İki yıl önce -15 Mart 2011’de- Suriye’nin Deraa kentinde rejim karşıtı bir gösteriyle başlayan ayaklanmanın bir iç savaşa dönüşüp bu kadar uzun süreceği tahmin edilebilir miydi?
Dün bu ayaklanma, “3 K” rumuzu ile ifade edebileceğimiz bir ortamda, üçüncü yılına girdi: Kan... Kaos... Karamsarlık...
Bu son iki yılın bilançosu, Suriye tarihinin en büyük trajedisini yansıtıyor: 70 bin ölü, 1 milyon mülteci, 2 milyon evsiz... Harabeye dönen kentler, kasabalar... Kendi ülkesini ve halkını, düşman bir ülke gibi, amansızca bombalayan bir yönetim... Bölük pörçük bir muhalefet ve doğru dürüst silahı olmayan dağınık bir savaşçı grubu...
Suriye’de halk hareketinin ilk kıvılcımları görüldüğü zaman, bunun Tunus’ta, Mısır’da, hatta Libya’da olduğu gibi, kısa bir süre sonra rejim değişikliği ile sonuçlanacağı tahmin edilmişti.
Oysa bu böyle olmadı. Suriye’nin şartları, diğer Arap ülkelerinden farklıydı. Burada güçlü ve disiplinli bir orduya, göz açtırmayan bir istihbarat örgütüne ve liderine bağlı bir siyasi kadroya dayanan bir rejim hâkimdi.
Ayrıca önemli stratejik çıkarlar nedeniyle Esad rejimini sonuna kadar desteklemeye kararlı iki dış güç vardı: Rusya ve İran... Öte yandan da,
Merak ediyorum; acaba Macaristan halen AB ile katılım müzakereleri sürecinde bulunan bir ülke olsaydı, birlik yetkilileri ona aldığı anti-demokratik kararlar nedeniyle “bu şartlarda üye olamazsınız” der miydi?
Macaristan’ın şansı, AB’nin 2004’te kapılarını, komünizmden yeni kurtulan Doğu Avrupa ülkelerine açmış olması ve böylece kendisinin de bugün birliğin 27 üyesinden biri olmasıdır.
Şimdi merak konusu olan husus, özellikle bu hafta Macar Parlamentosu’nun onayladığı anayasa değişikliği paketinden sonra, nasıl hareket edeceğidir. Birlik, Kopenhag kriterlerine ve demokratik ilkelere ters düşen bu davranış karşısında, tepkisini sadece bir kınama ile göstermekle mi yetinecek, yoksa -örneğin AB Konseyi’nde oy kullanma hakkını iptal etmek gibi- bir yaptırım uygulamayı mı göze alacak?
Brüksel’de bunun tartışması yapıla dursun, Macaristan üzerindeki baskılar giderek artıyor. Ne var ki, Macar Başbakanı Viktor Orban’ın seçtiği yoldan ayrılmaya niyeti olmadığı açık.
Aslında 50 yaşındaki milliyetçi ve popülist Macar lideri bir süredir ülkeyi otokrasiye doğru götüren bu yolda adım adım ilerliyor. Geçen yıl da Orban’ın özellikle basına karşı aldığı ağır tedbirler de, AB’de ve
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Güney Kıbrıs’taki haftalık “Katimerini” gazetesine verdiği özel demeç, yeni Rum Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis’e bazı önemli mesajlar içeriyor.
Bakan’ın Anastasiadis’in iktidara gelmesini bir “fırsat penceresi” olarak nitelendirmesi ve kendisinin 2004’te Annan Planı referandumunda “evet” demesini bir “avantaj” olarak sayması, Rum liderine kredi açtığını gösteriyor.
Ama daha önemlisi, Davutoğlu’nun kendi deyişiyle “bizi barışa götürecek yeni metotlar olabilir” demesi ve Rum liderine iki konuda işbirliği önerisinde bulunmasıdır.
