Son açıklanan verilerde iki gelişme dikkat çekiyor: 1) Ekonomi canlandı. 2) Bütçe dengesi bozuldu.
Canlanmayı hem sanayi üretimi gibi verilerde, hem de öncü göstergelerde görüyoruz. Bütçedeki bozulma ise ocak - nisan bütçe gerçekleşmelerinde iyice belirginleşti. Bütçenin özeti şu:
l Bu yıl ilk 4 ayda bütçe gelirleri 2016’ya göre yüzde 9 artmış.
l Buna karşılık, aynı dönemde bütçe giderleri yüzde 22.5 yükselmiş.
l Geçen yılın ilk dört ayında 25 milyar lira olan faiz dışı bütçe fazlası bu yılın aynı döneminde 4.2 milyara yani 5’te 1’ine gerilemiş.
l Hal böyle olunca, geçen yıl ocak - nisanda 5.4 milyar lira fazla veren bütçe, 2017’nin 4 aylık döneminde 17.9 milyar lira açık vermiş.
Bozulma çarpıcı değil mi? Çarpıcı ama sürpriz değil. Nedenleri belli. Referandum öncesi artan kamu harcamaları, durgun ekonomiyi canlandırmak için yapılan harcamalar ve vergi indirimleri nedeniyle bu yılın ilk dört ayındaki mali tablo geçen yıldan oldukça farklı gerçekleşti.
İşin çarpıcı diğer boyutu ise bu açığın nasıl finanse edildiği. Bunun için geçen hafta açıklanan Hazine nakit gerçekleşmelerine bakmak gerekir.
Dün Kartal Belediyesi’nin düzenlediği Kentsel Dönüşüm Zirvesi’ne katıldım. Kartal kentsel dönüşümde Türkiye’ye örnek olacak bir çaba içinde. Belediye’nin internet sayfasına girenler sağ üst tarafta sürekli değişen bir sayaç görecekler. Dün bu sayaçta 41 244 sayısı vardı. Bu rakamlar deprem dönüşümü nedeniyle kurtarılan can sayısıdır. Eğer bu insanların yaşadıkları evler kentsel dönüşümle yenilenmeseydi zamanını bilmediğimiz ancak gerçekleşeceğinden emin olduğumuz depremde hayatlarını kaybedeceklerdi.
Kartal Belediye Başkanı Altınok Öz’den dinlemiştim. Diyor ki: Bir zamanlar kentsel dönüşüm çabalarımıza karşı çıkanlar bugün gelip ‘Benim evi ne zaman yıkacaksın başkan?’ diyorlar. Eskiden kavgalı gürültülü olan yıkımlar artık şenliğe döndü.
Dünkü zirvede panelleri ve konuşmacıları dinledim. Bir panelin de moderatörlüğünü yaptım. Çok şey öğrendim. Mesela:
Kentsel dönüşüm bizim icat ettiğimiz bir şey değil. Avrupalı 300 yıl öncesinden kentlerini dönüştürmeye başlamış. Sanayi devrimiyle kırsaldan sanayinin bulunduğu kentlere hızlı göçün başlamasıyla kentsel sorunlar da başlamış. Avrupa şehirleri nüfusun katlanarak artmasıyla kanalizasyon ve yetersiz içme suyu gibi sorunlarla tanışmış. Bu
Dün açıklanan nisan ayı enflasyonu beklendiği gibi yüzde 1.3 çıktı, bu da yıllık enflasyonu yüzde 11.87 ile 2008 Kasım ayından bu yana en yüksek seviyesine taşıdı. Acaba Merkez Bankası’nın da öngördüğü gibi enflasyonda yılın zirvesini gördük mü? Yani bundan sonra düşüş başlayacak mı?
Önce dünkü rakamlarda öne çıkanlara bakalım.
- Endekste yüzde 22 payı olan gıda fiyatları aylık yüzde 1.2, yıllık ise 15.6 arttı. Bu oranlar artan enflasyonun düşük gelir grupları tarafından daha fazla hissedildiğini de gösteriyor, çünkü bu kesimlerin harcama sepetinde gıdanın payı daha yüksek.
