumbağanın, tavşanın, sincabın canları? Yani ormanların asıl sahiplerinin durumu?.. Orman yoksa yaşam da yok... Çanakkale’mize büyük geçmiş olsun.
★★★
İstanbul’un su sorununa gelince; yağış olmadığı gibi buharlaşma da had safhada. Mega kente su sağlayan barajlardaki su seviyesi hızla eriyor. İSKİ’nin ağustos gibi önümüzdeki eylül ayı için de herhangi bir yağış öngörüsü söz konusu değil. Ancak iki aylık su kaldığı, dolayısıyla, su kesintileri dâhil acil eylem planlarının bir an önce devreye sokulmasına dönük çok sayıda görüş var. Hatta 30 yıl önce SHP’li İBB Başkanı Sözen
TBMM tatilde ama siyasette yerel seçim hareketliliği var. Bu bağlamda da daha genel seçimin bittiği günün ertesinde yerel seçim startı veren iktidar tam kadro saha çalışmalarına yoğunlaşmış durumda. Bakanlar, milletvekilleri, genel merkez yöneticileri, yerel yönetim kadroları il, ilçe, belde, köy dolaşıyorlar. Olması gereken de bu. Çünkü sandıkta başarı doğrudan vatandaşa dokunmakla doğru orantılı. Evet, sosyal medyanın siyasetteki varlığı, etkisi kaçınılmaz ancak bir yanda da ülkenin toplumsal ve politik gerçekliğini karşılamadığına ilişkin görüşler de yok değil. “Sosyal medya başka bir alan, herkes aklındakini söylüyor, yazıyor, oradan artı bir şey almak ikna etmek zor. Benzer isimler, örtüşen fikirler birbirini takip ediyor” diyorlar. Yine sosyal medya üzerinden yaratılan “Kazanıyoruz, kazandık” algısının ya da karşı tarafa üstten bakışçı, küçümseyici paylaşımların seçmen tercihine reel anlamda ne kadar, nasıl yansıyıp yansımadığı veya taraftarı etkileme-rakibi tetikleme durumu da bir başka
CHP’de değişim tartışmalarının odağı olan İmamoğlu son açıklamasında değişim çağrılarını yineledi… Ama daha çok da tercihini İstanbul’dan yana koydu ve bir kez daha belediye başkanlığına aday olacağının sinyalini verdi. Tabii yine ucu açık sağa, sola, aşağı yukarı çekilebilecek, farklı yorumlara yol açabilecek “yola çıkıyorum ama adayım demem doğru değil” gibi bir çıkışla. Evet her ne kadar yapılan değerlendirmeler genelde İmamoğlu İstanbul’da karar kıldı şeklinde olsa da CHP Sözcüsü Faik Öztrak’ın “Genel Başkan’ın söylediğini yapmış oldu” sözleri bir zorlama, mecburiyet havası da veriyor açıkçası. Yani İmamoğlu ölçtü, tarttı Kılıçdaroğlu karşısında kazanamayacağını anlamış olmalı ki genel başkanlığa değil, İBB adaylığına kırdı rotayı. Ki bu anlamda Kılıçdaroğlu’nun “İBB adaylığı için kararını ver artık, yoksa...”diyerek İmamoğlu’na olası alternatif isimler kartını açtığı iddiaları da malum. Sorulduğunda İmamoğlu’nun bunu kabul etmediği de...