80’li yılların ortası... Terörün kıskacındaki Çukurca tam anlamıyla bir çıkmaz sokaktı. Köylere, mezralara, yaylalara gidilemiyordu, hayvancılık yapılamıyordu. İlçedeki tek otele, “Mecburiyet” adını vermiştik. Geceleri silah seslerinden uyuyamıyorduk...
Başlarken...
26 Ağustos 1922 tarihinde başlayan ve 9 Eylül’de düşmanın İzmir’den denize dökülmesiyle sonuçlanan Büyük Zafer’in haklı onurunu ve gururunu yaşadığımız şu anlamlı günlerde MİLLİYET olarak aynı ruhla terörden, teröristlerden arındırılan dağlarda, yaylalarda, bir zamanlar çıkmaz sokak denilen yerlerdeydik.
Foto Muhabiri arkadaşım Ercan Arslan ile birlikte hem sınırın sıfır noktasında konuşlu efsane karakollar Aktütün, Üzümlü ve Derecik’teki kahramanlarla kucaklaştık, hem de memleketimin huzur gelen dağlarında, topraklarındaki sivil yaşamı gözlemledik. Bölücü terör örgütü PKK’nın ilk silahlı eylemlerini gerçekleştirdiği 1984 yılından başlayarak bölgedeki saldırılarına karşı yapılan birçok harekâtı ve gelişmeleri izleyen, o günlerdeki katliamlara, acılara yakından tanıklık eden bir gazeteci olarak ben de geçmişin o karanlıklarını bugünkü huzur ortamıyla kıyaslama fırsatı buldum.
Yani yazdıklarım, okuyacaklarınız, görecekleriniz, bugünün huzur ortamı ile dünün terör günleri arasında
bir anlamda zaman yolculuğu aslında...
Bugüne kadar Doğu ve Güneydoğu sorunu, PKK terörü üzerine bir çok şey söylendi, yazıldı, akademik makaleler raporlar hazırlandı. Gelmiş, geçmiş iktidarlar tarafından da bölgeye yönelik çok sayıda program uygulandı, paketler açıldı. Yıllardır devam eden bu süreçte de terör belası canımızı çok yaktı. Doğu ve Güneydoğu bölgemizde on binlerce insanımızın ölümüne, yüz binlerce insanımızın yaralanmasına sakat kalmasına, binlerce ailenin yerinden, yurdundan, köyünden, kentinden, uzaklaşmasına, ulusal ekonominin milyarlarca dolar kaybına neden oldu.
Terörle, teröristlerle mücadelede de binlerce kahramanımızı şehit verdik... Hâlâ da aynı kararlılık ve fedakârlıklarla bu amansız mücadele devam ediyor. Teröristler temizlendikçe, dağlar terörden arındırıldıkça da bölgeye huzur geliyor...
İnsanlar şimdi mutlu
Görüntü hızla değişiyor. Bir zamanlar terörle anılan yerlerde açılan petrol kuyuları, işletilen madenlerde binlerce insan çalışıyor, korkudan terkedilmiş topraklar ekiliyor, seracılık yapılıyor, gidilemeyen yaylalara turizm turları düzenleniyor, teröristlerin kana buladığı Zap Suyu’nda artık çocuklar yüzüyor, kenarında aileler, gençler, piknik yapıp halay çekiyor, çıkmaz sokak denilen Irak sınırına sıfır konumdaki Derecik ve Çukurca açılan sınır kapılarıyla canlanmış bambaşka yerler olmuş durumda...
Dolayısıyla herkesin bugünkü manzaraya bakarken, değerlendirirken öncelikle dünün karanlıklarını anımsaması, bugünler uğruna canlarını feda eden kahramanlarımızı asla unutmaması ve geldiğimiz noktayı iyi anlayarak ona göre düşünmesi, davranması gerekiyor… Çünkü bunların her biri için ödenmiş çok ağır bedeller var...
İstanbul Havalimanı’ndan kalkan uçağımız iki saatlik uçuştan sonra Yüksekova Havalimanı’na iniş için süzülürken şunu düşündüm: Eskilerde Hakkâri ve ilçesi Yüksekova’ya ulaşmak demek önce uçakla Van’a gelmek oradan da Başkale üzerinden 6-7 saatlik zor ve sıkıntılı kara yolculuğu demekti. (Bu süre yol güvenliğine göre değişebilir, iptal de olabilirdi) . Hatta bir dönem konvoy uygulaması da oldu… 15-20 araç arka arkaya sıralanır önde ve en arkadaki askeri araçlar eşliğinde, korumasında seyrederdi. Tabii bunların hepsi de gün ışığının olduğu zamanlarda. Zap Suyu’na paralel kıvrımlı giden yol Hakkâri-Yüksekova sapağında ikiye ayrılırdı.
