Daha önce bir başbakanın çıkıp da “polisin vatandaşı dövdüğü bir ülkede hükümetin bir parçası olmak istemem” diyerek istifa ettiğini hiç duymamıştık.
Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov, sokaklarda olup bitenleri gördükten sonra, işte böyle sıradışı bir karar aldı. Hükümetin istifasını isteyen protestocuların polisle çatışması ve 25 kişinin yaralanması, 4 yıla yakın bir zamandan beri iktidarda olan Borisov’u pes ettirmeye yetti.
Eski Komünist devlet başkanı Todor Jivkov’un koruması olarak görev yapmış olan 54 yaşındaki sağcı politikacının “bir damla kan akması bile bizim için utanç verici olur” deyip zamanında çekilmesini bilmesi güzel; ama bunun Bulgaristan’ı ekonomik krizden kurtulmaya ne kadar yardımcı olacağı belli değil. Üstelik şimdi ülke, bir de siyasi çalkantı dönemine giriyor.
Böylece bir komşumuz daha -Yunanistan kadar olmasa da, Ermenistan ve Güney Kıbrıs gibi- amiyane tabiriyle, dökülüyor...
Karanlık tablo
Bulgaristan’da binlerce kişiyi sokaklara dökülmeye iten sebep -veya bardağı taşıran son damla- elektrik fiyatlarına yapılan zamdır. Halk, biri Çek, diğeri Avusturyalı olan iki yabancı elektrik dağıtım şirketinin tekel kurup fiyatları istedikleri gibi
Ermenistan’da seçimlerin yapıldığı şartlar altında Serj Sarkisyan’ın daha ilk turda hatırı sayılır bir çoğunlukla (yüzde 59) ikinci bir dönem için cumhurbaşkanı seçilmesi, normal.
Anormal olan husus, Sarkisyan ile boy ölçüşebilecek adayların daha baştan dökülmeleridir. Ona en büyük rakip Ermenistan’ın ilk Cumhurbaşkanı Ter Petrosyan olabilirdi ama 68 yaşındaki politikacı her nedense yaşlandığını öne sürerek adaylıktan vazgeçti.
Adaylardan biri (Peruy Hayrikyan) kampanya sırasında silahlı bir saldırıya uğradı ve yaralandı... Bir diğeri (Andrias Hukasyan) Sarkisyan’ın çekilmesi şartı kabul edilmediği için açlık grevine girdi! Bir başkası da (milyoner Gacik Çarukyan) seçimlere hile karıştırdığı iddiasıyla adaylıktan çekildi...
Böylece Sarkisyan’ın karşısında en güçlü rakip olarak eski Dışişleri Bakanı Raffi Hovanisyan kaldı ki, o da (oyların yüzde 37’sini aldığı halde) seçimlerde usulsüzlükler yapıldığı iddiasıyla sonuca itiraz ediyor.
Bütün bu anormal şartlara rağmen, 59 yaşındaki Sarkisyan bu seçimleri kazanmış ve 5 yıllık yeni bir dönem için koltuğunu korumuş bulunuyor.
* * *
Sarkisyan’ın birinci döneminin bütün çabalarına rağmen başarılı geçtiği pek söylenemez.
Güney Kıbrıs’ta sandıktan çıkan sonuç, kamuoyu araştırmacılarının tahminleri gibi oldu. Bu bakımdan merkez-sağ DİSİ Partisi lideri Nikos Anastasiadis’in birinci çıkması, ama ilk turda başkan seçilmek için gereken çoğunluğu alamaması sürpriz yaratmadı.
Şimdi gözler önümüzdeki pazar yapılacak ikinci tura çevrilmiş durumda. Komünist AKEL adayı Stavros Malas ile yarışacak olan Anastasiadis’in kazanacağı muhakkak sayılıyor.
Böylece Dimitris Hristofyas’ın başkanlığındaki 5 yıllık sol yönetim dönemi kapanıyor.