Bunlardan biri Kuzey Kıbrıs’a su sevkinin Güney’e kadar uzatılması, yani önümüzdeki yıl gerçekleşecek olan su projesine Rum bölgesinin de dahil edilmesidir. Diğer konu ise, Doğu Akdeniz’de Rumların giriştiği doğalgaz arama faaliyetine Türk tarafının da katılması ve böylece iki toplumun da doğal kaynaklardan yararlanmasıdır.
Bu bağlamda Davutoğlu “Biz şimdi Anastasiadis’in ne yapacağını bekliyoruz” şeklinde konuştu ki, bu da her iki konunun yeni bir işbirliği alanı olarak düşünülebileceği ve bunun da barışa katkısı olabileceği mesajını veriyor...
Yan sorunlar
Geçen hafta sonunu Barselona’da, geniş bir parkın içinde, 17. yüzyıldan kalma Pedralbes Sarayı’nda “Akdeniz için Birlik” (UfM) tarafından düzenlenen bir konferansa katılan yüze yakın Avrupalı, Kuzey Afrikalı ve Ortadoğulu gazeteci, akademisyen ve sivil toplum temsilcisiyle birlikte geçirdik.
“Avrupa-Akdeniz Medya Buluşması” adlı iki günlük konferansın amacı, Akdeniz’in kuzey ve güney yakaları arasında bir yakınlaşma ve işbirliği kurmakta bölge gazetecilerinin nasıl bir rol oynayabileceğini belirlemekti. “Akdeniz için Birlik” projesi çerçevesinde yapılan görüşmelerde, bölgedeki ve özellikle “Arap Baharı” coğrafyasındaki yeni gerçekler bol bol dile getirildi.
*
Merkezi Barselona’da bulunan “Akdeniz için Birlik”, 27’si AB’den ve Türkiye dahil 16’sı Güney Akdeniz’den toplam 43 ülkeden oluşan bir topluluktur. Projenin hedefi, bu ülkeler arasında ticaretten enerjiye, kültürden çevre sorunlarına kadar çeşitli alanlarda işbirliği ve dayanışma sağlamaktır.
Bu vizyonla oluşturulan “Barselona Süreci” açıkçası sık sözü edilen ve duyulan bir olay değildir. Bölgedeki çatışma ve gerginlik ortamında bu “Birlik” projesine bir “ütopya” olarak bakanlar da var.
Ama buna rağmen “Barselona
Güçlü liderini kaybeden her ülkede şu soru sorulur: O olmadan rejim yaşayabilecek mi?
Venezuela devlet başkanı Hugo Chavez’in ölümünün ardından şimdi aynı soru, bu 29 milyon nüfuslu Latin Amerika ülkesi için de soruluyor.
58 yaşında hayata veda eden Chavez, arkasında sadece 14 yıllık iktidarındaki icraatını değil, aynı zamanda damgasını vurduğu doktrinini de bırakıyor. Buna Venezuelalıların konuştuğu İspanyolcada “Chavismo” -yani Chavizm- deniyor.
Şimdi merak edilen konu, Chavizm’in, Chavez’siz aynen devam edip edemeyeceğidir.
İdeolojiye dayalı rejimlerin yaşamasında kuşkusuz ölen liderin halefinin kişiliği ve devraldığı mirası aynı şekilde canlı tutmak konusundaki becerisinin büyük payı var. Ancak bunun devamlı olması, yeni liderin yanında sağlam kadroların yer almasına ve halkın rejime desteğini sürdürmesine de bağlıdır.
Dobracı üslup
İtalya’daki parlamento seçimleri, yıllardan beri görülen siyasi manzarayı bir kez daha yansıttı. Sandıktan çıkan sonuç açık: Belirsizlik ve istikrarsızlık...
İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan beri 60 kez hükümet değiştiren İtalya’da seçimlerden güçlü bir hükümetin çıktığı ve bu iktidarın bütün bir dönem sürdüğü nadir görülmüştür. Kırılgan koalisyonlar ve sık sık tekrarlanan erken seçimler, İtalyan siyasal yaşamının özelliklerinden biridir.
