İzmir’deki deprem felaketi nedeniyle Yunanistan Başbakanı Micotakis ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında gerçekleşen mesaj trafiği, Türk-Yunan gerginliğine, bir nebze yatışmasına katkıda bulunacak mı?
Bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ama şimdiden bu karşılıklı jesti, mevcut ortamında yapılmış olmasına rağmen anlamlı bir gelişme sayabiliriz.
Testi edilen mesajlardaki sözler dikkat çekici. Miçotakis’e göre, “Anlaşmazlıklarımız ne olursa olsun, önemli olan halklarımızın birlikte ayakta durmasıdır.” Erdoğan’ın deyişiyle de “İki komşunun dayanışması, hayattaki başka şeylerden daha önemlidir.”
Çok doğru ve zamanlı sözler.
***
Deprem felaketi fiilen ikili ilişkilere yeni bir yön verebilir mi?
1999 depreminden sonra yaşanan tecrübe bir umut kaynağı sayılabilir. O dönemde Türk ve Yunan Dışişleri bakanları, Cem ile Papandreu, yürüttükleri “deprem diplomasisi” ile bozuk olan ilişkilerde yeni bir yakınlaşma süreci başlatmıştı. İki taraf da, güven artırıcı adımlarla, anlaşmazlıklarına rağmen, çeşitli
Dağlık Karabağ’da bir ayını tamamlayan savaştan, şimdiden çıkarılabilecek sonuçlardan biri, tek cümleyle şöyle ifade edilebilir: Güçlü olan kazanır.
Cephede Azerbaycan üstün askeri gücünü göstererek, 26 yıl önce Ermenistan’a kaptırdığı toprakları geniş bir kısmını “azad” etmeyi başardı. Defalarca ilan edilip bozulan ateşkese rağmen devam etmekte olan çatışmalarda Azeri ordusunun bu başarıları, Ermeni işgaline fiilen son vermek üzere.
Eğer Azerbaycan Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’daki işgale bizzat son vermesini bekleseydi daha uzun yıllar boşuna geçmiş olacaktı. Tıpkı son çeyrek yüzyılda olduğu gibi.
Bu kemikleşmiş mesele, yıllar boyunca bir türlü halledilemedi, Birleşmiş Milletler’in kararları ve AGİT Minsk Grubu’nun çabaları da işgalin sona ermesini sağlayamadı. Tabii bu arada Azerbaycan’ın da sabrı tükenmeye başladı. Bakü, boş durmadı. Bu işin eninde sonunda “sahada” halledileceğini düşünerek askeri gücünü artırdı. Azeri ordusu, Ankara’nın aktif
Haftaya bugün ABD’de yapılacak seçimlerden iki başkan adayından Cumhuriyetçi Donald Trump’ın mı, yoksa Demokrat Joe Biden’ın mı galip çıkacağı büyük merak konusu...
Sadece Amerika’da değil, Türkiye dâhil dünyanın pek çok yerinde şimdiden bu soru akılları kurcalıyor: Trump veya Biden, ne fark edecek? Özellikle ABD dış politikasında bir değişiklik beklenebilir mi?
Geçmişte de ABD’deki Başkanlık seçimleri için bu soru çok sorulmuş, ancak genel olarak “Kim seçilirse seçilsin, pek fark etmez” yanıtıyla Amerika’daki kurulu düzenin çoğu kez ağır bastığı öne sürülmüştür.
Trump-Biden yarışının sonucu için de aynı değerlendirme yapılabilir mi? ABD’deki kurulu düzenin, Beyaz Saray’a kim gelirse gelsin, etkinliğini sürdüreceği doğrudur, ancak bu kez ortada farklı bir durum vardır. Trump, 5 yıllık başkanlığında ABD’nin iç ve dış politikasında radikal değişiklikler yapmıştır. Bu kez seçim sonucu, bu rota değişikliğinin devam mı edeceğini, yoksa ondan
Başlıktaki soruya “evet” yanıtını verebiliriz.
Bunu doğrulayan çok örnek var.
Uluslararası platformda devletlerin zaman zaman ortaya çıkan ihtilaflara rağmen, iş birliğini sürdürebildikleri görülüyor.
Bu bazı istisnalar dışında, Türk dış politikası için de geçerlidir.
Ankara’nın bazı ülkelerle karşılaştığı sorunlara rağmen, yakın ilişkilerini ve iş birliğini geliştirebildiğine dair örnekler var.
Türkiye-Rusya ilişkileri bu örneklerin başında yer alıyor.
Bu ilişkiler 5 yıl önce Türkiye’nin bir Rus askeri uçağını düşürmesinden sonra ciddi bir sarsıntı geçirmiş, hatta kopma noktasına gelmişti. Gerginliğin tırmandığı bir ortamda, iki taraf müzakere ve uzlaşı yoluyla krizi atlatmaya çalıştı. Erdoğan-Putin diyaloğu çok geçmeden ilk sonuçlarını verdi: İki ülke dostluk ve iş birliğini enerjiden savunmaya kadar çeşitli alanlarda hızla ileriye götürebildi.
KKTC’deki seçimler sonucunda, Cumhurbaşkan-lığı koltuğunun son 5 yıl bu görevde bulunan Mustafa Akıncı’dan onun rakibi Başbakan Ersin Tatar’a geçmesiyle, adadaki Türk toplumu için yeni bir dönem başlıyor.
