Her yılın sonunda dünyada olup bitenlerin bilançosu çıkarıldığında, olumlu gelişmelerin yanı sıra “kötü olaylar” da gözden geçirilir.
Sona ermekte olan 2012 yılında tarihe damgasını vuracak olan önemli gelişmeler oldu. Geniş Arap coğrafyasındaki değişim gibi... Buna karşılık geniş halk kitleleri üzerinde derin iz bırakacak olan olumsuzluklar da meydana geldi. Avrupa’daki ekonomik kriz ve çeşitli bölgelerde giderek yayılan şiddet ve aşırılık gibi...
Her iki alanda da dünyanın 2012’de sahne olduğu belli başlı trendlere kısaca bakalım.
Değişim-dönüşüm
Arap Baharı adı verilen olay bir yıl önce başladı, ama bu hareketin gelişmesi ve yaygınlaşması 2012’de de kendini belli etti.
Arap coğrafyasındaki bu hareketi sadece mevcut rejimlere karşı bir isyandan ibaret görmemek gerek. Bu, Arap-İslam dünyasındaki tarihi bir değişimin ve de dönüşümün işaretidir.
ABD’de bu ayın başlarında Newtown kentindeki bir okula karşı girişilen ve 20’si çocuk 26 kişinin ölümüne yol açan katliamdan bu yana, bu tür kitlesel cinayetlerin önlenmesine yönelik yoğun bir hareketlenme başladı.
Amerikalıların çoğu, kendi ülkelerinde sıkça görülen bu tür saldırıların nedenini, “silah bolluğu”na bağladıkları için, öngördükleri başlıca tedbir de, “silah kontrolü”nün sağlanmasıdır.
Bu konu ABD’de daha önce de konuşulmuştu, ama Newtown’daki vahim olay Obama yönetimini harekete geçmeye sevk etti. Başkan bu konuda gerekli yasal adımları atmaya kararlı. Kongre’de de bu yönde bir hareketlenme var.
“Silah lobisi”nin karşı çabalarına rağmen, sonuçta -belki önümüzdeki aylarda- ABD’de silah alış-verişinin daha sıkı denetim altına alınması bekleniyor.
Ancak bunun Newtown’dakine benzer katliamların önlenmesinde ne kadar rol oynayacağı, zamanla görülecek. Çünkü -daha önceki bir yazımızda belirttiğimiz gibi- ABD’deki bu “hastalığın” tek nedeni silahtan ibaret değildir. Bu olaylarda ruhsal sağlık sorunundan “şiddet kültürü”ne kadar çeşitli faktörlerin önemli payı var. Örneğin oyuncak silahlardan şiddet içeren filmlere ve bilgisayar oyunlarına kadar günümüzde “popüler
Beklendiği gibi oldu: Mısır’da iki turlu Anayasa Referandumu’nu Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin muhafazakâr yönetimi rahat bir çoğunlukla kazandı.
Aslında bu referandum, daha önce Meclis ve Cumhurbaşkanlığı için yapılan seçimlerden çıkan sonucu bir kez daha teyit etti. Her defasında İslamcı cephe (Müslüman Kardeşler artı Selefiler) oyların -az farkla da olsa- yarısından fazlasını kazanmayı başarmıştı.
Her ne kadar bu halk oylaması, İslamcıların hakim olduğu Kurucu Meclis’in alelacele hazırladığı anayasa taslağı üzerinde yapıldıysa da, pratikte sonucu belirleyen şey, Cumhurbaşkanı’nın ve onun başını çektiği Müslüman Kardeşler kökenli Özgürlük ve Adalet Partisi’nin aktif çabaları ve etkinliği olmuştur.
Laik-liberal muhalefet -yani Ulusal Kurtuluş Cephesi- boykot ile katılma arasındaki bocalamadan sonra son dakikada sandık başına gitmeye karar verdiyse de, çok daha birleşik ve organize olan İslamcı blok kadar bir varlık gösterememiştir.
