Takımlara yazık... Futbolculara yazık... Ekran başındakilere yazık... Güzel oyun, futbola yazık... Hep birlikte işkence çektik. Galatasaray ile Kasımpaşa, Aslantepe’nin “pirinç tarlasına” dönen zemininde doğal olarak futbol oynayamadılar; çamur banyosunun içinde güç gösterisi yaptılar.
Pandemi fırtınası sürerken, yaz sezonunda Avrupa Şampiyonası finalleri olduğu için ligin erken bitmesi gerekirken, Süper Lig’i futbola ihanet eder gibi 21 takıma çıkartırsan, o zaman maçı erteleyecek haftayı da, erteleyecek günü de bulamazsın.
Bu maçta; takımları, hocaları, futbolcuları eleştirmeyi insafıma ve vicdanıma sığdıramam, içime sindiremem... Sadece şunu sorarım: Avrupa bizden daha şiddetli kış mevsimi yaşıyor. Saha zeminleri neden böyle “kepaze” bir duruma gelmiyor.
Fatih Hoca, saha koşullarınız düşünerek mi “ezber bozan” bir on bir çıkarttı bilemem. Ama doğrunun doğrusunu yaptı. Marcao’nun yanına “kapı gibi” Luyindama‘yı koyması, sol savunmada daha dirençli Ömer Bayram‘ı
Mesut Özil, bildiğimiz, tanıdığımız, hayranlıkla izlediğimiz Mesut Özil, hem oynayıp, hem oynatınca ilk yarıda “sırıtmayan”, sorunsuz bir Fenerbahçe izledik.
Tam 11 aydır tek maç oynamayan Mesut, ikinci yarıda haklı olarak yorulup “stop” edince, hızla eskiye dönen, rakipten müthiş bir baskı yiyen ve taraftarlarını kan-ter içinde bırakan, alıştığımız Fenerbahçe’yi izlemeye başladık.
Mesut Özil’in rüzgârı ilk yarıda Ozan ile özellikle Sosa‘yı da peşine takıp götürünce, ilk 45 dakikada sorunsuz bir Fenerbahçe ortaya çıktı. Hayrettir, attıkları golden sonra bile savunmaya çekilmediler, Fenerbahçe’ye yakışır futbolu oynamaya çalıştılar.
Fenerbahçe’nin ilk yarıdaki en büyük kusuru, abartılmış pas oyunu ve aşırı ağır hücuma çıkması oldu. Aslında Fenerbahçe bunu hep yapıyor. 3-5 pasta gitmesi gereken rakip kaleye 15-20 gereksiz pas yaparak gitmeye çalışıyor.
O zaman ne oluyor? Rakip savunma iyice yerleşiyor, geniş alan bırakmıyor ve zaten fizik gücü son derece yetersiz
Galatasaray geçen sezon kupada Alanyaspor’a yenilerek elenmişti. Galatasaray bu sezon aynı filmi bir daha vizyona soktu. İstanbul’da kupa maçında gene yenildi, gene Alanya’ya elendi.
Galatasaray’ın en büyük hatası, en büyük gafleti, üç gün önce ligde yendiği Fenerbahçe ile dün akşam kupada karşılaştığı Alanya’nın futbolunu “benzer” sanması oldu.
Galatasaray, Fenerbahçe’nin bu ligin kötü oynayan takımlarından biri, Alanya’nın bu ligin en iyi takımlarından bir olduğu gerçeğini, ancak ikinci yarının başında oyun 3-0’a gelince anladı.
Eee, geçmiş olsun... Galatasaray uyandığında atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmişti. Ne Üsküdar‘ı... Alanya‘ya giden uçak, pistten tekerlerini bile kesmiş, havalanmıştı.
Oyun 3-0‘a giderken maçın tek kahramanı (!) vardı; Marcao... Alanya‘nın ilk golünde bu ligin en ağır santrforlarından biri olan Babacar‘dan bir sağa-bir sola, bir sağa-bir sola seri çalımlar yedi, adeta başı döndü.
Marcao, ikinci golde,
Galatasaray geçen sezon kazanarak yirmi yıllık esaretin zincirlerini kırmıştı. Bu sezon bir daha kazanarak, “O günler, o sezonlar geçti” diye bağırıp Kadıköy’de krallığını ilan etti.
Galatasaray, orta alanda savunmaya dönük sigortası Gustavo’dan, hücuma dönük sigortası Pelkas’tan yoksun kadrolu Fenerbahçe önünde zaten daha şanslıydı.
Galatasaray, öne geçtikten sonraki dakikaların dışında zaten topa ve oyuna egemen olan taraftı. İlginçtir, buna rağmen Fenerbahçe’nin çok önemli dört pozisyonu “ahtapotun kolları”na takıldı.
Muslera, sırasıyla Sosa’nın, Samatta’nın, Ozan’ın, hatta Osayi Samuel’in şutlarına mükemmel uzandı. Bu Muslera gerçekten de, “Bay haksız rekabet...” Öyle böyle değil, bir takım için bulunması kolay kolay mümkün olmayan bir kaleci...
Sanmayın ki, Muslera’nın önlediklerine bakıp Fenerbahçe rakibini ezdi, bastı, bitirdi. Hiç öyle bir şey olmadı. Fenerbahçe son çeyrek dışında oyunun
Galatasaray iyi takım.... İyi oynar, kötü oynar, bu gerçeği değiştirmez: Galatasaray iyi takım... Kadrosu iyi, hocası daha iyi, şampiyonluk yarışındaki tecrübesi iyiden de iyi...
