Bir zamanlar CHP’de Genel Başkan Kılıçdaroğlu ile İBB Başkanı İmamoğlu arasındaki baba- oğul muhabbeti şimdilerde sadece her ikisinin de soyadlarındaki “oğul” vurgusuyla sınırlı!. Artık birbirlerine mesafeli duruyorlar, imalı mesajlarla göndermeler ya da hamleler yapıyorlar. Bunun ivmesi de son zamanlarda epey yükselmiş durumda. İmamoğlu CHP’nin 100. yıl kutlamasına katılmadı. Herkes oradaydı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı yoktu. Olmadığı gibi Anıtkabir ziyaretinde de Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu aynı karede yer almadılar. Aralarının bozuk olduğu, uzun zamandır doğrudan iletişim kurmadıkları, iki isim arasında diyaloğun aracılar üzerinden yürütüldüğü konuşuldu. Kılıçdaroğlu’nun son üç İstanbul ziyaretinde de İmamoğlu’nun davet edilmediği tartışıldı bir yandan da… Kılıçdaroğlu’nun Ankara’da Yavaş’ın adaylığını açıklayıp, İstanbul için İmamoğlu adı üzerinde net konuşmadığından hareketle pek çok siyasi öngörü, senaryo havada uçuştu. Kılıçdaroğlu İstanbul için
Bir zamanlar terörle anılan yerlerin, değişen Güneydoğu’nun hikâyesi ardından döndük siyaset gündemine... Orada özellikle de muhalefet cephesinde değişen pek bir şey yok. Aynı kısır döngü, sığ çekişme devam ediyor. Ana muhalefet CHP kurultay ve değişim, dönüşüm muhabbetinde, İYİ Parti’de ittifak sorgulaması ama daha çok da CHP’ye alternatif bir pozisyon arayışı içinde. Önümüzdeki yerel seçime dönük söylemler de birleşerek değil ayrışarak kazanma hesapları üzerine... Tek başımıza girerek mevcuttan daha fazla belediye başkanlığı kazanabiliriz diyor, İYİ Parti. Malum kendisinden çok daha düşük oy oranı olan bazı partilerin bile İYİ Parti’den daha fazla belediye başkanlığı var şu anda... Dolayısıyla bu yolda da CHP’nin İstanbul ve Ankara’yı kaybetmesini de göze alırız havasında İYİ Parti lideri Akşener. CHP ise şimdilik ittifak görüşmemiz yok ama eğer kapımızı çalan olursa açık noktasında... Ama diğer yanda da CHP sözcüsünün “Gitmek isteyene kal demeyiz
Günlerdir bir zamanlar terörle anılan yerlerin, değişen Güneydoğu’nun hikayesini yazdım..Yıllardır bölgedeki gelişmeleri yakından izleyen, teröristlerin katliamlarına, acılara yakından tanıklık eden bir gazeteci olarak geçmişin o karanlıklarını bugünkü huzur ortamıyla kıyasladım. Hem şaşırdım hem de çok mutlu oldum. Şaşırdım çünkü eskilere göre her şey çok farklıydı ve bu daha başlangıçtı. Mutlu oldum çünkü yöre insanı da yıllardır bölgenin gelişimini engellemek için bölücü terör örgütünün yaptığı alçaklıkları çok daha iyi anlamış, geleceğe umutla bakıyor.. Ama boğazımın düğümlendiği anlar da oldu. Özellikle de nereye baksam bir şehidimizin adını taşıyan yer, yol, viyadük, askeri nokta ya da araç gördüğümde.. Kendimle başbaşa kaldığımda da ülkedeki kısır çekişmeleri, hiçbir şekilde biraraya gelmeyen, gelmek istemeyen, ülke sorunlarından ziyade kendi koltuk hesaplarına odaklanan siyasileri düşündüm hep... Bir de sayıları
Bugün artık terörist neredeyse hedef orası. Her tepede bayrağımızın dalgalandığı bir kartal yuvası var. Bunun ne anlama geldiği, sağlanan huzur ortamı ve yaşanan değişikliklerle ortada. Her biri için ödenmiş, ödenen çok ağır bedeller var...
1990’lı yıllarda katliamlarını şehir merkezlerine de yayan terör örgütü bölgede görev yapan devlet görevlilerini sindirmeye çalışıyor, araçları imha ediyor, okulları yakıyor, öğretmenleri, devlet memurlarını öldürüyordu. Bölgenin ekonomik yaşantısına her fırsatta darbe vuran terör yüzünden yatırımlar yapılamıyordu. Yol, su, elektrik, köy işleri, ormancılık, madencilik faaliyetleri felç durumdaydı... Ekim 1993’de Diyarbakır-Lice’deki PKK saldırısında Tuğgeneral Bahtiyar Aydın şehit düşmüştü. Teröristler ilçeyi yakıp yıkmış, çatışmalar günlerce sürmüştü. Gittiğimde karşılaştığım manzara korkunçtu... Terör örgütü basını da hedef almıştı, gazeteciler tehdit ediliyor, gazetelerin bölgede dağıtımı engelleniyordu...