Sonuçta referandum öncesinde yargıyı kontrol altına almak gibi otoriter hareketleri epey tartışılan Mursi, istediğine erişmiş oldu...
Oylar neye göre?
Bugünlerde bütün Iraklılar (Arabı, Kürdü, Sünnisi, Şiisi) ayrıca bütün dünya (bölgesel ülkeler ve büyük güçler) Celal Talabani’nin bir an önce sağlığına kavuşması için dua ediyor.
Hafta başında beyin kanaması geçiren 79 yaşındaki Irak Cumhurbaşkanı, halen Almanya’da tedavi görüyor. Nisbi bir düzelmeye rağmen, durumu hâlâ ciddi...
Kürt asıllı Irak liderinin sağlığı ile ülke içinde ve dışında herkesin bu kadar ilgilenmesinin nedeni, Irak’ın halen içinde bulunduğu kırılgan siyasi durumdur.
ABD işgalinin sona ermesinden tam bir yıl sonra (son Amerikan askeri 18 Aralık 2011’de çekilmişti), Irak istikrarsızlık içinde yüzüyor. Bağdat ve diğer kentlerde bombaların patlamadığı gün yok. Sünni-Şii çatışmalarının yanı sıra şimdi bir de Kuzey Irak’ta, Kürtlerle Bağdat’taki merkezi hükümete bağlı güçler arasında, bir Kürt-Arap sürtüşmesi cereyan ediyor.
Talabani’yi ölümün eşiğine getiren rahatsızlığından önce, Kuzey Irak’ta neredeyse bir sıcak savaş çıkmak üzereydi. Kürt kökenli olmakla beraber tarafsız bir devlet başkanı olarak Talabani devreye girdi ve durumu yatıştırmaya çalıştı. Başbakan Nuri el Maliki ile yaptığı son toplantıdan sonra, bir uzlaşmaya varıldığı bildirildi.
Has
İran’ın bir süredir Türkiye’ye karşı yaptığı çıkışların en serti, bu hafta başında Genelkurmay Başkanı General Hasan Firuzabadi’den geldi. Türkiye’de “Patriot” füzelerinin konuşlandırılması konusunu ele alan İran ordusunun başı, bunun “bir dünya savaşına zemin hazırlayacağını” iddia etti!
Aynı konuda generalden önce -Savunma Bakanı dahil- başka İranlı yetkililer de Türkiye’ye eleştiri yağdırdılar. Her defasında Ankara “Patriot”ların saldırı değil, savunma füzesi olduğunu, bu silaha da Suriye’nin oluşturduğu tehdit nedeniyle ihtiyaç duyulduğunu belirtti.
Ancak İran Genelkurmay Başkanı’nın ağır ifadesi karşısında Türk yetkililer de ses tonunu yükseltmek zorunda kaldılar. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, İran’ın Türkiye’ye çatacağına, himaye ettiği Suriye rejimine gereken mesajı vermesi gerektiğini söyledi.
Aslında İranlıların Türkiye’ye karşı bu kampanyası yeni değil. Daha önce, Türkiye’nin Malatya’da NATO antibalistik füze savunma sisteminin kurulmasına ilişkin kararına karşı da ağır, hatta tehditkar sözler sarf etmişlerdi.
“Şahsi düşünce” imiş...
Tahran’dan son zamanlarda Türkiye’ye karşı sıkça yükselen bu seslerin anlamı nedir? Bu tür çıkışlar İran yönetiminin
Haftalardır, hatta aylardır Kıbrıs meselesinden bahis yok... Ne Türkiye’de, ne de dünyada...
Buna şaşmamak lazım. Bu ara Kıbrıs sorununda bir hareketlilik yok. Müzakereler tıkanmış vaziyette. Eroğlu-Hristofyas düzeyinde toplantı yapılmıyor. İş komisyonlara havale edildi. Onlardan da pek ses çıkmıyor...
