Suriye’deki “kimyasal katliam” nihayet uluslararası camiayı ayağa kaldırdı. Bu vahşet karşısında 28 aydır
Suriye dramını uzaktan seyredenler şimdi bu insanlık dışı manzara karşısında dehşet ve kaygı içindeler.
Peki, bu kez dünya harekete geçecek mi?
Eğer bu hareketi BM’den bekliyorsanız, fazla umutlanmayın.
Güvenlik Konseyi’nin önceki günkü kararı bir temenniden öteye geçmiyor...
Her şeyden önce bu barbarlığı kimin yaptığını tespit etmek ve ona göre karşılık vermek gerek. Bu ise (Esad’ın tutumu nedeniyle) hem zor, hem de zaman alacak. Kaldı ki, Güvenlik Konseyi’nden -Rus ve Çin vetosu nedeniyle- bir “eylem” kararı çıkma ihtimali çok zayıf.
O halde kim suçluyu bulacak ve cezalandıracak? Kim bu dehşet silahının kullanılmasını veya başkalarının eline düşmesini önleyecek?
Herkes şimdi bu soruyu soruyor. Ne yazık ki umutsuzca...
Yarın bu konudaki seçenekleri ele alacağız.
Etrafta dost kalmıyor
Günlerden beri Türk dış politikasının bölgedeki olaylar nedeniyle karşılaştığı ciddi sıkıntıları yazıyoruz.
Özellikle Suriye ve Mısır krizleri Ankara’nın bu ülkelerle ilişkilerini kopma noktasına getirmekle kalmıyor, aynı zamanda bölgedeki ve bölge dışındaki diğer devletlerle gerginlikler yaratıyor, sonuçta Türk diplomasisinin bir yalnızlığa düşmesine yol açıyor.
Tabii bu duruma gelinmesinde, her şeyden önce bölgedeki olay çıkışının büyük payı var. Eğer Suriye’de Esad yönetimi, ayaklanan halkına karşı zalimane hareket etmeseydi, Erdoğan Hükümeti çok önemsediği Suriye ile stratejik ortaklığını sürdürebilecekti... Eğer Irak’ta iktidardaki Şii yönetim Sünni çoğunluk üzerinde hakimiyet kurmaya kalkışmasaydı, Türk-Irak ilişkileri bozulmayacaktı... Ve eğer Mısır’da Müslüman Kardeşler yönetimindeki demokratik süreç askeri darbe ile askıya alınmasaydı, Ankara ile Kahire arasındaki ilişkiler gelişmeye devam edecekti...
***
Bu olaylarda Türkiye’nin içine düştüğü sıkıntıların diğer bir nedenini ise, hükümetin izlediği politikalarda aramak gerek.
Ankara’nın ortaya çıkan krizlerde “proaktif” davranmak ve “ilkeli bir duruş” sergilemek stratejisinin, halen karşılaşılan sıkıntılarda büyük payı var.
Uygulanan strateji sonuç olarak Türkiye’yi bölgedeki sorunların bir parçası haline getirmiştir. Bu ülkelerle ilişkiler kopmuş, Türk diplomasisinin bunlar üzerinde etkili olmak şansı zayıflamıştır.
***
Şimdi de bu stratejinin uluslararası ilişkilerde de çok ciddi sıkıntılara yol açtığını görüyoruz. Hükümetin son olarak Mısır olayında Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerini karşısına alması, hele Başbakan’ın bu ülkelere karşı suçlayıcı ağır sözler sarf etmesi, özellikle ticaret ve yatırım alanında işbirliğine büyük değer verilen bu devletlerle ilişkilerin bozulması tehlikesini yaratmış bulunuyor. Gene Mısır olayında hükümet yetkilileri, ABD başta olmak üzere Batı’ya karşı sert bir kampanyaya girişmiştir. Başbakan’ın İsrail’e karşı suçlaması bu kez Beyaz Saray’ın da şiddetli bir tepki göstermesine neden olmuştur.
Sonuçta, Mısır krizi ile ilgili izlenen politika ve verilen demeçler, Ankara’nın “üçüncü ülkelerle” -Suudi Arabistan ve Arap Emirliklerinden, ABD’ye kadar- ilişkilere gölge düşürüyor ve bir bakıma Türkiye’yi uluslararası platformda yalnızlığa sürüklüyor.
***
“Yalnızlık” sözcüğünün önüne konmaya çalışılan (“değerli“ gibi) sıfatlar izolasyon halinin sakıncalarını ortadan kaldırmaz.
Türk dış siyasetenin amacı hep etrafta dost edinmeyi amaçlamıştır. Türk diplomasisi eğer Ortadoğu meselelerinde söz sahibi olmak istiyorsa, bölge ülkeleri ve büyük güçlerle dostluğa gölge düşüren sert çıkışlar ve suçlayıcı beyanlar yerine diyalog halinde olmak zorundadır.
Kendi “ilkeli duruşu” doğrultusunda yapıcı ve etkin bir politika izlemenin yolu da budur.
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek?
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024