Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye-ABD ilişkilerinin iyi gittiği bir sırada “Ricciardone olayı” havayı bozmuş görünüyor. Bu olayın Ankara’daki ABD Büyükelçiliği’ne yapılan intihar saldırısının yol açtığı sempati ve dayanışmanın hemen ardından meydana gelmesi, gerçekten bir talihsizlik.
“Olay”ın çıkış sebebi, ABD Büyükelçisi Francis J. Ricciardone’nin Ankara’da düzenlediği bir basın toplantısında ele aldığı birkaç konu arasında Türkiye’deki tutuklamalar ve yargılamalar üzerinde bazı eleştirel görüşler ifade etmiş olmasıdır.
Buna üst düzey AK Parti yetkililerinin tepkisi çok sert oldu. Büyükelçi Türkiye’nin iç işlerine karışmakla suçlandı ve bu tür bir davranışı bir daha tekrarlamaması için uyarıldı.
Buna da ABD Dışişleri Bakanlığı verdiği yanıtta Büyükelçi’nin söylediklerinin eski Bakan Hillary Clinton’un beyanlarının bir tekrarı olduğunu ve yeni Bakan John Kerry’nin de yakında Türk yetkililerle aynı görüşleri paylaşacağını belirtti...
* * *
Bu olayın iki boyutu var.
Birincisi bir yabancı büyükelçinin ülkenin “iç işlerine müdahale” sayılan beyanlarda bulunduğu hakkına sahip olup olmadığıdır.
Ricciardone yargı ve tutuklamalarla ilgili sözlerini, bir dost ve müttefik ülke temsilcisi olarak, iyi niyetle söylediğini öne sürüyor.
Ne var ki, Türkiye’nin yabancı temsilcilerin iç meselelerle ilgili eleştirileri konusunda büyük bir hassasiyeti var. Bunu en iyi bilenlerden biri de Ricciardone olmalı; çünkü kendisi göreve başladığı zaman ilk demecindeki eleştirel ifadelerden dolayı bizzat Başbakan tarafından azarlanmıştı...
Bu tür eleştirilerin Dışişleri Bakanları veya diğer yetkililer arasındaki görüşmeler sırasında dile getirilmesi normal. Ama bu kez hükümetin gösterdiği tepki, bunun büyükelçi tarafından dile getirilmesinden kaynaklanıyor.
“Elçiye zeval olmaz” denebilir. Ama büyükelçinin hükümetin bu konudaki duyarlılığını dikkate almadan eleştirilerini yapması “diplomatik” bir davranış olmadı.
Sonuçta durup dururken ilişkilere gölge düşüren bir “olay” çıkmış oldu...
* * *
Olayın ikinci boyutu ise, “iç işlere müdahale” kavramı ile ilgili.
AK Parti yetkilileri yabancıların Türkiye’deki yargı sistemi, uzun tutuklamalar, ifade özgürlüğü ihlalleri gibi konular hakkında en ufak bir eleştiride bulunmalarına tahammül etmiyorlar. Bunu ülkenin egemenliğine yapılmış bir müdahale sayıyorlar. Bu konuda hükümetin özellikle çeşitli Avrupa kuruluşlarına karşı (AB, Avrupa Konseyi gibi) gösterdiği sert tepkiler bu tahammülsüzlüğü ortaya koyuyor.
Ne var ki günümüzde özellikle “özgür dünya”nın içinde yer alan ülkeler arasındaki ilişki düzeni, “iç işlere müdahale” kavramını değiştirmiş bulunuyor. Konu demokratik hak ve özgürlükler olunca, yapılan eleştiriler müdahale sayılmıyor.
Kaldı ki, Türkiye’de bu alandaki bazı aksaklıklara karşı dışarıdan yapılan eleştirileri zaman zaman bizzat Türk yetkililer dahi açıkça ifade ediyorlar. Bu bakımdan Ricciardone’nin söyledikleri hiçbirimizin kulağına yabancı değil. Başbakan da geçenlerde aynı aksaklıklardan yakınmıyor muydu?