Sapaktaki askeri kontrol noktasından geçip virajlı dağ yollarından Yüksekova’ya devam ederdim. Oradan da Şemdinli ve Irak sınırına sıfır noktasındaki Derecik’e uzanırdım. Yine Derecik gibi Hakkâri’nin sıfır noktasındaki yerlerinden Çukurca ise şehir merkezi Hakkâri’ye haritada daha yakın gibi görünen ama ulaşım anlamında çok zorlu ve uzak bir konumdaydı. Ama sonuçta da hem Derecik hem de Çukurca bulundukları konum itibarıyla birer çıkmaz sokaktılar aslında... Denizden 1700 metre yükseklikteki Yüksekova o zamanlarda da İran’a açılan tek sınır kapısı olan Esendere nedeniyle bölgenin en hareketli, yerlerinin başında geliyordu… Bağlı olduğu Hakkari’deki sınır kapıları şimdilerde ise Çukurca-Üzümlü Sınırlı kapısı (Türkiye-Irak) Derecik Sınır Kapısı (Türkiye-Irak) eklenmesiyle üçe çıkmış durumda… Dolayısıyla o kapıları görme fırsatı da buldum. Tabii, Derecik ve Çukurca’ya katkılarını da. Ama önce indiğimiz Yüksekova Selahaddin Eyyubi Havalimanı için bir not düşelim. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla 26 Mayıs 2015’te açılışı gerçekleştirilen ve yaklaşık 3 ay sonra terör saldırıları nedeniyle tedbiren bir süre uçuşlara kapatılan alan huzur ortamının sağlandığı Eylül 2016’dan bu yana kesintisiz hizmette. Uçaklar ise full yolu kapasitesiyle gidip-geliyor... Çukurca’dan başlayalım...
40 yıl öncesi Çukurca
Hakkâri ve Çukurca denildiğinde benim açımdan çok özel ve acı bir yeri var. Çünkü PKK ilk saldırısını 15 Ağustos 1984’te Siirt’in Eruh ilçesindeki Jandarma Karakol binasına yaptı. İki askerimiz şehit oldu. PKK’nın yolda pusu kurarak gerçekleştirdiği ilk saldırılar ise 1984’ün ekim ayındaydı. 2 Ekim 1984’te Şemdinli’nin Yaylapınar köyü yakınlarında, 9 Ekim 1984’te de Hakkâri-Çukurca arasındaki Kızılkayalar mevkiinde yollarda kurulan tuzaklarda; çapraz ateş arasında kalan toplam 11 askerimiz şehit düşmüştü.
Ben de soluğu gelişmeleri izlemek üzere o zamanlar sıkıyönetim uygulanan Güneydoğu’da almıştım. O günlerde teröristler eşkıya olarak tanımlanıyordu köylüye silah, gönüllü korucular falan konuşuluyor ve konu bakanlar kurulunun gündemindeydi. Korucular harp silahları taşıyacaklar, jandarma dokunulmazlığına sahip olacaklardı...
Huzur yolları geliyor
Anımsıyorum da Hakkâri merkezine giden köprübaşı sapağından ayrıldıktan sonra 77 kilometrelik virajlı dağ yolunu 7-8 saatte kat ederek ulaşabildiğim Çukurca’daki asker-sivil yetkililer şöyle yakınmışlardı: “Bölgede coğrafi şartlar çok ağır, stabilize yollar geçit vermiyor. Operasyona giden araçlar zorunlu olarak virajlarda yavaşlayınca da asker tuzağa düşüyor, olaylara intikal de gecikiyor. Tek çözüm asfalt.”