Bu olayın önemi, sadece kişi bazında bir iktidar değişikliğinin gerçekleşmiş olmasından ibaret değil. Esas önemli olan, Akıncı ile Tatar’ın savunduğu temel görüş ve politikalardan birinin sandıktan çıkan sonuca göre (az oy farkıylada olsa) tercih edilmiş olmasıdır.
Bunun pratikteki anlamı şudur: Cumhurbaşkanlığı koltuğundaki bu değişiklik, Kıbrıs politikasında da farklılık getirecektir. Bunu “iç” siyasi ve ekonomik alanda olduğu kadar, “dış” politikada da göreceğiz.
Dış politikadan kastedilen, Kıbrıs sorunun çözümüne yönelik çabalar, KKTC’nin Ankara ile kenetlenerek, Doğu Akdeniz’de izleyeceği yoldur.
Bu yeni stratejinin bir süreden beri Ankara’da ve Lefkoşa’nın Türk kesiminde hazırlanmakta olduğu biliniyor. Son zamanlarda Ersin Tatar’ın demeçleri de belirlenmiş olan yeni
Öteden beri uluslararası anlaşmazlıklarla ilgili şu sözü duyarız: “Bu meselenin askeri çözümü yok. Mutlaka siyasi çözüm gerek”...
Bunu söyleyenler genelde dünya meseleleriyle yakından veya uzaktan ilgilenen liderler, diplomatlar, akademisyenler, yazarlar, vesaire...
Teorik olarak tavsiyeleri yerindedir. Evet, uluslararası uyuşmazlıklar, savaşla değil, müzakereyle halledilmelidir. Askeri seçenek, sahada fiili durumu değiştirebilir, oldubittiler de yaratabilir ama bu her zaman anlaşmayı ve barışı getirmeye yetmez. Kalıcı çözüm ve barış için müzakere ve uzlaşı şarttır. Sahada bazı kazanımlar sağlansa dahi, işi sonuca bağlamak için mutlaka masaya ihtiyaç vardır.
Pratikte çoğu zaman uluslararası ihtilaflarda askeri opsiyona başvurulduğu, siyasi çözüm arayışının da pek sonuç vermediği ve sorunların da donmuş olarak kaldığı görülüyor.
Dünya gündemi Keşmir’den Afganistan’a, Filistin’den Kıbrıs’a, Yemen’den Suriye’ye kadar, bu tür kemikleşmiş sorunlarla doludur.
Ço
Soru bir süreden beri soruluyor... Suriye’deki harekât sırasında soruldu. Libya krizinde de...
Ve şimdi aynı soru, farklı bir bölgede, Dağlık Karabağ’daki olaylar nedeniyle gündemde.
Türkiye ve Rusya Kafkasya’da birbirleriyle karşı durumda mı? Yoksa birlikte çalışabilirler mi?
Suriye ve Libya örnekleri Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin bu ülkelerdeki olaylar sırasında ortaya çıkan anlaşmazlıkların pek etkisi altında kalmadığını gösterdi. Evet, Ankara ile Moskova her iki meselede, bazı spesifik konularda birbirlerine ters düşen pozisyonlar aldı. Bu uyuşmazlıklar resmi beyanlarda da açıkça dile getirildi ve tartışıldı... Ama buna rağmen Türk-Rus ilişkileri gelişmeye devam etti, liderler arasındaki diyalog aynı samimiyetle sürdürüldü, siyasi, ekonomik ve hatta askeri iş birliği alanı daha da genişledi.
Bazı konularda çıkan uyuşmazlıklara rağmen, sorunun fazla büyümeden kontrol altına alınabileceğini gösteren bir örnek bu. Yeter ki bu yönde ortak bir irade olsun...
***
Dağlık Karabağ’daki olaylar, Kafkasya jeopolitiğinde
KKTC’de 46 yıl kapalı tutulan Maraş’ın dün halka açılması, bu “Hayalet Kent” ile ilgili kişisel bir anımı hafızamda canlandırdı.
Bu anlatacaklarım, Kıbrıs meselesinde nereden nereye gelindiğini gözlerin önüne seriyor.
Ağustos 1974’te gerçekleşen İkinci Barış Harekâtı’ndan sonra, adanın turistik cenneti sayılan Maraş, bir hayli yıkılmış, Rum nüfusu tarafından terk edilmiş haliyle, varılan ateşkes anlaşması ve Birleşmiş Milletler kararı uyarınca, iskâna ve her türlü sivil faaliyete kapatılmıştı. Vaktiyle buraya akın eden turistlerin ve ünlü film yıldızlarının yerine, kentte sadece Türk askerleri ve devriye gezen BM birlikleri kalıyordu.
Kıbrıs’ın siyasi geleceğine ilişkin görüşmelerin daha başında, Maraş’ın bu kapalı statüsünün çözüm bulununcaya kadar süreceği, nihai statüsünün müzakerelerde belirleneceği üzerinde mutabakat sağlanmıştı.
Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in de, Maraş’ı bu müzakerelerde bir koz olarak kullanmak istediği ve Rumlarla bir anlaşmaya varılması