Bütün çabalar ve umutlar taraflar arasında sıcak bir çatışmayı önlemek üzerinde odaklanıyor. Amaç, silahların yerine, diplomatların konuşması ve gerilime son verecek bir müzakere sürecinin başlatılmasıdır.
Peki, sonra ne olacak? Tarafları savaşın eşiğine getiren anlaşmazlıklar nasıl halledilecek? Müzakere sürecinde bir uzlaşma sağlanabilecek mi? Yoksa çözümsüzlük durumu uzayıp gidecek mi?
İşte bu belli değil. Hatta ucu açık olan bu sürecin kalıcı bir çözüme götürebileceği de şüpheli.
Bunu söylerken, Doğu Akdeniz’deki krizi esas almakla beraber, son yıllarda yaşanan birçok benzer durumu da göz önünde bulunduruyoruz.
Bütün bu örnekler, diplomasinin devreye girmesiyle, çatışmaların önlendiğini veya bir ateşkesin gerçekleştiğini, ancak krize neden olan uyuşmazlıkların halledilmediğini ve çözümsüzlük halinin adeta yeni bir statüko oluşturarak sürüp gittiğini gösteriyor.
Daha geçen hafta bunun bir örneği de Libya’da yaşandı. Devreye
Türkiye’nin Karadeniz’de doğal gaz keşfetmesi, bu tarihi olayın dış politikaya olası etkileri konusunu da gündeme getirdi.
Bu bağlamda, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın bunun yeni bir başlangıç olacağına işaret eden konuşmasında kullandığı “Ne Doğu, ne Batı, yeni eksen Türkiye” sloganı, Ankara’nın uluslararası konumu ve rolüyle ilgili vizyonunu ortaya koydu.
Bu demeçte yer alan eksen sözcüğü, son yıllarda içeride ve dışarıda Türk dış politikasının yeni yönelişi konusundaki demeçlerde ve yazılarda çok tartışıldı. Şimdi bu tartışmalar kullanılan sloganın ışığında yeniden yapılıyor, bunun anlamı üzerinde farklı görüşler ifade ediliyor. Bu bakımdan, bu eksen kavramına açıklık getirmekte yarar var.
Fakat başta bu keşfin anlam ve önemini kısaca vurgulamak gerekir: Türkiye için bu olay gerçekten bir başarı öyküsüdür. Böylece Türkiye kendi kapasitesini ve milli kaynaklarını kullanma kararlılığını göstermiştir. Sakarya havzası adı verilen bölgede yüksek teknoloji kullanılarak
Henüz birkaç yıl önce Doğu Akdeniz’de zengin hidrokarbon yataklarının bulunduğu tespit edildiğinde büyük hayaller ve ümitler dile getiriliyordu.
Buna göre, bu kaynaklar el birliğiyle değerlendirildiği takdirde, sadece bölge ülkeleri değil, bütün dünya bundan yararlanacak ve enerji ihtiyaçlarının önemli bir kısmını karşılayabilecekti…
İyimser öngörülerden biri de bunun bölge ülkeleri arasındaki anlaşmazlıkların çözümünü kolaylaştıracağı ve sonuçta Akdeniz’in bir dostluk ve iş birliği havzası olacağı yönündeydi.
Bu da Kıbrıs sorununun ve Türk-Yunan uyuşmazlıklarının halli için yeni bir fırsat olarak görülüyordu…
Maalesef olaylar, hiç ümit edildiği gibi gerçekleşmedi. Aksine, denizin dibindeki bu zengin yataklar, bölge ülkelerini yakınlaştıracak yerde, birbirine daha da düşürdü. Örneğin Kıbrıs Rum yönetiminin ada Türklerini ve Türkiye’yi dışlayan bencil ve tek yanlı davranışı, sonuçta yeni bir sürtüşme ve
Türkiye ile Yuna- nistan arasında Doğu Akdeniz’de bu hafta kızışan kriz, sıcak bir çatışmaya dönüşebilir mi? Diğer bir deyişle, tırmanan gerginlik, bir Türk-Yunan savaşını tetikler mi? Böyle bir ortamda, diplomasinin yeniden devreye girmesi ve iki ülke arasında müzakere sürecinin başlaması şansı ne kadar vardır?
Halen merakla sorulan bu sorular, çeşitli opsiyonları ve senaryoları da ortaya koyuyor.
Başlıca seçeneklere bir bakalım.
ASKERİ ALANDA: Ankara’nın daha önce kararlaştırılan müzakereleri Yunanistan’ın Mısır ile deniz yetki alanına ilişkin bir anlaşma imzalamasına karşılık iptal etmesi üzerine, Oruç Reis sismik araştırma gemisini bölgeye sevk etmesi, Atina’nın bu geminin bölgeden derhal çekilmesini talep edip askeri güç gösterisinde bulunması, bir çatışma endişesi ve riski yaratmıştır. Ancak yapılan bütün yorumlar, iki tarafın da bu “kontrollü gerilim”in bir sıcak çatışmaya dönüşmesine izin vermeyecekleri yönündedir.
İki taraf da işin bu raddeye gelmesini istemez. Kaldı ki, NATO
Beyrut’ta birkaç gün ara ile iki patlama birbirini izledi.
