Bu yıl 10’uncusu düzenlenen Alaçatı Ot Festivali’nde katılımcıların neşesi, yağmurun kaprisine yenik düştü. Aylar öncesinden hazırlıkları yapılan, beldenin simgesi satış tezgahları yağmurla köşe kapmaca oynadı. Esnafın yüzü de pek gülmedi. Ama neyse ki Alaçatı’da artık turizm başlı başına bir sektör. Çünkü yarışma bittikten sonra da sokaklar cıvıl cıvıldı.
Çeşme’nin yeni belediye başkanı Ekrem Oran, mazbatasını alır almaz, işe koyulmuş. Festivalin son günü ot yemekleri yarışmasına da kısa bir süre katıldıktan sonra vefat eden teyzesinin cenaze törenine gitmek üzere ayrıldı. Eski başkan Muhittin Dalgıç’ı hiç ortalıkta göremedik. Halbuki böyle olmamalı... Yıllarca emek harcayarak marka oluşturduğu Alaçatı’da, aday olmasa bile görünmeliydi etkinliklerde...
Ot toplama yarışı
Bu yarışmada birinci olan, gelecek yıl yarışmaya katılamıyor. Yarışmada toplanan otlar jürinin değerlendirmesi için sergileniyor. Rengarenk bir manzara hayranlık oluşturuyor. Ziyaretçi akınına uğrayan Alaçatı, yine tıklım tıklımdı. Festivalin son günü yapılan ot toplama yarışmasında bu yıl birinci olan Nuran Erden, otların adını soyadını bile biliyor. Uluslararası yarışmalara katılıp Birleşmiş Milletler’den de
Seçim zamanlarından birkaç ay önce Ankara, boşalıyor adeta... Milletvekilleri kendi seçim bölgelerine gidiyor, siyasi partiler ve bakanlar da şehirden ayrılınca, iş takibi için diğer illerden Ankara’ya geliş de duruyor. Böyle dönemlerde yabancı ülkelerin etkinlikleri artıyor ve bir nebze olsun kenti canlandırıyor.
Yunanistan Milli Günü
25 Mart akşamı, Yunanistan Büyükelçisi Petros Mavroidis, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası binasında Yunanistan’ın ünlü mezzo-sopranosu Betty Harlafti’nin vereceği konser için davet etti. Müthiş sesiyle tüm izleyenleri büyüleyen sanatçı, Mikis Theodorakis bestelerinden Niki Stavridi ve Zülfü Livaneli’nin Türkçe’ye uyarladığı ‘Mayiopoula The Daughter of May’e kadar sevilen parçaları seslendirdi. Harlafti, dakikalarca ayakta alkışlandı. Kalabalık izleyici grubu konser sonrası kokteyl salonunda sohbet etti.
Sybiha’nın Anadolu ilgisi
Ukrayna Büyükelçisi Andrii Sybiha, gastronomiyle yakından ilgilenen bir diplomat... Geçtiğimiz hafta Hilton Otel’de ülke mutfağını tanıtıcı bir etkinlik gerçekleştirdi. Degüstasyon yemekleri gecesinde özgün ve geleneksel Ukrayna yemekleri modern sunumlarla bir araya geldi. İki ülkenin mutfaklarının ve
Geçtiğimiz hafta randevularıma trafik nedeniyle geç kalma endişesiyle, 07.00 uçağıyla İstanbul’a gittim. Öğrencilik yıllarımda hafta sonları Fatih-Kıztaşı’nda oturan teyzemin yaptığı fırın sütlacın ve et yemeklerinin kokusu beni bu semte çekti ve iki saat dolaştım. İtfaiyedeki öğle servisi hazırlıklarını izlerken Siirt’in bu semte adeta taşındığını gördüm. Çay ocağındaki minik sandalyelerde Siirt’te görev yaptığım yılları düşünürken, tavşan kanı çayları marjinal faydası son buluncaya kadar yudumladım. Lokantaların arasında dolaşırken büyük bir sürprizle karşılaştım; Büryancı Şeref... Gençliğinde de Siirt’te askeri gazinonun yakınında, sabahın erken saatlerinde her zaman işinin başında
titizlikle çalışırken
görürdüm Şeref Avcı’yı...
