Suriye krizinin Rusya ve Çin’in Güvenlik Konseyi’nde üst üste veto kullanmaları nedeniyle Birleşmiş Milletler’de çözümlenmesi umudunu kaybeden Türkiye dahil bazı ülkeler, bu yılın başlarında “Suriye Halkının Dostları” adı altında bir grup oluşturmuştu.
Tunus’taki bir toplantıda temeli atılan bu topluluk, ikinci toplantısını 70 küsur ülkenin katılımıyla İstanbul’da, üçüncüsünü de Paris’te yaptı. Bu toplantıların amacı, Suriye muhalefetinin ve direnişinin örgütlenmesine ve Esad rejiminin sonlandırılmasına destek olmaktı.
“Dostlar” grubu bu hafta Marakeş’te Batılıların, Arap ve İslam ülkelerinin de dahil bulunduğu daha kalabalık (114 ülke) bir katılımla dördüncü konferansını gerçekleştirdi. Bu kez alınan en önemli karar, geçen ay Katar’da kurulan ve çeşitli muhalefet gruplarını kapsayan “Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu”nu (SMDK) “Suriye halkının meşru temsilcisi” olarak tanımak olmuştur.
Öylesine geniş ve etkin bir topluluğun, Esad karşıtı bir hareketi Suriye halkının legal temsilcisi ilan etmesi, yeni oluşan SMDK’ya ve onun askeri kanadı sayılan Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) moral ve güven veriyor.
Bu kararlı tutumu ile “Dostlar” grubu, uluslararası platformda
Son yıllarda iyice bozulan Türk-Fransız ilişkileri nasıl düzeltilebilir? Bu konuda iki taraf neler yapabilir?
Galatasaray Üniversitesi’nin Paris’teki Uluslararası ve Stratejik İlişkiler Enstitüsü (IRIS) ile birlikte geçen hafta İstanbul’da düzenlediği bir konferansa katılan Türk ve Fransız siyasetçiler, diplomatlar, akademisyenler bu soruların yanıtlarını aradılar.
Tartışmalar her iki tarafta da şimdi ilişkilerin onarılması için güçlü bir arzunun bulunduğunu ortaya koydu. Geleneksel ilişkilerin dibe vurduğu karanlık Sarkozy döneminden sonra, halen François Hollande yönetimi sayesinde ufukta yeni bir umut ışığı göze çarpıyor.
Bunun ilk işaretleri, Cumhurbaşkanı Hollande’ın Chicago’daki NATO zirvesi sırasında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile, ardından Rio’daki Uluslararası Kalkınma Konferansı sırasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığı görüşmelerde görüldü. Fransız lideri bu iki fırsatı da, Türk-Fransız ilişkilerine yeni bir ivme kazandırmak istediğini dile getirmek için değerlendirdi. Tabii Türk tarafı da aynı duygularla karşılık verdi.
Şimdi ilişkilerde yeni bir dönüm noktası oluşturacak olan Hollande’ın Türkiye ziyareti bekleniyor. İstanbul’daki konferansta
Günlerden beri Suriye krizinin değişik bir boyutundan söz ediliyor. O da, Suriye’nin askeri envanterindeki kimyasal silahlar meselesi...
Batılı istihbarat kaynakları, iç savaşta giderek sıkışmaya başlayan Esad yönetiminin, elindeki bu dehşet silahlarını kullanabileceği ihtimali üzerine rapor üstüne rapor hazırlıyorlar. Buna göre, özellikle son günlerde Suriye’deki kimyasal silah stoklarının, mevcut yerlerinden başka bölgelere nakledildiği, bu hareketliliğin de “hayra alamet” olmadığı öne sürülüyor.
Gene bazı yabancı istihbarat raporlarına göre, Şam yönetimi içinde bu silahların kullanılıp kullanılmaması konusunda bir çatlak belirmiş. Askeri istihbarat ve güvenlik servislerinin başındaki generaller direnişçilerin durdurulması için kimyasal silahlara başvurulması gerektiğini savunuyormuş...
Esad’a uyarı
Bu haberlerin ne kadar doğru olduğunu kestirmek zor. Ama dünya liderlerinin bu olasılığı ciddiye aldıkları açık. Başkan Obama son demeçlerinde Beşar Esad’a bu konuda ciddi uyarılarda bulundu ve ABD’nin kimyasal silah kullanımını bir “kırmızı çizgi” saydığını, böyle bir durumda Washington’un hareketsiz kalmayacağını bildirdi. BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon’dan NATO
Bugünlerde Kahire’de görülen manzaralar, geçen yılın başlarında devrim öncesindeki görüntüleri anımsatıyor: Tahrir meydanında yönetime karşı gösteriler, sokaklarda protesto yürüyüşleri, Başkanlık Sarayı’nın etrafında tanklar, zırhlı araçlar... Ve de kanlı çatışmalar...
Mısır’a Arap Baharı ile birlikte gelen halk hareketi, Şubat 2011’de Mübarek rejiminin devrilmesi ile sonuçlanmıştı. O zamanki gösterilerin hedefi, 40 küsur yıllık diktatörlüğü devirmek, ülkede özgürlük, eşitlik ve demokrasiyi kurmaktı.
Şimdiki gösteriler ise Mübarek sonrası dönemin ilk demokratik seçimi ile işbaşına gelen Muhammed Mursi’yi hedef alıyor. Protestocular cumhurbaşkanını “yeni bir Firavun” veya “Mübarek’in kopyası” olarak görüyorlar.
