Akıl çağı dedikleri bu olsa gerek. BSH Türkiye’nin davetiyle Berlin’de düzenlenen Avrupa’nın en büyük tüketici elektroniği fuarı IFA’ya gittim. Dünyada akıl dışı birçok şey olurken teknolojinin bizi nereye götürdüğünü gördüm. Buzdolapları kameralı olmuş, içini görebiliyorsunuz. Ne kadar malzeme kaldığını ölçüyor, bu malzemelerle neler pişirebileceğinizi size söylüyor. Kumaşı ve lekeleri analiz edip ona göre ısı, deterjan ve su harcayan çamaşır makineleri çıkmış. Robot elektrik süpürgeleri, üstün nitelikli klimalar, drone’lar, incecik TV ekranları, 360 derece çekim yapabilen kameralar, optimum ses kalitesini yakalamış müzik aletleri, daha neler var neler...
Taklit mi, Ar-Ge mi?
Benim gibi hâlâ hesap makinelerinin nasıl çalıştığını anlamaya çalışanlar için müthiş aletler bunlar. Değişimi gösteriyorlar. Dizaynları mükemmel. Enerji tasarrufu sağlıyorlar. Kullanımları daha kolay, programlanabilir, zamandan tasarruf etme özelliği sunuyorlar.
Fırınlar ise sağlıklı pişirmeye odaklanmışlar. Yeni trendler bunlar. Kısacası 1) Akıllılar 2) Evdeki diğer aletlerle bağlantılı ve uyumlu hale gelebiliyorlar. Şu anda bu özelliklerdeki elektronik ev aletlerinin toplam içindeki payı çok sınırlı olabilir
Bu sorunun cevabını bilen yoktur. Kadrosunda onlarca uzmanın çalıştığı ve en gelişmiş bilgisayar modellerinin kullanıldığı birçok finans kuruluşunun bundan bir yıl önce bugüne dair yaptıkları tahminlere bakın, ne demek istediğimi anlarsınız. Ya da hiç uğraşmayın; merkez bankasının sitesindeki geçmiş beklenti anketlerine bir göz atın. Mesela 2015 sonunda 1 yıl sonrasına ait “dolar kuru beklentiniz nedir?” sorusuna verilen yanıtların ortalaması 3.10’muş. Oysa dolar 2016’yı 3,52 lira ile kapattı. 2016 Aralık ayındaki ankette 2017 sonu dolar/TL tahmini ortalaması ise 3,6317’ydi. Bakalım ne olacak? Bu anketler öyle eften püften anketler değildir. Özelliklidir. Özelliği cevaplayanların işin içinde ve eli taşın altında olan profesyoneller olmasıdır. Yerli ve yabancı finans sektöründen ve reel kesimden bilgisi ve donanımı güçlü olan bir gruptan söz ediyorum, sokaktan rastegele seçilmiş bir gruptan değil.
Para gelecek mi?
Dolar kurunu tahmin etmek için birçok sorunun yanıtını vermek lazım. Önce doların diğer paralar karşısındaki değerini öngörmek gerekir. Bunun için önde gelen merkez bankalarının ne yapacaklarını tahmin etmek lazım. Son birkaç yıldır Fed’in faiz artırım sıklığını tahmin
Beklenen oldu, memur maaşlarına hükümetin ilk önerisinin “biraz” üzerinde bir zam yapıldı. Açıklanan oranlara bakıldığında, hükümetin eli sıkı davrandığını ve bütçeye gelecek yükü sınırlı tutmaya çalıştığını söyleyebiliriz.
2018 ilk altı ayı için yüzde 4 ve ikinci altı ayı için yüzde 3.5’lik oranların yıl sonundaki kümülatif artış etkisi yüzde 7.6. Yıllık yüzde 5’lik bir enflasyon hedefi olacağını varsayarsak, enflasyonun 2.6 puan üzerinde bir zam yapılmış olacak. Diğer bir deyişle, memur maaşları reel olarak 2.5 puan iyileştiriliyor, eğer enflasyon hedefi tutturulursa. Ancak 2010 yılından bu yana enflasyon hedefinin sadece bir yıl tutturulabildiği dikkate alınırsa maaşlarda böylesine bir iyileşmenin olması çok zor görünüyor.