Asırlık büryancı
Siirt’ten ayrıldıktan birkaç yıl sonra, İstanbul’a göç ettiğini duydum. 1892 yılında kurulan Şeref Büryan, dört kuşaktır aynı lezzeti sürdürüyor. Farsça’da etin nar gibi kızarmasına verilen ad olan büryan kebabını yapmak, hiç kolay değil. Et iki gün öncesinden hazırlanır. Yerin üç metre altında bulunan kor ateşin üzerinde, bakır tencerede kemikli et pişirilir. Kuyunun üzerine çengellere etler asıldıktan sonra sac kapağı kapatılır.
Sunset’in ilk açıldığı günleri daha dün gibi hatırlıyorum. Dışarıda yemek yeme alışkanlığına yeni yeni alışan insanlarımızın bu müthiş mekana karşı takındığı tavırları dik duruşuyla, kişilikli bir restoran oluşuyla ve tavizsiz kurallarıyla pozitife çevirmeyi bildi Sunset... Sahibi Barış Tansever’i, TURYİD başkanlığı yaptığı dönemden beri tanırım. Sürekli olarak işinin başında, çalışkan ve mütevazı bir iş insanı. İstanbul’a gelen yabancıları, tereddütsüz götürebileceğimiz birkaç mekandan biri. Barış Bey’in vizyonu, tarihi yarım adada kalıcı bir restoran kazanmamıza neden oldu.
Lezzet ön planda
Genelde manzarası çok güzel olan, dekorasyona büyük harcama yapılan mekanlarda ödediğiniz para hep ambiyansa verilir diye ortak bir kanı vardır, çoğu kez de doğrudur. Ancak Sunset Restoran, bu istisnanın dışında. Her temadaki ürünü kendi dalında Türkiye’nin en iyilerinden... İstanbul’a yeni açılan birçok güzel mekanı ziyaret ediyorum ama tatmin olmak, kendimi mutlu hissetmek için gittiğim üç mekandan biridir burası. Suşiler, Tokyo’da yediklerim ayarında, yavaş pişirilmiş dana yanağı ve yanında sunulan istiridye mantarlı risotto damak çatlatan cinsten. Finaldeki karamelli dondurmayla
“Göz doymadan, mide doymaz” sözü, sofranın zenginliğine mi, bolluğuna mı yoksa tanziminin güzelliğine mi yorumlanmalı?
Son zamanlarda kışkırtıcı reklamlar, sosyal medyadaki yemek pornoları ve israfa yönelik programlar, toplumu hiç iyi olmayan bir yöne doğru sürüklüyor.
Görsel tatmin, masanın tanzimi ve göz zevkiyle eş anlamlı olmalı. Özellikle yemek davetlerinde “Yetmeden artmaz, artmadan yetmez” gibi söylemlerden vazgeçmenin zamanı geldi de geçiyor bile…
Çöpe gidenler
Uzun yıllardır yeme-içme sektöründe fiili olarak çalışan birisi olarak, büyük porsiyonlara hep karşı çıktım. Tabaklardan, bulaşıkhaneye dönen mezeleri gördükçe,
hep yüreğim cız etti.
İsteyen çok sevdiği bir mezeden bir daha isteyebilir ama bir akşam yemeğinde bol kepçe mezelerin yarısından çoğunun yenmemesi, gezegenimizde kıt kaynakların heba edilmesiyle eş anlamlı. Artık israf konusunda bir şeyler yapmanın tam zamanı, iş işten geçmeden.
Ankara’yı bu kadar canlı görmek, beni çok mutlu ediyor. İki hafta önceki kitap fuarı, ATO Congressium kavşağında trafiğin kilitlenmesine neden oldu. İlk gün, standları o yoğunluk içinde dolaştım. Girit Restoranları’nın yaratıcısı Gülhan Kaya’nın standında kitaplarını imzalatıp, döndüm. Kitap okuma oranının yüzde 1 olduğu ülkemizde, kitap fuarına bu denli ilgi, yüreğime su serpti. Kitapseverlerin aynı ilgiyi gazetelere de göstermelerini bekliyorum.