Haklıydılar, keskin virajlı ve bozuk zeminli yollar tuzaklara ve mayın döşemeye çok müsaitti, üstelik askerler bugünkü gibi zırhlı değil arkası tenteli Unimog’larla devriye görevi yapıyorlardı. Akan kana çözüm için de bu gibi zaafların bir an önce giderilmesi gerekiyordu. Nitekim Ankara’da bunu görmüş ve bu olaylardan 10 gün sonra gazetelere (19 Ekim 1984, MİLLİYET) şu haberler yansımıştı:
Güneydoğu’ya “Huzur yolları” yapılıyor... Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde sürdürülmekte olan “Huzur Operasyonu” ile birlikte Karayolları ekipleri de yol çalışmalarını hızlandırdı...Ulaşımın güçlükle yapıldığı bölgelerde ekipler kış bastırmadan tüm yolları kullanılır hale getirmek için gece gündüz demeden çalışıyor.
Peki, o yollar tamamen huzurlu, güvenli hale geldi mi? Ya da akan kan durdu mu? Uzun yıllar hayır. Çünkü o günden sonra da epey bir süre daha terör örgütünce topraklı yollara döşenen mayınlara karşı asfaltsız yol kalmamalı söylemleriyle oyalandık. Hatta 1992-1996 yıllarında Van’da Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı yapanı rahmetli Orgeneral Necati Özgen, mayınla mücadelenin uzun soluklu bir iş olduğunu ve askeri konvoyların geçtiği yolların asfaltlanması gerektiğine dikkat çekerek “Karadeniz Sahil Yolu’nun yapımı mı yoksa Güneydoğu’daki bu yolların asfaltlanması mı önemli? Öncelik sırası nedir?” diye sormuştu.
İHA, SİHA’lar devrede
Yol gerçekten çok önemli ve kritik bir konuydu. Hemen her yere bağlantı ve devriye faaliyetleri çok sıkıntılıydı. Neyse ki yıllar sonra artık bütün yollar pırıl pırıl asfalt, devriye görevleri de son derece modern, zırhlı kirpiler, kobralarla falan yapılıyor. Tepelerinde de Türk İHA ve SİHA’lar onlara 24 saat aralıksız gözcülük, koruma yapıyor.
Şimdilerde o yıllarda olmayan, varsa da hem güvenlik hem de sarplık nedeniyle geçit vermeyen yol güzergâhları da viyadüklerle tünellerle de çok kısalmış durumda. Mesela Siirt’in Eruh İlçesi-Şırnak- Uludere yolu. Eskilerde Eruh’tan (PKK’nın 1984’te ilk saldırısını yaptığı yer) Uludere’ye ulaşmak için tek güzergâh daha çok hallice bir keçi patikasını andıran dağ yoluydu.
Kiraladığımız yerel halkın Renault-12 marka araçlarıyla Süvari Halil Geçidi, Tanin Tanin dağlarını aşar bir yerden diğerine güçlükle varırdık. Hatta o günlerde bölgede benim gibi turlayan gazeteci can dostlarım, kardeşlerim Çoşkun (Aral) ve rahmetli Savaş (Ay) ile espri konusu yaptığımız buluşma noktaları bile vardı. En popüleri de, o tarihlerdeki Türkiye’nin en yüksek binalarından olan Ankara’daki İş Bankası binasına benzeyen Çukurca yol ayrımındaki dimdik sanki granitten yapılma bir dağdı...
O günlerde terör kıskacındaki Çukurca merkezini anlatalım şimdi de... Yalçın dağların arasında kalan Çukurca tam anlamıyla çıkmaz bir sokaktı. Türkiye-Irak sınırında son noktaydı. İlçeyi kesen dağ kümesinin hemen arkasında da Üzümlü Karakolu bulunuyordu.. Ayrılmak isteğinizde geldiğiniz Hakkâri yolundan geri dönmek zorundaydınız. Giriş yaptığınız noktadan baktığınızda da Çukurca düzlük bir yer gibiydi ama gerçekte yüksekliği bin 300 metreler civarındaydı. Tepeden iner gibi ilçe merkezine varılıyordu. İlçeyi yukarıdan gören en hâkim tepede de askeri birlik bölük ya da tabur konuşlanmıştı. İlçe merkezi denilende epi topu tek bir yol etrafında sıralanmış tek ya da iki katlı derme çatma Kaymakamlık binası, Belediye, PTT, Sağlık Ocağı, Ziraat Bankası şubesi, Cami ve okuldu. Öğretmenler de okulun bir odasındaki lojmanda kalırlardı.