Zammın bütçeye yükü
Hükümet açısından bu boyuttaki bir zammın bütçeye yükü ise basit bir hesapla yüzde 7.6 değil, 5.8 olacak. Yani 2018 yılının tamamında memurlara yapılacak maaş ödemelerinin toplamı 2017 yılında yapılanın yüzde 5.8 üzerinde olacak.
Bu rakamlardan seçim takvimine ilişkin bir sonuç çıkarabilir miyiz? Her türlü “seçim olmayacak” açıklamasına rağmen hâlâ 2018’de bir erken seçime gidilip gidilmeyeceği tahmini yapılan bir ortamda bu artışların bir
Merkez Bankası’nın enflasyon hedefi 2010’un ardından tutmaz oldu. 2018 hedefi yine yüzde 5... Bu rakamı veri kabul edip ücret ve kira gibi sözleşmelerde kullanmak zor. Nitekim memur ve memur emeklisi için hükümetin yüzde 3+3 zam önerisini sendika kabul etmedi.
Yaklaşık 3.2 milyon memurun ve 2 milyon memur emeklisinin gözü Ankara’daki maaş görüşmelerinde. Hükümet 2018 için yüzde 3+3’lük bir öneriyle geldi; sendika ise “Bu teklife kapalıyız” dedi. Enflasyonun yüzde 10 civarında seyrettiği bir dönemde yüzde 3+3’ü kabul ettirmek kolay değil.
Türkiye 2001 krizinin ardından ciddi bir dezenflasyon programı uyguladı. Enflasyonu yüzde 60’lardan tek hanelere çekti. Bu arada çok önemli bir yaklaşım değişikliği yaptı. O zamana kadar ücretler geçmiş dönem enflasyonu dikkate alınarak belirleniyordu. Programla birlikte ücret ayarlamalarında geçmiş enflasyon değil, gelecek enflasyon yani Merkez Bankası’nın hükümetle birlikte belirlediği hedef enflasyon dikkate alınmaya başlandı.
Döngü oluştu...
Böylece kemikleşmiş enflasyonist döngüden de çıkılması amaçlandı. Çünkü geçmişe endeksli bir ücret artışı enflasyonun düşmesinin önünde engeldi. Bu tip bir endeksleme kendi kendini besleyen bir enflasyonist
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bankalara yönelik açıklamalarından sonra sistem tekrar tartışılmaya başlandı. Aslında bankacılık sistemi Türkiye’de her zaman tartışma konusu olmuştur. Bankaların yüksek kâr rakamları sürekli dikkatleri çekmiştir, bankalar ise bu kârların öz kaynaklara ve yatırılan sermayeye oranla yüksek olmadığını, üstelik temettü olarak dağıtılmayıp sermayeye eklendiğini söylemişlerdir. Bankaların sanayinin kaynağa ihtiyacı olduğu bir dönemde kredi vermekten kaçındıkları, hatta mevcut kredileri geri çağırdıkları öne sürülmüştür, bankalar ise yasal limitler çerçevesinde her zaman kredi vermeye devam ettiklerini iddia etmişlerdir. Komisyonların seviyeleri, kredi kartları gibi birçok konuyu yıllardır tartışır dururuz.
Türkiye’nin asıl sorunu, büyümenin finansmanında bankacılık sistemine bu kadar bağımlı olmasıdır. Çünkü sermaye piyasaları büyüme finansmanı görevini üstlenememiştir. Türkiye’de sermaye piyasaları ne yazık ki güdük kalmıştır, derinlik kazanamamıştır. Keşke sermaye piyasalarımız büyümenin finansmanına daha anlamlı katkı yapabilecek kadar derin olsaydı da biz yıllardır para piyasalarını, bankaları konuşuyor olmasaydık. Keşke şirketlerimiz yatırım ve büyümek için
Türkiye yıllardır yüzde 5’lik enflasyon hedefliyor ama olmuyor... Bu yılı da büyük olasılıkla Merkez’in yüzde 8.7’lik revizyonunun üzerinde kapatacağız ...
Merkez Bankası’nın açıkladığı enflasyon raporları önemli dokümanlar... Ekonomistler açıklanmasını merakla bekler, çünkü Merkez Bankası, 2006 başında geçtiği enflasyon hedeflemesi rejimi çerçevesinde bu raporu temel iletişim aracı olarak kullanır. Banka, makroekonomik gelişmeleri enflasyonun orta vadeli eğilimine ışık tutacak şekilde bu raporda değerlendirir ve geleceğe yönelik öngörülerini açıklar.