1990’larda ABD’nin şımarttığı PKK’lı teröristler, Şemdinli’deki Aktütün Karakolu’na üç kez saldırmış, ağır silahlar kullanmışlardı. Mehmetçik de canı pahasına vatan parçasını savunmuştu. Yıllar sonra değişimi görmek ve kahramanlarla kucaklaşmak için Aktütün Kalekolu’nu ziyaret ettim.
1990’lı yıllarda terörün tırmanışa geçmesinde ABD’nin sözde Irak’ın kuzeyinde yaşayanları Saddam’ın saldırılarına karşı korumak amacıyla tezgâhladığı uçuşa yasak bölge, 36. Paralel aldatmacasının büyük etkisi, parmağı var. ABD’nin koruması altındaki o bölgede palazlanan PKK’nın şımarması, azmasıyla (hâlâ da öyle) tırmanışa geçen şiddet eylemleri ve çatışmalar binlerce asker ve polisimizin şehit olmasına neden oldu. Bayrağa sarılı tabutlar ve devlet ricalinin katıldığı cenaze törenleri o yılların en sık görülen fotoğraflarındandı. Canımız yanıyor, yüreğimiz kan ağlıyordu. Defalarca saldırıya uğrayan karakollar oldu ama kahramanlar canı, kanı pahasına
1990’da Cizre ve Şırnak’ta barikat kuran teröristler, halkı kalkışmaya zorlamıştı. Ama gereken cevabı almışlardı. Şimdiyse terörden temizlenen bölgede açık dükkânlar, ışıl ışıl AVM’ler, Cudi’yi delen tüneller ve vadilerden geçen viyadükler var.
1990’lar terörün azdığı yıllardı... Bölücü terör örgütü, 2015 - 2016’da denemeye kalktığı ve cevabını aldığı kalkışma hayallerinin provalarını, 1990’ın mart ayında yapmıştı. Özellikle Cizre ve Şırnak’ta... İkisi de Nevruz kutlaması bahanesiyle olayların patladığı Mart 1990’da Mardin’e bağlı ilçelerdi. Habur sınır kapısının bulunduğu Silopi ilçesi de öyle. Cizre ve Şırnak’ta yollara lastik ve bidonlarla barikatlar kuran, ateşler yakan, kepenk kapattıran teröristler, halkı kalkışmaya zorluyordu. Şırnak’ta o yıllarda tugay düzeyinde bir askeri birlik vardı. Cizre’deki kuvvetler de oraya bağlıydı. Sokağa çıkma yasakları ve çatışmalar nedeniyle Şırnak’a ulaşşanız, Şırnak’tan Cizre’ye gitseniz Cizre’de
Beytüşşebap’ı ve Kato Dağı’nı yazarken 1984’te şehit olan Yüzbaşı Yalçın Aydın’ı düşündüm. Yiğitlerimizin şehadet şerbeti içtiği yerdir Kato. Şimdi ise teröristlerin tüm inlerine “Pençe”ler atılmış durumda. Artık her yer güven içinde...
Kato Dağı ve çevresi bir zamanlar PKK’lı teröristlerin Irak sınırından Türkiye’ye sızdıktan sonra üslendiği en önemli yerlerden biriydi. Bir dönem 2. Kandil denilen ve teröristlerin ‘girilmez’ sandığı bir yerdi. Artık orası da Cudi, Gabar gibi temiz. 2017’de Şırnak’ta helikopter kazasında şehit olan Tümgeneral Aydoğan Aydın’ın adı verilen temizlik destanına katılan bir yüzbaşı yazdığı şiirde şöyle tanımlıyor Kato’yu:
“Girişi ve çıkışı belli olmayan mağaralara gözümüzü kırpmadan girdiğimiz; aç, susuz ve uykusuz kaldığımızda dahi ‘söz konusu vatansa gerisi teferruattır’ diyerek her türlü fedakârlığı gösterdiğimiz dağın adıdır Kato.”
Bu duygularla Kato ve
Yıllarca terör örgütü PKK’nın saldırılarıyla gündeme gelen Derecik ile tanışmam 1986’ya kadar uzanıyor. O tarihte bölgede koruculuk uygulaması başlatılmıştı. Yıllar sonra geldiğim Derecik ise modern bir şehir gibi. Dünün korucusu, bugünün üreticisi Celal Tunç ile seraları geziyoruz.
Ziraat Mühendisi Mahmut Kaplan ile eski korucu Celal Tunç, serada modern tarım yapıyor.
Bir zamanlar adı terörle anılan yerler denildiğinde ilk akla gelenler arasında Hakkâri’nin şimdilerdeki Derecik ilçesi de var. O da Çukurca gibi yine Irak sınırında. Irak’a 4, Şemdinli’ye 65, Hakkâri il merkezine ise 195 kilometre uzaklıkta. 1980’li yıllardan başlayarak da hain saldırılara uğradı. Kadınlar ve çocuklar da dahil olmak üzere... O yıllarda Derecik henüz bir köydü. Ekim 1995’te Şemdinli’ye bağlı belde, 2018 yılında da Hakkâri’ye bağlı ilçe statüsüne kavuştu. Benim Derecik ile tanışmam ise en başa, o köy günlerine 1986’lara kadar uzanıyor. O yıllarda Irak’tan sızan