Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin AB’den ayrılıp Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) katılabileceğine ilişkin sözlerinin sadece Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e yapılmış bir şakadan ibaret olmadığının anlaşılması üzerine, konu basında ve düşünce kuruluşlarında ciddi bir şekilde tartışılmaya başlandı.
Genelde bu düşüncenin -veya niyetin- pek rağbet görmediği anlaşılıyor. AB üyeliği konusunda düş kırıklığına uğrayanlar ve umudunu yitirenler dahi, açıkçası ŞİÖ’yü iyi bir alternatif olarak görmüyorlar.
Kaldı ki, Türkiye’nin ŞİÖ’ye tam üye olarak katılmasının mümkün olup olamayacağı da sorgulanıyor. Bunun “fizibilitesi” bir yana, esas tartışma konusu böyle bir hamlenin “mantığı”dır.

Hangi ortak değerler?
Başbakan demecinde ŞİÖ’yü AB’ye bir alternatif olarak sunarken, bu örgütün “çok daha iyi” olduğunu ve Türkiye’nin onunla değerlerini çok daha fazla paylaştığını öne sürdü.
Türkiye yıllardan beri AB üyeliği hedefine yönelik çabalarını harcarken Birliğin sadece sağlayacağı ekonomik avantajları değil, çağdaşlaşma sürecine katkılarını da göz önünde bulundurmuştur. Bu temel vizyon, iktidara geldiği andan itibaren Ak Parti’nin de bir tercihi ve önceliği olmuştur.
ŞİÖ ise bu değerler üzerinde kurulmuş bir örgüt değil. Orta Asya’daki üyeler bir yana, Çin ve Rusya dahi otoriter bir düzeni tercih eden ve demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü gibi değerleri ön planda tutmayan ülkelerdir. Bu mu Türkiye’nin paylaşmak istediği “ortak değerler” anlayışı?
ŞİÖ Türkiye’yi dış meselelerde kendisini çok rahat hissedeceği bir yer olmaktan da uzak. Son örnek, Suriye sorunu. Türkiye’nin bu konudaki politikası, Rusya ve Çin’inkinin tersi. Güvenlik açısından da Türkiye NATO’dan Patriotları getirirken, Rusya bunu bir tehdit olarak algılıyor. Tabii çok farklı tutumların sergilendiği başka meseleler de var: Kıbrıs gibi...

Danışıldı mı?
Türkiye’nin AB’den vazgeçip Asya’ya yönelmesi gerektiğini savunanların bir argümanı da, 21. yüzyılda artık Asya-Pasifik bölgesinin öne çıkacağıdır. Hatta Başkan Obama’nın da bunu gördüğü için dikkatlerini artık Ortadoğu’dan Uzakdoğu’ya çevirmekte olduğu belirtiliyor.
Asya-Pasifik’in yükselişi bir gerçek. Türkiye’nin buna uygun bir strateji izlemesi de bir zorunluluk. Ama bunda başarılı olmak için (1) ille de Avrupa’ya ve Batı’ya sırt çevirmek (2) mutlaka ŞİÖ üyesi olmak şart değil...
Başbakan’ın olası bir ŞİÖ üyeliğinden söz ederken, bu önemli stratejik hamle konusunda devletin ve toplumun uzman kadrolarına yeterince danışıp danışmadığını bilmiyoruz. Ama bu fikrin iyice tartışılması ve sonuçlarının iyi hesaplanması gerek.
Bu arada saygın düşünce kuruluşu EDAM’ın son anketindeki ilginç bir tespiti hatırlatalım. AB üyeliğinden duyulan düş kırıklığına rağmen, halkın toplam yüzde 54’ü (üyelikten vazgeçilse bile) AB ile ilişkilerin koparılmamasından yana. AB’yi unutup alternatif bir örgütte yer almak gerektiğine inananların oranı ise yüzde 14’ten ibaret. Bu oran “uzmanlar” arasında ise sadece yüzde 2.5... Düşündürücü değil mi?