ODTÜ’de gastronomi etkinliği
ODTÜ Gastronomi Topluluğu öğrencileri, ODTÜ Mutfak Günleri’nin ikincisini, bu yıl ‘Kibele’nin Sofrası’ temasıyla gerçekleştirdi. Benim de konuşmacı olduğum etkinliğe, ilgi bir hayli fazlaydı. Ankara dışından konuşmacı ve izleyici olarak katılanlar, hoş zaman geçirdiler.
Organizasyona ismini veren Kibele, ‘Tanrıların Anası’ olarak bilinen Anadolu kökenli bir Tanrıça’dır. Eski Anadolu uygarlıklarında bereketi ve bolluğu temsil ederek simgeselleştirilmiştir. Dünyanın en iyi tarımsal ürünlerinin Anadolu’da bulunduğunu, siyez bulgurundan safrana, üzümden sarımsağa, arpadan susama, zeytinden incire ve kayısıdan endemik bitkilere kadar çok kıymetli mutfak hazinemizin olduğunu anlattım gençlere... Gerçekten de
Geçtiğimiz hafta pazartesi günü, Gecce Mekan Ödülleri törenine ödül almak için İstanbul’a gittiğimde Swiss Otel Bosphorus’a hemen çantaları bırakıp, yakındaki Milli Reasürans Çarşısı’nın içinde bulunan Ranchero’ya uğradım. İsmini uzun zamandır duyduğum bu Meksika lokantası, gerçekten çok başarılı. Bu başarının en önemli nedeni, tüm ailenin işin başında olması. Yemeklerde ürün adaptasyonu yapmaya gerek yok. Çünkü Meksika mutfağının lezzetli yemekleri bizim damağımıza uygun.
Aşkla doğan restoran
Rıza Tanyeri, 70’li yılların sonunda, Zonguldak Kozlu’dan, Patricia Gonzales de aynı dönemde Meksika’dan Londra’ya dil eğitimine gider. Orada tanışıp, aşık olur ve evlenirler. O dönem Türkiye’nin ilk Meksikalı gelini Patricia Hanım’la Rıza Bey, damak tatları ultra gelişmiş, aşkla yemek pişiren ve yemeğe özel ilgi duyan bir çifttir. Kendi evlerinde Selma Patricia Hanım’ın yaptığı yemekler, misafirlerin büyük beğenisini kazanır, hepsi de damak çatlatan cinsten. 2005 yılında herkesin bu lezzetleri tatması fikriyle Suadiye’de ilk restoran açılır. Geçtiğimiz yıl ise Watergarden’da üçüncü şubeyi açtılar. Meksika kültürünü İstanbul’a taşıyan Ranchero’yu Rıza Bey, eşi Selma Patricia, çocukları
Prof. Dr. Osman Müftü-oğlu, görüşlerine ve önerilerine her zaman önem verdiğim değerli bir bilim insanıdır. Ankara’da yaşarken, haftada birkaç kez balık yemek için uğrardı. Bol bol sohbet ederdik. ‘Yaşasın Hayat’ isimli kitabını başucu kitabı yaptım. Şimdilerde mutfağımızın en eksik kalmış yönünün balığa fazla yer vermeyişimiz olduğunu Dardanel reklamlarında işliyor. Önerdiği beslenme tarzı, uygulanabilir ve mantıklı.
“Ömür boyu brokoli dışında bir şey yemeyin” gibi bir savı olmamıştır hiçbir zaman... Beslenmemizin hem sağlıklı hem de lezzetli yiyeceklerle mümkün olabileceğini anlatmaktadır.
Bilgi kirliliği
Son yıllarda kafamız iyice karıştı! İnsanlar kime inanacağını şaşırdı. Herkesin takip ettiği bir diyetisyen ya da öğretim üyesi var. Tıp, pozitif bilimdir. Subjektif görüşler kişilere aittir. “Yumurta, tereyağı yasak!” diye, insanlar yıllarca elini sürmedi. Yıllar sonra yumurtanın mucize bir yiyecek olduğu, kuluçkaya yatan tavuğun yumurtasından mükemmel bir canlı oluştuğu için insanların en temel besin maddesi sayıldığı, doğal tereyağın insan vücut sıcaklığında eridiğini aklayan aynı veya farklı insanlar kafamızı bulandırmaya devam ediyor.
Çelişkili kitaplar
Dünyanın