Hristofyas dönemi aslında Kıbrıs Rumlarının yaşadığı en zor ve sıkıntılı dönemlerden biridir. Küresel ekonomik kriz, onun döneminde ülkeyi çok fena vurdu.
Bunda kuşkusuz Kıbrıs Rum ekonomisinin Yunan ekonomisine bağımlılığının büyük payı var. Ancak Hristofyas yönetimi de kriz ile baş etmeyi beceremedi. Siyasi hayattan çekilirken de, halefine kötü bir miras bıraktı...
Halkın esas derdi
Öteden beri Türkiye’de ters giden bir şey oldu mu, zihinlerde bunun “dış mihrakların işi” olduğu ve esasen “yabancı güçlerin Türkiye’yi zayıflatmak istedikleri” gibi düşünceler yer alır. Bazı politikacılar, hatta aydınlar tarafından dile getirilen bu tür tepkiler son zamanlarda daha çok duyuluyor.
Her nedense her kötü olaydan sonra, bunda bir “yabancı parmağın” bulunduğu, amacın da Türkiye’nin güçlü bir ülke olmasını engellemek, onu istikrarsızlaştırmak olduğu kanısı giderek yaygınlaşıyor.
Bu iddiayı güçlendirmek için çeşitli “komplo teorileri” de üretiliyor. Toplumumuzun bu konuda hayal gücü oldukça güçlü... Bunların bir kısmı ideolojik inançlarla ve maksatlı bir şekilde ortaya atılan “teoriler”; bir kısmı ise “dış mihraklar kompleksi” ile öne sürülen iddialar...
Sebebi veya amacı ne olursa olsun, sonuçta Türk kamuoyu neredeyse her olumsuzluğun arkasında “bizi sevmeyen” yabancı güçleri arıyor...
Kim dost, kim düşman?
Bunda tamamen haksız sayılmazlar.
Fransa’nın Türkiye-AB müzakere sürecinde bloke ettiği beş fasıldan bir tanesi üzerindeki vetosunu kaldırmaya karar vermesi, Türk-Fransız ilişkileri açısından anlamlı ve umut verici bir gelişme. Ancak bu jestin pratikte Türkiye için AB üyeliği yolunu açıp açmayacağı konusunda aynı iyimserliği ifade etmek zor.
Kuşkusuz Fransız hükümetinin engel koyduğu 5 fasıldan birini serbest bırakması, bir tutum değişikliğinin göstergesidir. Ancak bu değişiklik daha çok Türkiye’ye karşı Sarkozy döneminde alınan tutumla ilgili, yoksa Türkiye’nin AB üyeliği konusunda değil.
Diğer bir deyişle Hollande yönetimi Türkiye ile ilişkilerine selefinden daha fazla değer veriyor, bozulan ilişkileri düzeltmek ve geliştirmek istiyor. Bu son jestten sonra herhalde Cumhurbaşkanı François Hollande Türkiye ziyaretini, önümüzdeki haftalarda daha uygun bir ortamda yapabilecek.
Beşin biri...
Fransa’nın Türkiye politikasındaki değişiklik, Ankara’nın AB tam üyeliği emeline ve çabalarına da tam destek vereceği anlamına gelmiyor. Hollande hükümetinden bu yönde herhangi bir beyan veya işaret gelmiş değil. Yani Paris Türkiye’nin tam üyeliğine karşı eski resmi tutumunu sürdürüyor. Ancak Türkiye’ye hoş görünmek
Arap Baharı’nın eski diktatörlükleri devirdiği iki ülkede -Tunus ve Mısır’da- devrimin henüz rayına oturmadığı ve yeni yönetimlerin de kendilerine yönelik kampanyalarla karşılaştıkları görülüyor.
Her iki ülkede de, eski rejimlerin alaşağı edilmelerinden tam iki yıl sonra, insanlar tekrar sokaklara dökülüp bu kez iş başına yeni gelenlere karşı protestolar düzenliyorlar, onların istifasını istiyorlar, karşıt gruplarla ve güvenlik güçleriyle çatışıyorlar.
