Gezi Parkı’ndaki olaylar, bazı dış çevrelerde Taksim-Tahrir benzetmesinin yapılmasına yol açtı. Aynı şekilde İstanbul’da başlayan ve ülke çapında yayılan protesto gösterilerini, “Arap Baharı” teriminden esinlenerek “Türk Baharı” diye nitelendirenler de var.
İlk bakışta, Taksim meydanında olup bitenlerle 2 yıl önce Kahire’nin merkezindeki Tahrir meydanında yapılan -ve sonunda Mübarek rejiminin devrilmesine yol açan- gösteriler arasında bazı benzerlikler görülebilir. Örneğin Taksim’de kısa zamanda büyüyen toplumsal hareket, Tahrir’deki gibi kendi iç dinamikleriyle ortaya çıkmıştır. Bu bir liderin veya örgütün düzenlediği bir olay değil. İletişimde twitter ve facebook gibi sosyal medya araçları kullanılmıştır.
Meydanı ve sokakları dolduranlar her yaştan, her cinsten, her düşünceden insanlar. Kendilerini dağıtmak için harcanan tüm çabalara karşı direndiler, yılmadılar ve sonunda meydanı kazandılar...
Bu özellikleriyle Taksim ile Tahrir arasında benzerlikler tespit etmek mümkün. Ama iki meydandaki olaylarda, siyasi açıdan, önemli farkların bulunduğunu da görmek gerek.
***
Tahrir meydanındaki olay, 40 yıllık bir dikta rejimine karşı başlayan halk ayaklanmasının veya devrimin bir göstergesiydi. Halk ilk kez korkuyu yenerek diktatörlüğün devrilmesi ve demokrasinin kurulması için sokaklara dökülmüştü.
Türkiye’deki durumu, Mısır veya diğer Arap ülkelerindeki şartlarla kıyaslayamayız elbet. Türkiye çoğulcu sisteme çok önce kavuşmuştur. Türk demokrasisi, zaman zaman karşılaştığı sıkıntılara ve aksaklıklara rağmen, bir siyasi altyapıya sahiptir. Dolayısıyla burada istenen şey, bir devrim veya köklü bir rejim değişikliği değildir.
Ya nedir?
Kısa yanıtı: Gerçek demokrasinin gereklerinin yerine getirilmesi...
***
Gezi Parkı’ndaki gösteri, ilk bakışta birkaç ağaç için yapılmış gibi görünse de, bunun kısa zamanda aldığı boyutlar, Türkiye çapında sokakları ve meydanları dolduranların, ülkeyi yönetenlerden çok başka şeyler beklediklerini ortaya koydu.
Başlıca istek ve beklenti, iktidarın sadece kendi oy tabanına değil, geniş halk kitlelerine kulak vermesi, otoriter ve baskıcı davranmaması ve uzlaşıcı bir üslup kullanmasıdır.
Oysa son zamanlarda bunun tersinin yapıldığına dair çok örnek var. Taksim Meydanı’ndaki olayı, sadece birkaç çevrecinin veya “çapulcu”nun işi sayıp, bu hareketi halkın üzerine biber gazı sıkmakla bastırmaya kalkışmak, büyük hata. Buna karşı her taraftan yükselen tepkiye rağmen, bunda ısrar etmek ise, daha da vahim bir hata...
***
Bu durum iktidarın iyi bir kriz yönetimi ile meseleye yaklaşmasını gerektiriyor. Bu iş inat ve kibirle değil, uzlaşma ve esneklikle halledilebilir.
Ne yazık ki şu ana kadar bu yapılmadığı için Türkiye’nin birçok kazanımlarına gölge düşmüştür.
Günlerdir dış basına yansıyan görüntüler ve yapılan yorumlar, hoş olmayan bir Türkiye imajı yaratıyor. Yabancı siyasi ve ekonomik çevreler, olanlar karşısında kaygılarını ifade ediyorlar.
Taksim’in Tahrir’e benzemediğini, yeni bir yaklaşımla kanıtlamak gerek...
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek?
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024