O zamanlar ilçedeki en önemli geçim kaynağı memurluk, koruculuk ve küçük esnaflıktı. Bakkal, kırtasiye, tuhafiye yani. Köyler boşaltıldığı, mezralara, yaylalara gidilemediği için hayvancılık yapılamıyordu. Tarıma elverişli arazi az olduğu için tarım ancak aile tüketimine yönelik yapılabiliyordu. Evler de zaten hemen yolun kenarından ziyade dağlık kesimin eteklerine doğru tek tük yayılmışlardı... İlçenin tek otelini de atlamamak lazım elbette... O da PTT binasının hemen karşısında yolun öte yakasında girişleri çıkışları önde ve arkada olan tren vagonu gibi upuzun tek katlı bir binaydı... Gerçek adı Kale oteldi sanırım ama gazeteciler olarak “Mecburiyet” derdik biz... Güvenlik, kapılarda kilit falan hak getire tabi… Geceleri de silah seslerinden uyunmazdı zaten. Hiç unutmam bir gece öyle bir cayırtı kopmuştu ki odayı paylaştığım gazeteci arkadaşımla birlikte yerde duvarın dibinde sabahı zor etmiştik. Bazen de ilçenin değişmez belediye başkanı, daha ileriki yıllarda milletvekili oldu rahmetli Macit Piruzbeyoğlu’nun evinde kalırdım...
Karakol ve üs bölgelerinde 135 şehit
Terör örgütü PKK’nın 1991 yılından bu yana Çukurca’da karakol ve üs bölgelerine yönelik düzenlediği, şehit verilen saldırılar şöyle:
7 Ekim 1991: Taşlıtepe Karakolu’na saldırı - 11 şehit
25 Ekim 1991: Çınarlı ve Çayırlı köylerindeki karakol saldırıları - 17 şehit
26 Mayıs 1992: Üzümlü Karakolu’na saldırı - 15 şehit
20 Temmuz 1992: Sivritepe Karakolu’na saldırı - 10 şehit
1 Ağustos 1993: Serbest Karakolu’na saldırı - 10 şehit
23 Ekim 1993: Kavaklı Karakolu’na saldırı - 8 şehit
12 Aralık 1993: Üzümlü Karakolu’na saldırı - 7 şehit
11 Eylül 1994: Çağlayan Karakolu’na saldırı - 2 şehit
21 Temmuz 2010: Hantepe Karakolu’na saldırı - 6 şehit
19 Ekim 2011: Bazı üs bölgeleri, komutanlıklar, lojman ve sınır nokratasına eş zamanlı saldırılar - 26 şehit
5 Ağustos 2012: Geçimli Karakolu’na saldırı: 8 şehit.
17 Ekim 2012: Işıklı Jandarma Karakolu ile Gazitepe Üs Bölgesi’ne saldırı: 3 şehit
9 Ocak 2013: Karataş Karakolu’na saldırı: 1 şehit
14 Mayıs 2016: Çığlı Üs Bölgesi’ne saldırı - 8 şehit
9 Ekim 2018: Güven Dağı Üs bölgesi’ne saldırı - 1 şehit
20 Temmuz 2020: Çukurca’da bir üs bölgesine saldırı - 2 şehit
40 yıl sonra Çukurca’da kulaçlar atılıyor
Terör günlerinde gündüz saatlerinde bile Zap Suyu’nun kenarına inmekten çekinen aileler, gençler artık akşamları bile güven içinde pikniğe gidiyor. Çukurca’ya gelen turistleri ağırlamak için butik otel bile yapılmış...
Yıllar sonra yine Çukurca’dayım. Ama bu kez görüntü daha bir başka, bambaşka... En büyük farklılık da ilçeyi Hakkâri merkeze bağlayan pırıl pırıl asfalt yollar. O yolda ilerlerken yanı başınızda akan Zap Suyu’ndaki görüntülerde ilçedeki değişikliği daha en baştan fazlasıyla ortaya koyuyor zaten. Terör günlerinde gündüz saatlerinde dahi Zap Suyu’nun kenarına inmekten çekinen aileler, gençler artık akşam saatlerinde dahi güven içinde piknik yapıyorlar, kızlı-erkekli gençler halay çekip eğleniyorlar. Teröristlerin bir zamanlar kana buladığı o sularda çocuklar özgürce kulaç atıyorlar. Hem de aralarında sadece yörenin insanları değil, batıdan gelmiş olanlarda var. Zap Suyu’nun hemen dibine yerleştirilen piknik masalarından birine yanaşıyorum… Mangalda patlıcan, biber domates közleyen aile hep birlikte yemeğe davet ediyor.