Devrimin ikinci yıldönümü istikrar içinde coşku ile kutlanacağına, meydanlar, sokaklar gene şiddete, kanlı olaylara sahne oluyor.
* * *
Bu bir “karşı devrim” mi? Tam olarak değil. Sokaklara dökülenler, Bin Ali veya Mübarek yanlısı değiller. Eski rejimi tekrar iktidara getirmeyi amaçlamıyorlar. Onlara göre halen iş başında bulunanlar, devrimi “çaldılar” veya saptırdılar, devrimden beklenen demokratik hak ve özgürlükleri, eşitliği, adaleti getireceklerine, kendi otoritelerini ve ideolojilerini topluma kabul ettirme yolunu seçtiler.
Sokaklara dökülenler, iki yıl önce halk hareketine öncülük eden türden insanlar, yani çoğunlukla laikler, liberaller, solcular, kadınlar, aydınlar... Bu kez hedefleri yılların diktatörleri
ABD Başkanı Barack Obama, Washington muhabirimiz Pınar Ersoy’a verdiği demeçte, ikili ilişkiler üzerinde olduğu gibi, bölgesel sorunlar hakkında da görüşlerini, özellikle Türkiye’nin pozisyonuna uygun yönleriyle yansıtmaya özen gösterdi.
Bu bağlamda temsilcimizin sorularına verdiği yanıtlar, Türk siyasi çevrelerinin ve kamuoyunun kulağına hoş gelen ifadeler taşıyor.
Ancak ABD liderinin söylediklerinin satır aralarını da iyi okumak gerek. Bir de tabii, söylemediklerinin de; yani bazı soruları yanıtlamak istememesinin anlamını da deşmek lazım...
Önceki günkü yazımızda Obama’nın Türkiye’nin iç sorunlarıyla ilgili sözlerini irdelemiştik. Bunlar övücü, destekleyici sözlerdi. Yargı sistemi, ifade özgürlüğü gibi “hassas” bir konuda da verilen mesaj, azami nezaketle dile getirilmişti.
Tesadüfen Obama ile röportajın yayımlandığı gün (pazar), Başbakan Erdoğan’ın ABD Büyükelçisi Ricciardone’nin demecini kınayan ve Türkiye’nin iç işlerine karışılmasına izin vermeyeceğini belirten sert bir konuşması yer alıyordu.
Prensipte uyum
Başkan Barack Obama’nın “Milliyet”e verdiği özel demeç, üç bakımdan büyük önem taşıyor.
1) Gazetecilik açısından: Obama, başkanlığının ikinci döneminin başında ilk kapsamlı demecini yabancı gazeteler arasında “Milliyet”e vermiş bulunuyor. Yeni Washington Temsilcimiz Pınar Ersoy, ısrarlı çabaları sonunda bu yazılı mülakatı gerçekleştirmeyi başardı. Obama’nın söylediklerinin yabancı ajanslar tarafından dünya medyasına duyurulacağından eminiz.
2) Zamanlama açısından: Obama’nın demeci, Türkiye-ABD ilişkilerinin önemli, fakat hassas bir dönemden geçtiği bir zamana rastlıyor. ABD Başkanı’nın bu bağlamda söyledikleri, tartışılan konulara açıklık getiriyor...
Bu demeç aynı zamanda dünyada ve özellikle Ortadoğu’da kritik gelişmelerin meydana geldiği bir zamanda, Obama yönetiminin Suriye’den İran’a kadar, çeşitli bölgesel olaylara nasıl baktığını ve yeni dönemde nasıl politikalar izleyeceği hakkında bir fikir veriyor.
3) İçerik açısından: Başkan Obama’ya sorulan soruların bir bölümü Türkiye-ABD ilişkileriyle, bir kısmı da bölgesel sorunlarla ilgili.
Obama Ankara’daki ABD Büyükelçiliği’ne karşı girişilen saldırıyı “insafsız bir terör eylemi” olarak nitelendiriyor ve bunun iki