Gazeteciliğimin ilk yıllarında lig maçları o zaman İnönü Stadı’nda oynanırdı. Bileklere kadar çamur bir zemin... Sürekli, “Patates tarlası” diye manşetler atardık. 40 yıl sonra, bu kadar gelişmişlik varken, bir zemin için yeniden, “Patates tarlası” başlığını atacağımı rüyamda görsem inanmazdım.
İyi futbol beklemek için önce iyi şartlar hazırlayacaksınız. Bu bakımdan olaya gerçekçi bakarım. “Galatasaray niye bu kadar yavaş oynadı?” diyemem, bu zeminde istesen de hızlı oynayamazsın.
Bu şartlarda maçı tepeden tırnağa hak eden takım Galatasaray’dı. Zaten tek kale maç oldu. Malatya sadece ve kendi savunmasında kalarak ve Hadebe-Wallace ikilisiyle her topu karşılayarak oyunu golüz beraberlikle bitireceğini sandı.
Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı, Malatyaspor’un hesapları tutmadı. İlginçtir, Malatya 15 gün önce kupa maçının uzatmasının son dakikasında yediği golle Galatasaray’ı elinden kaçırmıştı. Bu defa bitime 2 dakika kala yediği golle bir daha kaybetti.
Hemen belirtelim, Malatya bu maçta
Herkesin yazdığını biliyorum… Ben de yazmalıyım, bunu borç sayarım; Hoş geldin Muslera… Seni özlüyoruz, seni seviyoruz, seni taktir ediyoruz Muslera… Sadece Galatasaray’ın değil, Süper Lig’in bir zenginliği Muslera… Ligin gülen, sempatik yüzü Muslera…Galatasaray dişine göre rakip buldu mu sorun olmuyor… Zaten belli bir kalitesi ve tecrübesi var… Bunları biraz ortaya koydu mu, sıkıntı çekmeden, zorlanmadan, belki de santrfora bile ihtiyaç duymadan rahat farka gidebiliyor…Galatasaray için, Denizlispor da “dişine göre“ rakiplerden biriydi… Hele Feghouli’nin dönüşü ile sağ kanadına zenginlik katan Galatasaray, daha ilk saniyeler içinde farka gideceğini açıkça ortaya koydu…Emre Akbaba’nın golünde Belhanda’nın asistine lütfen dikkat… Bizde ortalar hep kaleye parelel yapılıyor, oysa geriye, penaltı noktası üstüne kesilen toplar rakip savunmayı “toptan“ taca çıkartıyor… Belhanda’nın böyle bir asistinde
Valencia’dan başlamam lazım... Belli; donanımlı, yetenekli, kaliteli, kariyerli bir oyuncu... Müthiş de bir gol attı. Ama topu ayağına her alışında en zoru neyse onu yapmaya çalışıyor. Basit yollar varken, dolambaçlı yollara dalıyor. Doğal olarak önce topu kaybediyor, sonra İstanbul’a ilk defa gelen turistler gibi o dolambaçlı yollarda kendisi kayboluyor. Valencia biraz daha basit oynasa, Fenerbahçe’ye 10 kat daha yararlı olur.
Fenerbahçe ligin sakin gücü... İsterse ligin lideri ile oynasın, isterse sonuncusuyla... Topu rakibe bırakmakta, rakibin oynamasına izin vermekte bir sakınca görmüyor. Rakibi, hiç olmazsa maçın bir bölümünde eğmiyor, bükmüyor, hapsetmiyor. Asla panik yapmıyor. Maçın her dakikasında sakin kalıyor.
Hızlı hücum, öne oynama, rakibi bunaltma elbette futbolda çok geçerli... Fenerbahçe bunu yapmıyor. O sakinliğini, kaliteli ayaklarıyla birleştiriyor, genellikle işi böyle bitiriyor. En azından görüntü böyle...
Fenerbahçe, Ankaragücü karşısında gene bu “sakin
-Bazı goller vardır, attığında 10 gole bedel olur. Marcao’nun “altın tepsi”de ikram ettiği geri pas pozisyonunda, Larin, kaleci Okan ile karşı karşıya kaldığında topu üstten dışarı atacağına, ağlarla buluşturabilse, bugüne kadar attığı 11 gole bedel olurdu. Bu fırsatı hem kendisi, hem takımı adına “bozuk para” gibi harcadı Larin...
-Bazı dokunuşlar vardır, kelimenin tam anlamıyla “altın dokunuş” olur. Marcao’nun vuruşunda top Beşiktaş ağlarına giderken, Atiba’nın kepçe gibi uzattığı ayağı, Beşiktaş’ı mutlak bir golden kurtardı. İlk yarı bittiğinde Beşiktaş’ta iki kader adamı vardı: Biri kaçırdığı ile Larin, diğeri kurtardığı ile Atiba...
-Luyindama belki de maçın tartışmasız en iyi adamıydı. Gol dakikasına kadar uçana-kaçana vurdu. Her tehlikeyi önledi. Ancak Josef golü öncesi ortalanan topu kesemeyince maçın sonucunu belirleyen “kader adamı” oldu. Ne gariptir, ikinci golde de büyük hatayı gene Luyindama yaptı.