Bu hafta başında açıkladığı enflasyon raporunda da birçok önemli detay var. Ama en fazla ilgi çekeni, haklı olarak, enflasyon tahminlerinde yapılan yukarı yönlü revizyon oldu. Bu revizyonun hangi nedenlerden kaynaklandığı da raporda var. Detaylara girmeyeceğim ama şu ana kadar açıklanan 3 raporu bir arada ele aldığımızda enflasyon konusunda nerede olduğumuz görülüyor.
Kredi de veriyor
Türkiye yıllardır yüzde 5’lik enflasyon hedefliyor ama tutturmak bir yana hedefe yaklaşamıyor. Bu yıla girerken de yüzde 5’in zorluğu ve büyüme sorunu göz önüne alınarak yüzde 6.5’lik bir enflasyon hedeflendi. İlk enflasyon raporunda bu hedefe rağmen tahmin
Benim gibi doların bir süre daha 1.10-1.15 euro bandında seyredeceğini öngörenler yanılmış görünüyor. Çapraz kur 20 Temmuz’da 1.16’nın üzerine çıktı ve dün bir ara aşağı geldi ama ardından tekrar bu seviyenin üzerine çıktı. Euro/dolar paritesinin 1.16’nın üzerindeki seviyesi kalıcı mı? Kalıcı ise euro’daki değerlenme nereye kadar devam eder? Piyasalardaki bankacı, yatırımcı ve ticaret yapanlar bu soruların yanıtını arıyorlar.
Bu sorulara yanıt vermeden önce euro’nun neden böylesine yükseldiğini açıklamak gerekir. Belli nedenlere bakalım:
Halihazırda doların getirisi euro’nunkinden yüksek. Dolar tarafında muhtemelen bu yıl en az bir faiz artırımı daha olacak. Euro’da ise görünürde bir artış yok. Avrupa Merkez Bankası (AMB) Başkanı geçen hafta, faizlerin uzun bir süre daha mevcut düşük seviyelerde kalacağını söyledi. Yani faiz farkı açısından dolar göreli cazibesini korumaya devam edecek. Kısacası, ABD ve Avrupa’daki faizlerin seviyesi ve aralarındaki fark euro’nun değerlenmesini açıklamaya yetmiyor.
Paraların değerini etkileyecek diğer bir faktör, merkez bankalarından gelen sinyaller ve oluşturulan beklentilerdir. Avrupa Merkez Bankası’ndan gelen son açıklamalar önümüzdeki dönemde
Üniversitede işletme okumuş biri olarak iktisadi ve idari bilimler fakültelerindeki bölümlerden birini tercih etmeyi planlayanlara birkaç tavsiye de benden. Türkiye’de bu alanlarda 10’larca üniversite her yıl binlerce mezun veriyor. Potansiyelinin altında büyüyebilen Türkiye ekonomisi ise ne yazık ki bu kadar mezuna iş yaratamıyor. Bu nedenle her yıl çok sayıda diplomalı üniversite mezunu işsizler arasına katılıyor. Türkiye’de genel işsizlik oranı yüzde 10.5 iken, üniversite mezunları arasında yüzde 11.5. Yani daha yüksek, hatta ilköğretim mezunlarından bile 2 puan daha fazla. Bu demektir ki fark yaratabilen mezunların iş bulma şansının daha fazla olduğu bir dönem var önünüzde.
Üniversiteler öğrenciye temelde iki şeyi verir: Öğretim ve eğitim. Öğretim aşağı yukarı bütün üniversitelerde aynıdır. Müfredat çerçevesinde benzer kaynaklarla aynı konular öğretilir. Üniversiteler arasında asıl farkı yaratan ise verdikleri eğitimdir. Üniversite öğrenciye sadece müfredatı vermemeli, aynı zamanda ufuk, vizyon, dünyaya bakış, kültür ve renk kazandırmalıdır. Ne yazık ki bazı üniversiteler bugün bu noktadan çok uzaktadır.
Üniversiteye girecek öğrenciler, 4 yıl boyunca üniversitenin verdiği