Geçen hafta Cezayir’deki bir grup teröristin Amanas doğalgaz tesislerini basıp orada çalışan yabancıları rehin alması, Cezayir hükümetini zor bir ikilemle karşı karşıya getirdi: Ya bu işi eylemcilerle müzakere edip halletmek ya da güç kullanıp rehineleri kurtarmak ve teröristleri saf dışı etmek...
Genelde terörle mücadele eden ülkelerin çoğu, ikinci şıkkı tercih ediyorlar. Cezayir hükümeti de öyle yaptı.
Ne var ki özel kuvvetlerin giriştiği operasyon pratikte bir fiyasko ile sonuçlandı. Gerçi teröristler saf dışı edildi ve birçoğu öldürüldü; ama bu müdahale Kanadalısından Fransızına, Japonundan Amerikalısına kadar 37 yabancının hayatına mal oldu. Bu da sonuçta Cezayir’i, uluslararası camia karşısında çok zor duruma düşürdü.
Ölümü zaten göze almış teröristlerin istediği de zaten buydu. Eylemcilerin taşıdığı isim dahi, ne kadar gözü dönmüş kişiler olduğunu göstermeye yetiyor: “Kanla İmza Atanlar Tugayı”...
El Kaide’nin bir kolu olan bu çete, aynı zamanda Mali’deki islamcı hareketin bir uzantısı. Nitekim giriştikleri eylemin amacı da, Mali’ye karşı Fransa’nın önderliğindeki askeri mücadelenin derhal kesilmesini sağlamaktı.
Niyetleri ne?
İsrail’deki seçimlerin büyük sürprizi, Binyamin Netanyahu’nun Likud-Beitanu ittifakının birinci gelmesi ve böylece tekrar Başbakan olma yolunun açılması değil, siyasete daha yeni atılan Yair Lapid’in “Yeş Atid” (Gelecek Var) adlı partisinin ikinciliği elde etmiş olmasıdır.
Netanyahu’nun bu kez sandıktan daha zayıf çıkması (ittifakın Knesset’teki sandalye sayısı 42’den 31’e düşmüş durumda) kimseyi şaşırtmadı; çünkü anketlere dayalı tahminlere göre de bu zaten bekleniyordu.
Buna karşılık Lapid’in birdenbire öne çıkması İsraillileri şaşırttı. Aslında bu isim İsrail’de oldukça popüler. 50 yaşındaki Lapid ünlü bir gazeteci-yazar ve TV’de haber sunucusu. Geçen yıl televizyon işini bırakıp “Gelecek Var” adlı partiyi kurdu. Kısa zamanda özellikle orta sınıfın, laik kesimin ve liberal aydınların desteğini kazandı.
Lapid seçim konuşmalarında daha çok ekonomik sorunlara değindi, halkın dertlerini dile getirdi; aşırı dinci partilerin tutumunu eleştirdi, örneğin din öğrenimi yapan gençlerin askerlikten muaf tutulmasına şiddetle karşı çıktı, ayrıca Filistinlilerle barış müzakerelerinin yeniden başlatılmasını istedi. Lapid bir konuşmasında da şöyle dedi: “Barış müzakerelerine zeytin
ABD Başkanı dört yılda bir kasım ayında seçilir, ama göreve 20 Ocak’ta Washington’da yapılan yemin töreninden sonra başlar.
Bu törende başkan bir konuşma yaparak, yeni 4 yıllık dönemde izleyeceği politikaların ipuçlarını verir.
İkinci kez başkan seçilen Barack H. Obama önceki gün böyle görkemli bir törenle resmen işe başladı. Yüz binlerce kişinin izlediği etkinlikte 51 yaşındaki Obama önümüzdeki 4 yıl ile ilgili vizyonunu ve hedeflerini 18 dakikalık bir konuşma ile açıkladı.
Biz Washington’daki bu etkinliği, Bahçeşehir Üniversitesi’nde düzenlenen bir toplantıda, canlı yayından izledik. Kalabalık bir öğrenci grubunun da katıldığı bu etkinlikte, ABD’nin İstanbul Başkonsolosu Scott Kilner ve Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Sabri Sayari, Obama’nın konuşması üzerindeki görüşlerini dile getirdiler.
Yeni Amerika
Obama’nın bu vesile ile çok yeni şeyler söyleyeceğini ve dış politikada spesifik konularda (özellikle Ortadoğu meselelerinde) stratejisini açıklayacağını bekleyenler düş kırıklığına uğramış olabilirler. Ama başkan bu konuşmasında daha çok iç sorunlar üzerinde odaklanmayı, dış politika konularını da, bazı genel ilkeler ortaya koyarak geçiştirmeyi tercih
İsrail bugün ülkenin ve bölgenin geleceğini etkileyecek bir seçime gidiyor.
Parti enflasyonu nedeniyle İsrail’de (son mecliste 17 parti temsil ediliyordu) bu erken seçimlerin nasıl sonuçlanacağını kestirmek zor. Zira yüzde 2 barajlı nispi seçim sisteminden dolayı İsrail hep koalisyon hükümetleriyle yönetilmiştir.
Bu seçimlerden Binyamin Netanyahu’nun liderliğindeki sağcı Likud’un, Avigdor Lieberman’ın başında bulunduğu aşırı sağcı “İsrail Yuvamız” adlı parti ile oluşturduğu ortak listenin birinci çıkması bekleniyor.