- Endekste yüzde 16 payı olan ulaştırma fiyatları aylık 0.84, yıllık 17.9 arttı. Çok yüksek seviyedeki yıllık ulaştırma enflasyonu bir ölçüde TL’deki geçmiş sert değer kaybının faturasıdır. Manşet enflasyonun altında seyreden aylık artış oranı ise kur etkisinin devam etmekle birlikte azaldığına işaret ediyor.
Dünya ligine bakınca
- Endekste yüzde 15 payı olan konut harcamaları ise aylık yüzde 0.21, yıllık yüzde 7.5 arttı. Gıda şokunu yiyen düşük ve orta gelir grupları için sevindirici rakam. Kira fiyatlarında aylık artış yüzde 0.85, yıllık ise yüzde 8.87. Her ikisi de genel enflasyonun altında ancak üretici
Merkez Bankası dünkü toplantısında para politikasını biraz daha sıkılaştırdı. Banka son aylarda piyasayı ağırlıklı olarak fonladığı geç likidite penceresinin faizini yarım puan daha artırdı. Bu adım bana ve gördüğüm kadarıyla piyasaya sürpriz oldu. Merkez Bankası uzunca bir süredir hükümetten ve iş dünyasından gelen büyüme baskısı ile enflasyondan gelen başarısızlık baskısı arasında sıkışmıştı. Bu iki arada kalmışlık ortamında dünkü toplantısında faizleri değiştirmesi beklenmiyordu. Ancak asli görevi olan fiyat istikrarını sağlamak için enflasyon görünümündeki bozulmayı sınırlamak adına parasal sıkılaştırmanın güçlendirilmesine karar verdi.
Ekonomiyi nasıl görüyor?
Merkez Bankası’nın ekonomiyi nasıl gördüğü önemli. Bankanın ve başkanının son dönemde yaptığı açıklamalarda çizdikleri makro ekonomik görüntü de öne çıkan birkaç nokta var:
Yılın ilk çeyreğinde ekonomide ılımlı bir canlanma var. İkinci çeyrekten itibaren ihracatın etkisiyle canlanma biraz daha güçlü bir toparlanma şeklini alabilir. Kapasite kullanım oranı, reel kesim güven endeksi gibi öncü göstergeler Merkez Bankası’nın bu değerlendirmesini destekliyor. Bundan dolayı dün öncekilerden farklı olarak iç talepte görülen kısmı
Ocak sonu itibarıyla son bir yılda tam 1 milyon 93 bin kişi işgücüne katılmış. Ancak Türkiye ekonomisi bunların sadece 397 binine iş yaratabilmiş. Geri kalan 696 bin kişi ise işsizler arasına katılmış. Böylece işsizlik oranı yüzde 13’e yükselerek son 7 yılın zirvesine ulaşmış.
İşte başlıktaki sorunun cevabı... Türkiye’nin önceliği, istihdam yaratmak, işsiz sayısını aşağı çekmektir.
Sosyal güvenlik
Resmi istatistiklere yansıyan diğer detaylara da bakalım. Yaşları 15 ile 24 arasında olanlarda işsizlik oranı yüzde 24.5’miş. Yani her dört gençten biri çalışmak istediği halde iş bulamıyor. Ne yapıyor? Bilmiyoruz...
Türkiye’nin önceliği, gençlere iş yaratmaktır...
Bir diğer resmi istatistik diyor ki: Herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olmadan çalışanların oranı 2016 aynı döneme göre 0.7 puan artarak yüzde 32.5 olmuş. Yani Türkiye’deki her 3 çalışandan 1’i sosyal güvenlik şemsiye altında değil, diğer bir deyişle, kayıt dışı.
Türkiye’nin önceliği, çalışanları sosyal güvenlik kapsamına almaktır...
Pazar günü neyi oylayacağımız konusunda kafanız net mi? Mesela ekonomik yaşama dair hangi değişiklikler öngörülüyor?
Hafta sonunda 18 maddelik bir anayasa değişikliği paketini oylayacağız. Eğer kabul edilirse bu maddeler ile mevcut Anayasa’daki yaklaşık 70 maddede değişiklik yapılacak. Benim gördüğüm kadarıyla ekonomiye dair altı değişiklik öngörülüyor.