Galatasaray, daha üstün göründüğü maçta, Başakşehir kalesine “Donk... Donk” diye iki çivi çaktı. Ya da balyoz gönderdi, ya da füze fırlattı.
Bu gollerin yakıştırmasını nasıl yaparsanız yapın. Çok darbeli, çok net, sertliğinden “Donk” diye ses çıkartan iki gol... Önce Onyekuru’dan, sonra Donk’tan...
Donk’un ilk goldeki olağanüstü asisti, belki de Onyekuru’nun golünden çok daha marifetliydi. İlk golün asistini yapan Donk, ikinci golde de “Donk” diye topu ağlara yapıştırdı.
Bu Donk bir başka adam... Orta saha oynar, sıkışırsın santrfor oynar, şimdi de kaç maçtır stoper oynuyor. Hem de süper oynuyor.
Elbette havada karada Onyekuru... Geçen hafta iki golde ayaklarını çalıştırmıştı, bu defa kafasını çalıştırdı. Eee, bir de penaltı kazandırdı. Sanki iki maçtır fazla mesai
Fenerbahçe kazanma alışkanlığını yakaladı, sorun yok. Kendi sahasında “bol kepçe” puan kaybetme alışkanlığından kurtuldu, sorun yok. Fenerbahçe zirve yarışını en iddialı biçimde sürdürüyor, sorun yok...
Sorun; Fenerbahçe’nin futbolunda... Ağır oyununda... Bıktırıcı yan paslarında... Baskı kuramayışında... Pozisyona giremeyişinde... Golcülerinin yetersizliğinde...
Fenerbahçeli dostlarla konuşuyorum; bir-iki maç dışında her maçı kan ter içinde bitiriyorlar. Adeta dokuz doğuruyorlar. Fenerbahçe’de kaliteli oyuncular var, kadro zenginliği var. Teknik bir takım, ama asla atletik bir takım değil...
Günümüzün futbolunda hızlı hücuma çıkamıyorsan, depar atamıyorsan, rakip savunmayı az adamla yakalayamıyorsan, dura dura hücuma çıkıyorsan, o zaman ancak duran topla kazanabiliyorsun.
Futbolu vasat, zemini berbat bir maç izledik. Buna rağmen Rizespor, maçın her dakikasında diri kaldı, iyi mücadele etti. Kapanmadı, hatta iyi çıktı, iyi fırsatlar yakaladı. Samudio çok net iki pozisyonu gol yapabilse, Rizespor
Çok affedersiniz, bu ifade mi hoşgörü ile karşılayın; adam “Pire” gibi... Hızlı, çabuk, becerikli, ele-avuca sığmıyor. Onyekuru oyuna girdi, ayağının tozuyla, belki de buluştuğu ilk topta golü attı. İkinci golündeki çabukluğu, Gaziantep savunması bile anlamadı.
Galatasaray Yönetimi’ne Onyekuru konusunda kızıyorum. Yararı bu kadar belliyken, her sezon çok önemli işler yaparken, neden sezon başında almaya çalışmaz da hep devre arasına bırakırsınız?
Sakın “para yok” demeyin. İsteyince Falcao’ya bulduğunuz parayı, maliyeti daha da ucuz olan Onyekuru için neden bulamazsınız? Şu işi sezon başı bitirseniz de, her sezonun ilk yarılarında bu kadar sıkıntı yaşamasanız kötü mü olur?
Elbette Muslera... “Temiz yüzlü, ahtapot kollu adam” ne büyük kaleci... İlk yarıda uzayarak çıkarttığı iki Maxim şutu büyük olasılıkla maçın gidişini ve sonucunu değiştirdi.
Eee, “tutanın” bu kadar kalite, “atanın” böylesine çabuk olursa, çok iyi oynamana da gerek kalmıyor. Kazanıp geliyorsun. Tıpkı
Süper mi sahte mi?
Türkiye’de 90 dakikada tam 101 kez maç duruyor. Bu konuda önemli Avrupa ligleri arasında birinci sıradayız. Topun oyunda en az kaldığı ülke olarak, bu konuda da İtalya ile birlikte ilk sıradayız. Sahtekarlıktan öte bir şey bu... Milleti futboldan soğuttular. Soğutmadan öte, nefret ettirdiler. Biraz; insanlara, mesleğinize, rakibinize, alın terine saygı... Saygıdan yana hiç mi nasibiniz yok?
Opta’dan verileri aldım. Kendilerine teşekkür ediyorum. Buna göre Türkiye’de 90 dakikada tam 101 kez maç duruyor. Yani bir dakikada, bir defadan fazla maç duruyor. Bu konuda önemli Avrupa ligleri arasında birinci sıradayız.
90 dakikalık maçın, hadi uzatmaları ile 100 dakikalık maçın sadece % 55’inde top oyunda kalıyor. Yani biz 90 dakika, hatta 100 dakika izliyoruz sandığımız maçı, aslında 50-55 dakika izleyebiliyoruz. Topun oyunda en az kaldığı ülke olarak, bu konuda da İtalya ile birlikte ilk sıradayız.
Selim’in feryadı!
Son haftanın maçı diye örneklemeliyim. Futbol oynamaya çalışan takımlar dışında -ki bunların sayıları