Birinci olayda, başkentin liman bölgesinde 2 bin 750 ton kaçak amonyum-nitratın depolandığı tesisler infilak etti. Bu faciada 200 kişi öldü. 6 bin kişi yaralandı, kentin geniş bir kesimi harabeye döndü, 350 bin kişi evsiz kaldı… Lübnan şimdi yakın tarihinin en acı günlerini yaşıyor…
İkinci olayda, Beyrut, bir “halk patlaması”na sahne oldu. Lübnan’daki korkunç infilak, sosyo-politik bir patlamayı tetikledi, binlerce kişi öfkesini duyurmak için sokaklara döküldü, bazı resmi binaları bir süre işgal etti, polisle çatıştı. Devam etmekte olan bu gösterilerde halkın kızgınlığı ve umutsuzluğu yanı sıra, Hükümetin istifası, köklü reformların yapılanması talepleri dile getiriliyor.
Peş peşe meydana gelen bu iki patlama, Lübnan’ı bir dönüm noktasına getirmiş bulunuyor. Giderek bir kalkışma halini almakta olan halk patlaması, ülkenin kaderini değiştirecek gibi görünüyor. Birçok Lübnanlıdan şimdi duyulan söz şudur:
Beyrut’taki patlama faciası, bir kaza eseri mi, yoksa bir saldırının sonucu mu? Eğer ikinci şık söz konusu ise, bunu yapan kim?
Şiddetli bir depreme, hatta bir Atom Bombasına benzetilen bu dehşet verici olayın meydana geldiği saatlerde, özellikle bizdeki televizyonlarda bazı konuşmaların suçlu tespit edilmiş ve kanıt bulunmuş gibi, alelacele komplo teorileri ortaya atmaları, şaşırtıcı idi doğrusu…
Oysa olay yerinden dünya ajanslarının verdiği haberlerde bu konuda ihtiyatlı bir dil kullanılıyor, spekülasyona girişilmeden, ilgili makamların şeffaf bir soruşturma açacağı belirtiliyordu.
Nitekim şimdi de soruşturmanın, olayın nedeni ve sorumluları ile ilgili gerçekleri ortaya çıkarması bekleniyor.
Dolayısıyla bu korkunç patlamanın arkasında birilerinin bulunup bulunmadığı ve bunların kimler olduğu sorusu şimdilik “bilinmeyenler” listesinin başında yer alıyor.
Aynı listedeki bir başka konu korkunç infilakın hiç beklenmedik şekilde nasıl meydana geldiği ile ilgili. Öylesine tehlikeli bir madde (2,7 bin ton amonyum-nitrat), Beyrut’un liman bölgesinde, en hareketli ticaret merkezinde,
Geçen cuma günkü yazımızın başlığı “Ege’de yumuşama” idi. Bugünkü konumuz ise, Akdeniz’de sertleşme…
Ege’deki olay, Türkiye ile Yunanistan arasında patlak veren bir krizle başladı. Türkiye’nin Oruç Reis sismik araştırma gemisini Meis adası açıklarına gönderme kararına karşı Yunanistan’ın gösterdiği sert tepki üzerine, Almanya’nın devreye girmesiyle, hava yumuşadı ve iki komşu ülke, aralarındaki anlaşmazlıkları müzakere yolu ile halletme kararını aldı. Şimdi bu görüşmelerin önümüzdeki günlerde Ankara’da başlaması bekleniyor…
Türk-Yunan ilişkilerinde böyle bir yumuşama süreci başlarken, Doğu Akdeniz’de, Türkiye ile Güney Kıbrıs arasında yeni bir sertleşmeye ve gerilime doğru gidildi. Türkiye’nin Kıbrıs Rum yönetiminin Münhasır Ekonomik Bölge ilan ettiği üç parselin yer aldığı noktaya Barbaros Hayrettin Paşa sismik gemisini sevk etmesi, Anastasiadis yönetiminin tepkisine yol açtı. Rum tarafı, AB’den Rusya’ya, ABD’den
Bayram öncesi Ege’deki gerilimle ilgili olarak gelen rahatlatıcı haber, ufukta görünen kara bulutları dağıttı.
Geçen hafta, özellikle Meis Adası etrafında esen fırtına, neredeyse Türkiye ile Yunanistan’ı sıcak bir çatışmanın eşiğine sürüklüyordu.
Ankara’nın bölgede sismik araştırmalar yapacağını açıklaması ve bu konuda bir “Navtex” uyarısında bulunması üzerine, Atina ile başlayan söz düellosu iki tarafın donanmalarının o bölgede güç gösterisine dönüşüyordu.
İki NATO müttefikinin kapışması tehlikesi Batı diplomasisini harekete geçirdi. Almanya Şansölyesi Angela Merkel bizzat devreye girdi, Türk ve Yunan liderlerini bu tehlikeli gerilime son verecek adımları atmaları için ikna etmeye çalıştı. Bu girişim başarılı oldu. Türkiye sismik araştırma planını bir süre erteleyeceğini ilan ederken, iki tarafın, aralarındaki uyuşmazlığı halletmek için müzakerelere başlayacağı açıklandı.
Böylece Ege’deki o gergin hava en azından şimdilik dağılmış ve bir yumuşama emaresi