Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Birand gazeteciliğe yanımda başlamıştı

1963 yılında Milliyet Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi bana gencecik bir adam gönderdi ve “Kendisi bir süre için Londra’ya gidiyor, bak orada muhabir olarak işe yarayabilir” dedi.
Ben o zaman gazetenin Dış Haberler Şefi idim. Karşımdaki genç kendisini tanıttı: Mehmet Ali Birand. Bir ameliyat için Londra’ya gidiyordu. Gönlünde yatan, gazeteci olmaktı. Ona Londra’da bulunacağı birkaç hafta içinde Milliyet’in muhabiri olarak çalışma fırsatı verilmesini istiyordu.
Hani derler ya, ilk bakışta gözüm tuttu. Gerçi çok genç ve tecrübesizdi. Ama müthiş bir hevesi vardı.
Kendisine o gün kısa bir “gazetecilik dersi” verdim, Londra’dan bize ne gibi haberler geçebileceğini anlattım.
Bu kısa görüşme, ona Londra’da kaldığı sürece bizi bir “haber bombardımanına” tutması için yetti. Bunlardan gazetenin birinci sayfasında kullandıklarımız da oldu...

Heyecanlı ve hırslı
Mehmet Ali İstanbul’a döndükten sonra gene İpekçi’nin kapısını çaldı. Bu kez başarılı bir dış muhabirin verdiği özgüvenle, Milliyet’te çalışmak istediğini söyledi. Bu isteği kabul edildi ve sonuçta Birand’ı yanımda buldum. Bu kez işi ajansları, yabancı basını taramak ve yabancı radyoları dinlemek suretiyle dış haberleri hazırlamaktı. Bunu da kısa zamanda öğrendi. Artık izinli günlerimde veya yurtdışı seyahatlerimde servisin sorumluluğunu ona bırakabiliyordum. Çalışkandı, işini çok seviyordu, heyecanlı idi.
Ve bütün bunların yanında, hırslıydı. Nitekim çok geçmeden kendisi imzalı yazılar yazmak ve yabancı ülkelerde olayları izlemek için yeşil ışık yakmamı istedi. Ona her seferinde bu şansı verdik. Her seferinde yeni bir başarı gösterdi. Aynı performansı daha sonra yine kendi istek ve önerisiyle Brüksel temsilcisi olduğu ve SSCB’den ABD’ye kadar birçok ülkedeki olayları yerinde izlediği dönemde de sergiledi.
O yıllarda Mehmet Ali dışarıda, ben merkezde çok sıkı ve uyumlu bir işbirliği içinde olduk. 1980’lerden sonra Birand gazeteciliğin yanı sıra yazdığı kitaplarla, TV’deki söyleşileriyle, 32. Gün gibi belgeselleriyle parladıkça parladı. Sadece Türkiye değil, dünya çapında bir üne sahip oldu. Ben onun meslek hayatındaki “take-off” (kalkış) aşamasına bir katkıda bulunmanın mutluluğunu her zaman yaşadım. Daha doğrusu, Mehmet Ali her vesile ile bizzat bunu hatırlatarak bu mutluluğu ve gururu bana yaşattı.

Uyumlu ve mutlu
Birand’ın evliliğinde de galiba dolaylı bir katkımız oldu. 1968’de gazetenin sahibi Ercüment Karacan beni çağırdı ve Fransa’da tahsilden yeni dönen üvey kızı Cemre’yi tanıştırarak “Bak o da gazeteci olmak istiyor, İngilizce ve Fransızcası çok iyi, onu yetiştirir, servisinde çalışsın” dedi. O dönemde ufacık bir odada Birand’ın dışında Halit Kıvanç ve Altan Erbulak ile birlikte çalışıyorduk. Açıkçası Cemre’yi (ne de olsa “patronun kızı” oturtacak) rahat bir yerimiz yoktu. Onu Birand’ın yanında sıkışık bir şekilde oturttuk. Bu yakınlık çok geçmeden sonucunu verdi: flört ve ardından evlilik! Tanıdığım en uyumlu, en mutlu çift oldular...

Başarısının sırrı
Birand’ın mesleğinin zirvesine çıkmasının, özel yaşamında da çok sempati toplayan, çok sevilen bir kişi olmasının sırrına gelince: O genç yaşından itibaren hayata veda ettiği güne kadar gazeteci (muhabir, yazar, haber sunucusu, yorumcu) hevesini ve heyecanını korudu. Çok hırslı, çok çalışkandı, ne istediğini ve buna nasıl ulaşacağını biliyordu. Etrafındakilerle iyi geçinirdi, kavgacı değildi, sevecen, esprili, neşeli idi, hayatın iyi ve keyifli tarafına bakardı. Bütün bu nitelikleriyle “müstesna bir insan”dı. Bizler için de yokluğu doldurulamayacak bir meslektaş, bir arkadaş...
Mekânı cennet olsun.