Nusaybin’de, güvenlik güçlerinin PKK’yla mücadelesinde yaşanan “teslim olma”lar, sürecin birden değişmesine neden oldu.
PKK’ya bağlı YDG-H unsurlarının başlattığı “halk ayaklanması”, örgütün istediği yönde gerçekleştirilemedi.
Kobani’de sokak eylemleri ve sokak savaşlarında kazanımlar yaşayan PKK kadrolarının bu kazanımlarını Türkiye’deki halk ayaklanmalarına yansıtamaması elbette örgüt yönetiminde ciddi sıkıntıya neden oluyor.
İmralı hükümlüsü Abdullah Öcalan’la uzunca bir süredir görüşemeyen, mesajlarından yoksun biçimde mücadeleyi yönetmeye çalışan Kandil’deki PKK yönetimi de nasıl bir harekat tarzı izleyeceğini bilemiyor.
PKK’nın en güçlü olduğu Yüksekova-Silopi-Cizre-Nusaybin hattının son noktası olan Nusaybin’de devam eden çatışmalar sonrasında yaşanan teslim olmalar YDG-H’ın yerine kurulan YPS güçlerinin de etkili olamadığını gösteriyor. Örgüt yönetiminin “çatışın / ölün” talimatına karşın Nusaybin’de ilk kez 75 dolayında PKK militanı teslim olmayı tercih etti.
Güvenlik güçlerinin yürüttüğü terörle mücadele faaliyetleri çerçevesinde yaşanan teslim olmaları “örgütün çözülmesi” olarak tanımlamak en azından şimdilik sağlıklı sonuca ulaştırmaz.
Çünkü, Nusaybin’deki teslim olmalar bir örgüt talimatı ya da kararı değil, çatışmaya giren YPS kadrolarının bireysel kararı olarak değerlendiriliyor. Teslim olanların içinde örgütün kırsal kadrolarından isimler bulunduğu belirtiliyor. Kaldı ki; halen kırsal kadrolardan 30-40 kişilik bir grup Nusaybin’de çatışmaya devam ediyor.
Kandil’in, “her yerde savunmadan saldırıya geçelim” biçiminde özetlenebilecek stratejisiyle birlikte örgütün şehir kadrolarının yaşadığı olumsuz süreç, karların erimesi sonrasında tüm dikkatleri kırsaldaki kadrolara çevirdi.
Bölgede yaşanan çatışma sürecinin sonucunda örgütün bazı kadrolarının şehirlerden kırsala çekildiği görülüyor.
Güneydoğu ile Doğu’daki il ve ilçelerde PKK’yla çatışan güvenlik güçleri de yavaş yavaş kırsala çıkmaya başladı.
Bu sürecin sonunun nasıl olacağı sorusunun yanıtını birkaç açıdan değerlendirmek mümkün.
1. Teslim olmaların ardından Ramazan ayının başlaması, örgüt tarafından adı konulmamış bir “sessizlik süreci” olarak tanımlanabilir. Zira, ABD’nin PYD güçleriyle birlikte Suriye’de IŞİD’e karşı başlattığı harekatın bir parçası olmak PKK için önemli. Güçlü kadroları halen bölgede IŞİD’e karşı çatışan PKK’nın, “Türkiye’den geçici olarak çekiliyoruz” biçiminde tanımlanabilecek bir aşamaya geçmesi beklenebilir.
2. PKK’nın, özellikle hendekler ve halk ayaklanmasıyla birlikte bölge halkı üzerinde yarattığı olumsuzluğun silinmesi için faaliyetlerini şehirlerden kırsala doğru çekeceği değerlendiriliyor. Bölge halkında psikolojik açıdan oluşacak geçici rahatlama örgüt yönetiminin işine gelecektir.
3. Nusaybin’de yaşanan teslim olmalar ve devletin PKK’ya karşı elde etiği kazanım, örgütü farklı eylem yöntemlerine yöneltmesi bekleniyor. Bundan sonra kırsal kadroların görev alacağı ve doğrudan güvenlik güçlerinin hedef alınacağı tuzaklama, pusu, bombalı araç saldırıları yaşanabilir. Bu sürecin batıdaki yansımalarında da benzer hareketlilik olabilir.
4. Devlet, PKK’ya karşı elde ettiği bu kazanımı korumak adına mücadelenin üzerine yeni unsurlar ekleyerek çıtayı yükseltecektir. Aksi takdirde, elde edilen kazanım yitirilebilir. Mücadelede çıtayı yükseltmek devletin elinde olacaktır.
Sonuçta, bu yaz ve sonbahar ayları hem Türkiye hem de PKK açısından önemli. Suriye’de devam eden süreç, terörle mücadelenin her iki tarafını ciddi biçimde etkileyecek.
FETÖ operasyonları
Yeni kurulan hükümet ekseninde Gülen cemaatine yönelik yürütülen adli ve idari operasyonlar tüm hızıyla sürüyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım, son bir haftadır hemen tüm açıklamalarında bu konunun altını çiziyor.
Son Milli Güvenlik Kurulu toplantısında FETÖ operasyonları konusunda hükümete yönelik tavsiye kararı alındı.
Bu gelişmeler yaşanırken, İzmir’de gerçekleştirilen bir operasyondaki “küçük bir ayrıntı” gelinen noktayı göstermesi açısından dikkat çekici nitelikte.
Polis Sandığı’nın İzmir’deki gayrimenkullerinin Gülen cemaatine kiralanmasıyla ilgili adli soruşturma yürütülüyor.
Bu soruşturmada, aynı zamanda Polis Sandığı’nin eski yönetiminde yer alan ve Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde görev yapan eski bir daire başkanı da gözaltına alınıp tutuklandı.
Ancak, burada küçük bir ayrıntı gizli. Şöyle ki; tutuklanan daire başkanı operasyondan üç gün öncesine kadar görevinin başındaydı.
17-25 Aralık sürecinden önce görevde bulunan bu daire başkanı, “aktif görevde gözaltına alınmasın” denilerek operasyondan önce görevden alındı. 17-25 Aralık sürecinden sonra da görevine devam eden söz konusu daire başkanı, şimdi FETÖ / PDY üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklandı!
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iki yılı aşkın süredir sürekli Gülen cemaatine yönelik talimatlarını gündemde tutmasına karşın, Emniyet Genel Müdürlüğü yönetiminin bu durumu bilmemesi mümkün değil.
O halde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Emniyet Genel Müdürlüğü ve İçişleri Bakanlığı’ndaki ilgililerce eksik bilgilendirildiği konusu ortaya çıkıyor ne yazık ki.
Kaldı ki, bugünlerde Gülen cemaatinin özellikle bürokrasi içinde başka biçimler altında kadrolaşma hareketlerine devam ettiği yönünde yaygın görüş var. Milli damarcılar, Okuyucular, Yazıcılar, KÖZ’cüler bunlardan bazıları.
Bu tablo ışığında, geçen hükümet döneminde çıkartılamayan valiler ve emniyet müdürlerinin kararnamesi başta olmak üzere bürokrasinin yeniden şekilleneceği atama ve yer değiştirme kararnamelerinin sonuçlarını hep birlikte göreceğiz.