Olay geçen haftanın başında “To Vima” gazetesinde çıkan bir haberle başladı. Habere göre, Yunan hükümeti Ege denizinde Yunan kıta sahanlığının sınırlarını belirleyen bir belgeyi Birleşmiş Milletler’e iletmeye hazırlanıyor.
Amaç, bildirilecek olan koordinatları temel alarak, kendi Münhasır Ekonomik Bölgesi’ni (MEB) ilan etmek ve oralarda petrol arama faaliyetini başlatmak... Nihai hedef de (zengin kaynakların bulunacağı umuduyla) Yunanistan’ı şimdiki mali krizden kurtarmak...
“To Vima”nın bu haberi Atina’daki diplomatlar -ve onların bağlı olduğu merkezler- için sürpriz oldu. Bunun hemen ardından diğer Yunan gazeteleri de aynı konuda ayrıntılı yazılar yayınlayınca, Başbakan Andonis Samaras’ın böyle hazırlıklar içerisinde olduğu anlaşıldı.
Nitekim Yunan hükümetinin bu girişimini ocak ayı içinde gerçekleştireceği ve BM’nin ilgili dairesine kıta sahanlığına ilişkin bildirimi (haritaları ile birlikte) ileteceği belirtiliyor.
Amaç ne?
Atina durup dururken neden bunu yapıyor?
Sovyetler Birliği döneminde Moskova dünyadaki komünistler için güçlü bir cazibe merkeziydi. O zamanlar birçok aydın, ideolojik nedenlerle, ülkelerini terk edip Rusya’yı kendi vatanları olarak kabul etmişlerdi.
Eski komünist süper-devletin bir gün, yeni kapitalist bir ortamda, zengin yabancılar için bir çekim odağı olacağını kim tahmin edebilirdi?
Tarihin bir cilvesi diyelim: Sosyalist François Hollande yönetimindeki Fransa’da, Rusya’ya göç edip Rus nüfus cüzdanını alarak orada yaşamlarını sürdürmek isteyenler var.
Ünlü aktör Gerard Depardieu bunlardan biri. Oldukça varlıklı olan 64 yaşındaki film yıldızı, kendisine yüzde 85 oranında bir vergi tahakkuk ettirilmek istendiği için, Fransa’yı terk etmeye karar verdi. Önce Belçika’yı denedi ama sonunda vergilerin çok daha düşük olduğu Rusya’yı seçti.
Depardieu’yu filmlerinden tanıyan Rusya devlet başkanı Vladimir Putin bunu öğrenince, bir basın toplantısında bu konuyu açtı ve “gelsin, biz ona Rus vatandaşlığını verelim” dedi.
Meşhur artist bu fırsatı değerlendirmekte gecikmedi, acele kalkıp Moskova’ya gitti ve Rus vatandaşı oldu!
Başbakan R. T. Erdoğan’ın Gabon, Nijer ve Senegal’i kapsayan seyahati, Ankara’nın yeni “Afrika atılımı”nın bir parçasını oluşturuyor.
Türkiye’nin Afrika’ya açılması oldukça yeni bir gelişme. Ankara Kara kıtayı Özal döneminde keşfetmişti. İsmail Cem’in Dışişleri Bakanı olduğu yıllarda Afrika ile yakınlaşma konsepti geliştirilmiş, ama bu hedef doğrultusundaki esas adımlar son 3-4 yılda şimdiki hükümet tarafından atılmıştır.
Bu aktif politika sonucunda Afrika’da 3 yılda 19 yeni büyükelçilik açılmış böylece kıtadaki 54 ülkenin 31’i ile doğrudan diplomatik bağlar kurulmuştur. Türk halkının belki de ismini bile duymadığı veya coğrafyadaki yerini bilmediği birçok Kara Afrika ülkesi, THY’nin düzenli seferleri listesine girmiştir.
Halen bu koca kıta ile ticaretimiz 12 milyar dolar. Ama 2015 yılı için konan hedef 50 milyar dolar...
Türk iş çevreleri şimdiye kadar adeta balta girmemiş orman gibi duran Afrika pazarlarını keşfetme çabasında. Başbakan’ın şimdiki Afrika turuna 300’e yakın işadamının katılması bu yeni ilginin bir göstergesi.
Yeni fırsatlar
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın ulusuna ve dünyaya seslenmek için Şam’daki Opera binasını neden tercih ettiğini bilemiyoruz. Ancak salondaki bin kadar taraftarının hararetle alkışladığı 50 dakikalık siyasi resitalin dış yankıları pek olumlu olmadı.
Esad’ın yeni yılın başında böyle bir konuşma yapacağı öğrenildiği zaman, çok kimse uzlaşıcı ifadelerle bir barış mesajı vereceğini ümit etmişti. Oysa Şam diktatörü 6 ay önce yaptığı son konuşmasından farklı, yeni bir şey söylemediği gibi, meydan okuyan, kibirli tutumu ile TV kameralarının önünde adeta bir şov yaptı.
Beyrut’taki “Daily Star” gazetesinin ünlü yazarı Rami Khouri’nin deyişiyle “Esad’ın konuşması, Opera binasının dışındaki gerçeklerle ilgisi olmayan, adeta başka bir aleme ait bir fantezi” niteliğini taşıyor.
Gerçekten Beşar’ın sahnedeki performansı dış görünüşte özgüvenini ve kararlılığını sergiliyorsa da, esasta kendisinin hâlâ realiteden kopuk bir hayal dünyasında yaşadığını gösteriyor.