-Maç çok ilginç bir eşleşmeye tanıklık etti. Süper Lig’in en hızlı iki kenar adamı...
HADİ BAKALIM KOLAY GELSİN!
Fatih Terim, “Edin Visca, İrfan Can, Onyekuru, Mohamed”i istediğini söyleyerek topu taca değil, yönetimin kucağına attı. Top olsa iyi, “bomba”yı yönetimin kucağına bıraktı. Camia, taraftar; para var mı, yok mu bakmaz, engel tanımaz. Hoca‘nın ağzından çıkana bakar, olsun ister
Galatasaray’ın hocası Fatih Terim’in maç sonunda transfer listesini açıklaması, pek rastlanır bir durum değil... Hoca bunu da “Nasıl olsa herkes biliyor, en son açıklayan ben olayım” diye tarif etti.
Akıl oyunlarında hoca ile yarışmak pek kolay değil...
Fatih Hoca, “Edin Visca, İrfan Can, Onyekuru, Mohamed” diyerek; topu taca değil, yönetimin kucağına attı.
Top olsa iyi, “bomba”yı yönetimin kucağına bıraktı.
Hoca’nın listesini almak kolay değil... Milyon milyon eurolar gerekiyor. İrfan Can’ın yurt dışından talipleri olduğu biliniyor.
Galatasaray takımına; Fatih Terim sahaya dönünce “ciddiyet“, Arda Turan ilk on bire girince “hareket“, Belhanda gibi bir usta ile son derece acemi bir kaleci ortaya çıkınca “bereket“ geldi…
Öyle bir hareket ve bereket ki, Galatasaray ilk dakikada ağları bularak maça golle başladı, ilk yarının son dakikasını golle bitirdi… Dört attı, bir o kadar da kaçırdı… Bu maç da gösterdi; Fatih Hoca ve Arda Turan her şartta sahada kalmalılar…
Şener’e şaşırdım… Bu kadar uzun süre yedek kaldıktan sonra, bir maça bu kadar iyi başlamasına şaşırdım… Açıkcası hoşuma da gitti… Şener milli takım görmüş, süper karakterli bir oyuncu... Bu kadar yedek kalmasını zaten yadırgıyorum…
Galatasaray solda Emre Akbaba, Emre Taşdemir ve Arda Turan ile bütün oyunu organize etti… Öyle ki, bu üçlü oynadıkları alanı “serbest bölgeye“ çevirdiler… Gençlerbirliği Hocası Mustafa Kaplan bunu görmedi mi?
Bir anlamda Galatasaray oynadı, Gençlerbirliği
Fenerbahçe bugüne kadar bildiğimiz, ezberlediğimiz, beğendiğimiz ya da beğenmediğimiz hangi özellikleri varsa, hepsinin tersini yaptı bu maçta…
Fenerbahçe, her maçta topla daha fazla oynardı... Alanya karşısında % 73-27’ler gibi ezici bir oranla topu ya rakibine bıraktı, ya bırakmak zorunda kaldı…
Fenerbahçe orta alandan yürüyerek, sürekli ve bıktırıcı yan pas yaparak çıkardı… Hayret, hiç yan pas yapmadı… Ancak orta sahayı bütünüyle ve maçın tamamında rakibine teslim etti…
Fenerbahçe hücum ederken sürekli yan pas yapar, ağır çıkar, zaman harcardı… Bu defa, inanılır gibi değil ama her hücuma hızlı çıktı, hiç ara durak yapmadı, üstelik tehlike alanlarına kalabalık geldi…
Fenerbahçe bu hızlı çıkışlarda son pasları ya da son vuruşları iyi yapabilse, baştan sona mahkum oynadığı maçta çok daha fazla gol bulabilirdi…
Alanya orta alandaki üstünlüğünü, tehlike bölgelerine taşıyamadı, taşıdığı pozisyonları da kullanamadı…
İlk yarım saati uyutan, son yarım saati coşturan, bazen saç-baş yolduran 7 gollü bir maç izledik. Coşturan taraf Konyaspor’du, saç-baş yolduran Galatasaray...
Birinci sınıf bir santrforu bile olmayan Konya, bileğinin gücüyle, anasının ak sütü gibi 4 golle maçı kazanırken, en az 4 çok açık gol pozisyonunu da kullanamadı.
Galatasaray perişan bir savunma anlayışıyla başladı, özellikle son yarım saatte sahadan tamamen yok olan bir savunma anlayışı ile maçı bitirdi. Konya’nın sağ kenarında oynayan Skubiç ile Shengelia, Galatasaray sol savunmasını adeta felç ettiler.
Öyle ki, Emre Akbaba, Ömer, Saracchi, sonradan oyuna giren Emre Taşdemir, solda kim oynadıysa Skubiç-Shengelia ikilisinin önünde dikiş tutturamadılar. Her Konya atağında savrulup gittiler.
Marcao’yu bazen eleştiriyorduk, günahını almışız. Ne büyükmüş Marcao, nasıl bir duvarmış Brezilyalı stoper... Bir maç oynamadı, Galatasaray savunma duvarı yerle bir oldu.
Galatasaray için elbette sadece geri dörtlüsü, ya da savunma anlayışı değil, orta sahası