Öte yandan Ortadoğu’da kazan kaynıyor. Dikkatler Suriye, Mısır, Filistin ve İran üzerinde toplanmış. Açıkçası Kıbrıs meselesi gündemde değil...
Böyle bir ortamda KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun İstanbul’da Kadir Has Üniversitesi’nin düzenlediği bir toplantıya gelip akademisyenleri ve gazetecileri son durum hakkında bilgilendirmesi çok yararlı oldu. Onun ağzından, şimdiki hareketsizliğin nedenlerini ve bundan sonra neler olabileceğini daha yakından öğrenme fırsatını bulduk.
Hemen şunu özetle söyleyelim: Kıbrıs Türk lideri, müzakere sürecinin geleceği ve çözüm olasılığı konusunda -umutsuz demeyelim ama- hiç de iyimser değil. Bölgede ve dünyada çok şey değişiyor; ama bunun Kıbrıslı Türklerle Rumlar arasında bir anlaşma sağlanmasına bir katkısı olmuyor. Ve maalesef 2013’ün de bir “çözüm yılı” olacağına dair bir işaret yok...
Yeni bir şey yok...
ABD’de her kitlesel saldırıdan sonra, ülkeyi saran o dehşet havası içinde, “silah kontrolü” konusu gündeme gelir. Kanaat önderleri, bilim adamları, politikacılar ateşli silahların yayılmasını önleyecek tedbirlerin mutlaka alınması gerektiğini söylerler.
Bunlar yıllardan beri konuşulur, tartışılır, ama bir türlü sonuç alınmaz.
Geçen cuma günü Connecticut eyaletinin Newtown kentindeki bir okula Adam Lanza adında 20 yaşındaki bir delikanlının giriştiği ve 20’si 6-7 yaşlarında çocuklar olmak üzere 26 kişinin ölümüne yol açan katliamdan sonra şimdi gene aynı koro yükseliyor: “Silah kontrolü tedbirleri derhal alınsın”...
Bunu isteyenlerin başında Başkan Obama geliyor. Amerikan lideri kararlılık ifade eden konuşmasında bu tür trajedilerin son bulması için harekete geçileceğini vaat etti.
Newtown’daki dramın vehameti bu kez Amerikalıları derinden etkilemiş görünüyor. Ama bu duygular, ABD’deki “kurulu silah düzenini” değiştirmeye yarayacak mı?
Kişi başına bir silah!
Mısır halkı bugün, ülkenin son haftalarda geçirdiği krizin ışığında, tartışmalı yeni anayasa taslağı üzerindeki hükmünü vermek üzere, sandık başına gidiyor.
Bu iki turlu referandum (ikinci tur haftaya) aslında Mısır’ın demokrasiye geçişinde yeni ve önemli bir sınav olacak. Bu bir bakıma da, Mübarek rejiminin devrilmesi ile sonuçlanan Mısır Devrimi’nin amacına ne ölçüde ulaştığını ve ne kadar yerine oturduğunu gösterecek.
Son kriz geçen yıl Tahrir Meydanı’nda başlayan halk hareketinin çoğulcu demokrasi hedefinin tehlikeye düşmekte olduğu endişesini yaratmıştı. Bunun başlıca nedeni de, Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin 22 Kasım kararnamesi ile, yargıyı saf dışı ederek olağanüstü yetkiler sahiplenmesiydi. Diğer bir neden de gene Mursi’nin talimatıyla Kurucu Meclis’in, laik ve liberal eğilimli üyelerin boykotuna karşın, İslamcıların çabasıyla yeni anayasa taslağını alelacele hazırlaması ve bunu en kısa zamanda referanduma sunmaya karar vermesiydi...
Mısır halkının geniş bir kesimi -ve özellikle geçen yılki ayaklanmaya katılanlar- bu iki gelişmeyi istek ve beklentilerine ters düşen bir gidiş olarak gördüler ve bunu protesto etmek için yeniden sokaklara döküldüler. Tahrir