Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Haftalardır beklenen davada baş sanığın genç bir kadın olması, dikkatleri ister istemez onun üzerine çevirdi: Şık ve bakımlıydı, oldukça rahattı, çiklet çiğniyor, avukatları ile şakalaşıyordu; adeta bir foto-model gibi duruyordu...
Münih’teki mahkemede yargıcın karşısına çıkan 38 yaşındaki Beate Zschaepe Neo-Nazi bir çete kurmaktan, cinayet ve kundaklamaya kadar bir dizi ağır cürümle suçlanan bir sanık değildi sanki...
Oysa Zschaepe’in diğer dört sanıkla birlikte yargılanacağı dava, Almanya’da son yıllarda görülen siyasi nitelikteki en büyük vakadır.
Aslında sanık sandalyesine oturan, sadece mavi gözlü Beate Zschaepe ve arkadaşları değil, mensup oldukları Neo-Nazi “Nasyonal Sosyalist Yeraltı” (NSU) adlı çete, hatta daha genel bir bakışla, Almanya’da hortlayan aşırı sağcı, ırkçı, yabancı düşmanı harekettir.
Bu davada ideolojik saplantılı terör eylemlerine katılmakla suçlananlar, denizin sadece üstünde görülen bir aysberg gibidirler. Daha derine inildikçe, Alman toplumunun içinde yer alan daha iri bir kitle kendini gösteriyor.
Münih’teki Eyalet Yüksek Mahkemesi’nde başlayan dava işte böyle bir anlam ve önem taşıyor.

Polis göz yumarsa...
Aslında 8 Türk dahil, 10 kişinin öldürülmesini içeren bu davanın görülmesinde bir hayli geç kalındı. Eğer on küsur yıl önce Alman istihbarat ve güvenlik servisleri iyi çalışsaydı; devlet bu tehlikeyi daha ciddiye alsaydı, bu dava çoktan bitmiş, sanıklar cezalandırılmış ve kamu vicdanı (ve de tabii Türkler) rahatlamış olurdu.
Almanya’da polis NSU hücresinin Beate Zschaepe’nin yönetiminde kurulduğunu (bir garaja yapılan bir baskın vesilesiyle) öğrenmişti. Ama her nedense olayın üzerine gidilmedi. Örgüt 2000’den itibaren birçok eyleme geçti, adam öldürdü, binaları ateşe verdi, bankalar soydu. İstihbarat ve güvenlik servisleri bunları gerektiği gibi araştırıp değerlendirmedi. Ta ki Kasım 2011’de Beate Zschaepe, birlikte yaşadığı iki erkek arkadaşının “intihar ettiği” bildirildikten sonra, bir karakola gidip polise teslim oluncaya kadar...
Peki, Almanya gibi güçlü bir devlet nasıl oldu da, Neo-Nazi bir yeraltı örgütünün varlığını zamanında ortaya çıkaramadı?
İşte bunda devletin zaafı belli oluyor. Bu olayı tespit edecek kurumların iyi çalışmadığı, hatta bazısına Neo-Nazi sempatizanlarının sızdığı söyleniyor.

“Münih’te hâkim var”
Aşırı sağcı hareketler üzerinde uzman sayılan siyasal bilimci Gideon Bottsch’a göre, yıllar boyunca Alman güvenlik servisleri, “göçmenler”i izlemeye daha çok önem vermiş, aşırı sağcıların faaliyetlerini hafife almıştır. O kadar ki, Neo-Nazi eğilimli kişilerin devlet kurumlarına sızmalarının farkına bile varamadılar...
Münih’te başlayan mahkemenin bir önemi de, Alman halkının Neo-Nazi “yeraltı” faaliyetinin farkına varması için bir fırsat oluşturmasıdır. Bu aynı zamanda şimdiye kadar bu tür faaliyeti ve eylemleri göz ardı eden devlet yöneticilerinin de bu tehlikeyi daha iyi görmeleri için bir vesiledir.
Kısacası Münih’teki dava, Almanya’da hukuk ve adalet için bir sınav olacaktır. Umarız bu yargılama sürecinin sonunda “Münih’te hâkimler var” demek mümkün olur.