1- Bakanlar Kurulu’nda olan ekonomiye dair bazı yetkiler cumhurbaşkanına aktarılıyor. Bütçe kanun teklifini sunmak, vergi gibi bazı mali yükümlülüklerde değişiklik yapmak, dış ticarette ek mali yükümlülükler koymak ya da kaldırmak gibi yetkiler cumhurbaşkanına devrediliyor.
2-Bütçe kanununun süresinde yürürlüğe konulamaması halinde, geçici bütçe kanunu çıkarılması öngörülüyor. Geçici bütçe kanununun da çıkarılamaması durumunda ise yeni bütçe kanunu kabul edilinceye kadar bir önceki yılın bütçesinin yeniden değerleme oranına göre artırılarak uygulanması imkânı cumhurbaşkanına tanınıyor.
3-Teklifte TBMM Bütçe Komisyonu üye sayısı ve komisyonun üye yapısı belirtilmiyor. Mevcut durumda 25’i iktidar partileri olmak üzere toplam 40 üyeden oluşuyordu. Daha esnek tutulmuş. İktidarın ve muhalefetin komisyondaki ağırlıkları belli değil.
4-
Mart ayında enflasyon yüzde 1 ile piyasa beklentisinin iki katı arttı. Bu artış yıllık enflasyonu yüzde 11.30 ile 8.5 yılın zirvesine taşıdı. Havaların kötü olması, kur nedeniyle çiftçinin yakıt, gübre ve tohum maliyetleri artması gibi nedenlerle gıda fiyatları aylık yüzde 1.9 arttı. Son 5-6 aydaki kur artışlarının etkisiyle çekirdek enflasyon aylık yüzde 1.2, yıllık yüzde 9.5 arttı. Kısacası enflasyonda ciddi bir noktaya geldik.
Bundan sonra ne olur? Havalar düzelince gıda fiyat artışları yavaşlayacaktır. Kurdaki oynaklık sona erince fiyat geçişkenliği de azalabilir, hatta TL değerlenirse fiyatları aşağı çekici etki de görülebilir. Bunlar birincil etkilerdir, gelişmeler tersine döndüğünde onlar da tersine dönebilir. Nisan ve Mayıs’ta yıllık yüzde 12 ve üzeri görülebilir. Sonrasında düşer. Ama bir de ikincil etkiler var ki, esas problem oradadır, asıl tehlike enflasyon bekleyişlerinin bozulmasıdır. Düzeltmek zaman alır.
2016’da büyüdük ama...
Bu noktada Merkez Bankası’nın itibarı çok önemlidir. Merkez Bankası’nın koyduğu enflasyon hedeflerinin ve yaptığı tahminlerin halkta bir karşılığı kalmaz, inandırıcılığı iyice zayıflamaya başlarsa bu para politikasının sadece bugününü değil
Türkiye BBB notuna ilk defa 1992 Mayıs ayında kavuştu. Ama iki yıl bile geçmeden 1994 başında kaybetti. Tekrar BBB’yi alabilmesi için 2013 yılının Mayıs’ını beklemesi gerekti. Geçen yıl ise tekrar BB’ye düştü. Hafta sonu yapılan Uludağ Ekonomi Zirvesi’ndeki bir panelde konuşan Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali’nin dediği gibi “Tam 19 yılda geri aldığımız notu 3 yılda kaybettik.”
Aslında bu konuyu çok konuştuk. Nottaki düşüş kararının siyasi olup olmadığı, düşüşün ardında hangi faktörlerin bulunduğu üzerine çok yazıp çizildi. BBB notuna sahip olmak bir ülke için önemli bir kazanımdır. Türkiye bu ayrıcalığını kaybetti. Yatırım kategorisindeki notlara sahip ülkelerin borçlanma piyasalarında hayatları daha kolaylaşır, Türkiye bu imkandan yoksun kaldı. Ancak Bali’nin panelde dikkat çektiği önemli bir başka nokta daha vardı: “Türkiye en fazla doğrudan yabancı yatırımları BBB değil, BB notuna sahip olduğu dönemde çekti. Neden? Çünkü güçlü bir hikâyesi vardı.”
Gerçekten de Türkiye’ye en fazla doğrudan yabancı yatırım 2006-2008 yıllarında geldi. 2007 ‘deki 22 milyar dolarlık giriş bizim tarihimizde bir yılda gördüğümüz en yüksek rakamdır. 2006’daki 20.6 milyar ve 2008’deki 19.8