Doktor Berfin, Çukurcalı aile ile birlikte ayaküstü mangal yapıyordu.
Önyargıları vardı
Ayaküstü mangal başında, 2022 yılında Yakındoğu Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra diş hekimi olarak 8 aydır Hakkâri merkezde, son bir aydır da Çukurca’da görevli Berfin Gökalp ile sohbet ediyoruz. Ailesi Ankara Çankaya’da oturan Dr. Berfin, çekinerek geldiği Hakkâri ve Çukurca’da huzurlu ve güven içinde çalıştığını belirtti. Berfin, “Kıbrıs’ta okudum mezun olduktan sonrada Hakkâri’ye geldim. Ailem dahil herkesin bir ön yargısı vardı, tedirginlik içindeydiler güvenlik konusunda. Gelip gördükten sonra şimdi onlar da artık rahatlar. Güvenlik diye bir sorun yok tek sıkıntımız kiralık ev, bulunmuyor bulunsa da kiraları çok yüksek, 5-6 bin lira” diyor. Konuşurken yanı başımızdaki kızlı-erkekli grup bizi halaya davet ediyor. Bir süre onlara eşlik edip ayrılıyorum. Arabayla yolda ilerlerken Zap Suyu’na balık avlamak için ağ atanları görüyorum.
Zap Butik Otel
Çukurca’ya tırmanan yolu aşıp, tepeden yokuş aşağıya baktığımda şaşkınlığım daha da artıyor. İlk gözüme çarpan da “Çukurca Seninle Güzel” yazısı oluyor. Sonra hemen girişteki restore edilmiş binadaki Zap Butik Otel ve Zap Sofrası Cafe Restoran dikkatimi çekiyor. Belediye Başkanı Ensar Dündar ile de orada buluşuyoruz zaten. Başkana ilk sorum 40 yıl önce kaldığım “Mecburiyet” otelinin akıbeti oluyor. Gülüyor, o arada da çalışanlarının ağırlıkla kadın olduğu restoran işletmecisi geliyor “Ne tercih edersiniz yöresel mi yoksa dünya mutfağı mı” diye soruyor.
Elbette tercihim yöresel ama menüdeki dünya mutfağından seçeneklere de göz gezdiriyorum. Spagetti Napoliten, Penne ALfredo, Spagetti Bolonez, Köri soslu tavuklu spagetti, Penne Alla Arabiata, Fettucini Alfredo ve aklınıza gelebilecek her türlü et yemekleri sıralanıyor. Otelin odaları ise süit ve normal olarak kurgulanmış ve son derece lüks. Yok yok odalarda. Otelin bulunduğu binada Refika Altay’ın işlettiği bir çiçekçi de var... Yemeğin ardından başkanla Çukurca’da yürüyoruz. Çeşit çeşit restoranlar, tanınan bilinen marketler, marka giyim satan mağazalar, halı sahalar her şey var... Cadde hareketli ve kalabalık o arada da başkan Çukurca’daki susam ve tahin üreticiliğini anlatıyor:
“Türkiye’nin en iyi tahini bizde üretiliyor. Taş değirmenlerde tamamen doğal olarak. İlk başlarda yıllık 700-800 kiloyken şu an 4-5 ton civarı yıllık satılıyor. Zap Vadisi adıyla satış ağı var internet ortamında pazarlıyoruz İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere her yerden talep var. Yok satıyoruz... Gün geçtikçe de talep artıyor. Ayrıca seralarımız var domates. patlıcan, biber üretilip satılıyor.”
Yarı olimpik havuz
Eski terör günlerinde insanların sokakta yürümekten çekindiği, öğretmenlerin, sağlık personelinin terör örgütü tarafından şehit edildiği, gençlerin kandırılarak ya da zorla dağa kaçırıldığı Çukurca’nın bugünkü olağanüstü değişiminde beni en etkileyenlerden birisi belediyenin yaptırıp işletmesini de üstlendiği yarı olimpik yüzme havuzuydu. Gençlerin 30 lira karşılığında yararlandığı komplekste havuzun yanı sıra fitness salonu, Türk Hamamı da vardı. Havuz da Çukurca merkez, hatta köylerinden gelen gençlerin en ilgi çektiği yerdi. Başkanın bu konudaki yorumu da şuydu:
“Gençler artık dağa değil havuza gidiyor...”
YARIN: ÇUKURCA ARTIK SINIR KAPISI