Bu durumda analistler Netanyahu’nun yeniden başbakan olması şansını oldukça yüksek sayıyorlar. Ancak bilinmeyen husus, “Bibi”nin nasıl bir koalisyon kuracağıdır.
İsrail’de her seçim sonrasında partiler arasında büyük pazarlıklar başlar. Bu nedenle bazen yeni hükümet ancak haftalar sonra kurulabilir.
“Bibi”nin ortakları
Basite indirgemek olacak ama, Suriye’de iç savaşın ve insanlık dramının hâlâ devam etmesinin bir nedeni de, uluslararası toplumun geniş bir kesimi ile Rusya arasındaki bir “yorum farkı”na bağlamak mümkün.
Eğer bu pürüz giderilebilse, herhalde 22 aydır devam eden bu krizi halletmek ve kanın akmasına son vermek kolaylaşacaktır.
“Yorum farkı” dediğimiz şeyi de, gene basit ifadesiyle, şöyle özetleyebiliriz: Çözüm Esad’la mı, Esad’sız mı olmalı?..
Aslında çözümün ana hatları üzerinde daha önce -geçen temmuzda- Cenevre’de varılan bir mutabakat var. Buna göre Suriye’de bir geçiş dönemi başlatılacak, muhalefetin de katılacağı bir geçici hükümet kurulacak ve yeni bir meclis için seçimler yapılacak. Tabii bu sürecin başında da taraflar ateşi kesecek...
Şeytan ayrıntıda!
Diplomaside “şeytan ayrıntıdadır” derler. Cenevre mutabakatında bu geçiş sürecinde Beşar Esad’ın durumu hakkında açık ve net bir ifade yok.
1963 yılında Milliyet Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi bana gencecik bir adam gönderdi ve “Kendisi bir süre için Londra’ya gidiyor, bak orada muhabir olarak işe yarayabilir” dedi.
Ben o zaman gazetenin Dış Haberler Şefi idim. Karşımdaki genç kendisini tanıttı: Mehmet Ali Birand. Bir ameliyat için Londra’ya gidiyordu. Gönlünde yatan, gazeteci olmaktı. Ona Londra’da bulunacağı birkaç hafta içinde Milliyet’in muhabiri olarak çalışma fırsatı verilmesini istiyordu.
Hani derler ya, ilk bakışta gözüm tuttu. Gerçi çok genç ve tecrübesizdi. Ama müthiş bir hevesi vardı.
Kendisine o gün kısa bir “gazetecilik dersi” verdim, Londra’dan bize ne gibi haberler geçebileceğini anlattım.
Bu kısa görüşme, ona Londra’da kaldığı sürece bizi bir “haber bombardımanına” tutması için yetti. Bunlardan gazetenin birinci sayfasında kullandıklarımız da oldu...
Afrika’yı artık iç çatışmaları ve savaşları ile keşfediyoruz! Örneğin Mali’nin adını şimdiye kadar kaç kişi duymuştu. Onun haritadaki yerini kim gösterebilirdi?
Birkaç gündür Mali medyada haberlerin ön sırasında... Ülkenin bir savaş alanına dönmesi sonunda bugün artık herkes Mali diye bir devletin varlığının farkında...
Siyah kıtanın kuzey batısındaki bu 1.2 milyon kilometre karelik, yüzde 90’ı Müslüman 12 milyon nüfuslu Mali Cumhuriyeti, dünyanın en fakir ülkelerinden biri. Ama yeraltı zenginlikleri de -özellikle altın ve uranyum- bir o kadar büyük.
Bu eski Fransız kolonisi uzun yıllar kendi halinde yaşadı. 1960’ta bağımsızlığa kavuştuktan sonra da sesi pek çıkmadı.
Geçen yılın başlarında ülkenin kuzey bölgesinde ayrılıkçı bir hareket, silahlı eylemlere girişti ve bir kısım yerleri ele geçirdi. Yerel ayrılıkçılara sonradan El Kaide ve Ensar el Din gibi İslamcı militan gruplar da katıldı.
Askeri çözüm
Paris’te üç PKK’lı kadının öldürülmesi olayı, Türk-Fransız ilişkilerine, tam da düzelmeye yüz tuttuğu bir aşamada, gölge düşürüyor.
Aslında bu cinayetin iki ülke arasındaki ilişkilerle direkt bir ilgisi yoktur. İnfaz olayından sonra Fransız polisi harekete geçerken, Türk ve Fransız güvenlik servisleri ve diplomatları arasında gereken işbirliği de sağlandı.
Olaydan sonra Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın ve hemen ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sarf ettiği bazı sözler Ankara ile Paris arasında bir diplomatik pürüz yarattı.
Hollande’ın öldürülen PKK’lıların birini (Fidan Doğan’ı) tanıdığını ve onunla görüşmüş olduğunu söylemesi üzerine, Başbakan basına açık bir toplantıda çok sert bir karşılık verdi.
Erdoğan, Fransız liderinin “PKK’lılarla neden ve neler görüştüğünü derhal Fransız, Türk ve dünya kamuoyuna açıklamasını” istedi...
Elysee Sarayı’ndan şu ana kadar bu konuda herhangi bir açıklama gelmedi. Mali’deki Fransız askeri müdahalesine odaklanmış olan Fransız basını da artık olayla ilgilenmiyor.