Bu seferki gösterilerin bir farkı da, halkın ikiye bölündüğü gerçeğini ortaya koymasıdır. Bir yandan Mursi’ye karşı olan laikler, liberaller, solcular, Hıristiyanlar... Diğer yandan Mursi’nin yandaşı olan Müslüman Kardeşler, Selefiler... Geçen yılki gösterilerde Mübarek karşıtı kitleler, güvenlik kuvvetleriyle karşı karşıya gelmişti. Bu kez laiklerle İslamcılar çatışıyorlar...
Önce ordu, sonra yargı...
Bu manzara Mısır’da devrimin Mübarek rejiminin
Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın uçağına Bağdat Havaalanı’na inme izninin verilmemesi, eski deyimi ile tam bir istiskal.
Irak hükümetinin bu davranışı yalnız Bakanı değil, bölgesel güç konumundaki Türkiye’yi de küçük düşürdü.
Olay aynı zamanda Türk-Irak ilişkilerinin geldiği kritik noktayı gösteriyor.
Bakan’ın uçağını indirmeme emrini veren Başbakan Nuri el Maliki, böylece Ankara’ya izlediği politika nedeniyle bir karşılık ve mesaj vermek istemiştir. Yani bu çirkin davranış, Irak rejiminin Türkiye’nin bazı hareketlerinden dolayı duyduğu öfkeyi yansıtmıştır.
Neden kızgın?
Maliki’nin bu duyarlılığının nedenlerini anlamak zor değil.
Kim geri adım attı, Başbakan Tayyip Erdoğan mı, yoksa Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin mi?
İki liderin İstanbul’da yaptığı görüşmelerin Suriye bölümü hakkında şimdi sorulan soru bu.
Her ne kadar bu görüşmelerde Suriye krizinin nasıl halledileceği konusunda görüş farklılıklarının bulunduğu ortaya çıktıysa da (Putin bunu da bizzat açıkladı), gerek Türkiye’nin gerekse Rusya’nın daha önceki tutumlarında bir “ince ayar” yaptıkları seziliyor.
Bu iki tarafın da temel pozisyonlarından vazgeçtiği, yani bir “geri adım” attıkları anlamına gelmiyor tabii...
Esad’lı mı, Esad’sız mı?
Ankara’nın temel pozisyonu, “Esad’sız çözüm” yönündedir. Açıkçası Türkiye Suriye diktatörünün devrilmesi için Suriye muhalefetinin ve Özgür Suriye Ordusu’nun oluşturulmasında ön planda yer almıştır.
BM Genel Kurulu’nun ezici bir çoğunlukla Filistin yönetimine, “üye olmayan gözlemci devlet” statüsünü vermesi, Filistinlilerin şimdiye kadar kazandığı en büyük diplomatik zaferdir.
Bu karar sembolik anlamının yanı sıra büyük siyasal önem taşıyor.
Geçen yıl BM Güvenlik Konseyi -özellikle Batı grubunun engellemesi sonunda- Filistin’i dünya örgütünde “tam üye” olarak kabul etmeyi reddetmişti. Şimdi 193 üyeli Genel Kurul’un 138 üyesinin desteğiyle Filistin’e bunun bir basamak altındaki bir statü veriliyor; ama bu dahi geniş çoğunluğun, Filistin’i -şimdiki haliyle dahi- bir devlet olarak gördüğünü ortaya koyuyor.
Bu karar sayesinde Filistin -aynı statüdeki Vatikan gibi- BM’deki müzakerelere katılabilecek, ona bağlı birçok kurumlarda yer alabilecek. Bu ayrıca ona Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvurarak İsrail yöneticilerinin “insanlık suçları” gerekçesiyle yargılanmalarını istemek imkanını verecek...
Ne değişecek?
Şimdi sorulan soru, bu kararın ne gibi etkileri olacağı ve pratikte neyi değiştireceğidir.
Türkiye ile NATO arasında, Türk topraklarında “Patriot” (Vatansever) hava savunma sisteminin kurulması üzerinde varılan anlaşmanın askeri olduğu kadar (belki de ondan da fazla) siyasal anlamı var.
NATO Konseyi’nde kabul gören bu konudaki Türk talebinin hayata geçirilmesi için, şimdi bazı “teknik detaylar” üzerindeki işlemlerin de tamamlanmasını beklemek gerek. Örneğin, “Patriot”ların Suriye sınırına yakın bölgelerde, tam olarak nerelere konuşlanacağı, ABD, Almanya ve Hollanda’dan toplam kaç batarya getirileceği, bunların ne kadar zaman Türkiye’de kalacağı gibi...
Ancak NATO’nun Brüksel’deki merkezinde yapılan açıklamaların ışığında Türkiye’nin güneydoğu bölgesinde kurulacak olan bu füze sisteminin hangi amaçlarla kullanılacağı veya kullanılamayacağı oldukça açık. Amaç Suriye’den (sadece Suriye’den) gelebilecek bir hava saldırısının önünü kesmektir. “Patriot”lar bir savunma silahıdır; dolayısıyla bir saldırı gayesi ile kullanılması söz konusu değil.
Ayrıca Brüksel’de yapılan açıklamalar, “Patriot”ların, bir “tampon bölge” kurmak ve onu korumak amacı ile kullanılmayacağını yeterince ortaya koymuştur.
Kırmızı çizgi uyarısı
Türkiye ile NATO arasındaki “Patriot”