Esad 60 bin kişinin hayatına mal olan, yarım milyon vatandaşının yurtdışına kaçmasına, pek çok kent ve kasabanın harabeye dönmesine yol açan yaklaşık 2 yıllık iç savaşın sonunda bugün ülkenin geniş bir kesiminin muhaliflerin
Yeni yılın başlamasıyla birlikte, Türkiye’nin AB üyeliği perspektifinde bazı umutlar belirdi.
Ankara ve Brüksel’de hissedilen bu nisbi iyimserliğin ilk nedeni, AB dönem başkanlığındaki “nöbet değişikliği”dir. Müzakere sürecinin askıya alındığı Kıbrıs Rus Yönetimi’nin 6 aylık görev süresinden sonra, şimdi (1 Ocak itibariyle) bu koltuğa İrlanda oturmuş bulunuyor.
Küçük İrlanda Türkiye’nin AB üyeliği fikrinin şampiyonu değil. Halihazırdaki Dışişleri Bakanı bayan Licanda Creighton geçmişte buna soğuk baktığını da söylemişti. Ama aynı Bakan şimdi İrlanda hükümetinin Türkiye ile müzakere sürecine yeni bir ivme kazandırmak istediğini, kendisinin de bu yönde çalışacağını söyledi. Nitekim bu yeni 6 aylık dönemde en az bir faslın masaya getirilmesi bekleniyor.
Umut verici ikinci faktör de Fransa’nın tutumudur. Sarkozy döneminde Fransa’nın bloke ettiği 5 fasıldan 2 veya 3 tanesi üzerindeki engelin kaldırılması söz konusu. Bu arada Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın yakında Türkiye’ye resmi bir ziyaret yapması da gündemde.
Hayırlı sayılan diğer bir belirti de, vize ile ilgili temasların bu dönemde sonuç vermesi olasılığıdır. AB’nin bu konuda hazırladığı belge halen Ankara’da
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bir gelenek haline getirdiği “Büyükelçiler Konferansı”nın bu yılki 5. oturumunda Türk dış politikasına vermeye çalıştığı yeni yönü etraflıca anlattı.
Bakan, yurtdışında ve merkezde görevli 180 büyükelçiye sunumunda, hükümetin izlediği dış politikanın başarılarını örnekleriyle sıraladı ve bundan kaynaklanan özgüvenle diplomatlara bundan sonra nasıl hareket etmeleri gerektiği konusunda mesajlar verdi.
Türk dış politikasının, Bakanın da işaret ettiği gibi, son yıllarda büyük bir hareketlilik kazandığı, Ankara’nın bölgesel, hatta küresel meselelerde sesini duyurduğu ve aktif roller üstlendiği bir gerçek.
Bu bakımdan Davutoğlu’nun büyükelçilere Türk diplomasisinin başarılarının detaylı bir listesini sunması doğal...
Risk stratejisi
Bu bağlamda Bakan’ın diplomatlara verdiği başlıca mesajları şöyle özetleyebiliriz:
Yıllardan beri bu köşede sürdürdüğümüz “Yılbaşı testi” ile gene karşınızdayız.
Gelin yeni yılın ilk gününde, 2013’te DÜNYA’DA ve DIŞ POLİTİKA’DA neler olabileceği konusunda bir fikir egzersizi yapalım.
Ama isterseniz önce 2012 yılı ile ilgili tahminlerimize bir bakalım. Benim “skor”um şöyle: Dünya olaylarında 10 sorunun ancak 5’ini doğru bildim. Bu geçmiş yıllara göre -benim açımdan- kötü bir sonuç. Demek ki 2012’de tahmini zor, beklenmedik gelişmeler olmuş... Buna karşılık Türk dış politikası ile ilgili 5 sorunun 4’ünü doğru tutturabildim. İyi bir sonuç...
Şimdi sıra sizde: 2012 yılına ait test kupürünü saklamışsınızdır herhalde. Yoksa canınız sağolsun! Artık bu seneninkini saklarsınız...
İşte 2013 yılı ile ilgili sorular:
DÜNYA OLAYLARI
Sona ermek üzere olan yıl, Türk dış politikasının en faal ve hareketli yıllarından biri oldu. Türk diplomasisi bölgede ve dünyada aktif roller üstlendi, uluslararası platformda varlığını ve etkinliğini hissettirdi.
Ancak 2012, dış politikada geçmiş yıllara nazaran daha sorunlu ve zorlu bir yıl olarak da anılacak.
Olanları kısaca şöyle özetleyebiliriz:
Eski eksen
Türkiye 2012’de geleneksel Batı yanlısı politikasını sürdürdü. Daha önceki yıllarda iktidara karşı öne sürülen “eksen kayması” iddialarına karşılık, 2012’de Ankara bu izlenimi silen bir yöneliş sergiledi. NATO ile Malatya’da füze savunma sisteminin kurulması ve üç NATO müttefikinden “Patriot” füzelerinin getirilmesine ilişkin hükümetin aldığı kararlar, bunun göstergesi...
Ankara ayrıca bu yıl içinde ABD ile çeşitli alanlarda daha sıkı işbirliği kurmaya, ayrıca Fransa ile de bozuk olan ilişkileri düzeltmeye özen gösterdi. Bu arada Kıbrıs pürüzüne rağmen Türkiye, AB üyeliği konusundaki çabalarını sürdürdü.