Bu haftaki seçimlerde hiçbir parti iktidara tek başına gelebilecek çoğunluğu elde edemediği gibi, Meclis ve Senato’daki sandalyelerin dağılım şekli, bir koalisyonun kurulmasını da çok zorlaştırıyor.
Aslında Pier Luigi Bersani liderliğindeki merkez-sol blok, Meclis için yapılan seçimlerde birinci geldi, ama Silvio Berlusconi’nin merkez-sağ ittifakından kıl payı farkla...
Bu kez oyların dörtte birini, İtalyan politikasının “yeni yıldızı” eski komedyen Beppe Grillo’nun “5 Yıldız Hareketi” (M5S) alarak büyük bir sürpriz yaptı. Buna karşılık son teknokrat Hükümetin başındaki Mario Monti’nin partisi çok silik kaldı. Daha çok bölge esasına göre yapılan Senato seçimlerinde de benzer bir oy dağılımı sonucunda çoğunluğu hiç kimse elde edemedi.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin önceki gün başlayan Avrupa-Ortadoğu turnesi ile Suriye krizi tekrar uluslararası toplumun gündemine geliyor.
Açıkçası dünya bir süredir Suriye’de olup bitenleri sadece seyretmekle yetiniyor. Oysa iç savaş ve Esad yönetiminin zulmü bütün şiddeti ile devam ediyor.
Uluslararası toplumun bu insanlık dramı karşısındaki hareketsizliğinin, daha önce bu sütunda irdelediğimiz çeşitli nedenleri var. Özellikle Rusya’nın Esad’ı desteklemekte ısrar etmesi ve ABD’nin bu işe bulaşmak istememesi gibi...
Olaylar gösterdi ki, bu iki büyük gücün tutumları değişmedikçe, bu krizin çözümü mümkün olmuyor. Ne muhalifler ve silahlı direnişçiler Esad rejimini devirebiliyorlar, ne de Esad’ın ordusu rejim karşıtlarını dize getirebiliyor.
Diğer bir deyişle bu sorunun yerel düzeyde bir “askeri çözümü” yok. Eğer uluslararası camia, örneğin Libya’da olduğu gibi, BM kararıyla bir harekâta girişseydi, belki Esad rejiminin sonu gelirdi. Ama Suriye konusunda böyle bir konsensüs olmadı. Suriyeliler kendi akıbetlerine terk edildiler...
Muhalefetteki çatlak
Almanya Türkiye’nin dış politikasında daima önemli ve öncelikli bir yer almıştır. Bu geleneksel ilişkiler son zamanlarda diplomasiden güvenliğe, ticaretten turizme kadar çeşitli alanları kapsayarak güçlenmiştir.
Halen Almanya Türkiye’nin bir numaralı ticaret partneridir. Ülkemize en çok turist Almanya’dan geliyor. Almanya Ankara’nın “Patriot” füze savunma sistemi ile ilgili talebini karşılayan üç NATO müttefikinden biridir.
Türkiye’nin karşılıklı ziyaret ve görüşmelerle en sık temasta bulunduğu ülke de Almanya’dır: Başbakan Erdoğan ile Şansölye Merkel çeşitli vesilelerle bir araya geliyorlar. Aralarında bir sempati ve samimiyet oluşmuştur.
Alman lideri yarın iki günlük Türkiye ziyaretini böyle bir yakınlık ortamında gerçekleştiriyor.
Ankara’da Türk liderleriyle yapacağı görüşmeler terörden Suriye ve bölgesel sorunlara, AB müzakere sürecinden yeni ekonomik projelere kadar birçok konuyu içerecek.
Kuşkusuz ele alınacak konular arasında Türkiye açısından en önemlisi ve günceli, terörle ilgili olanıdır.
Angela Merkel’in bu ziyareti, terör meselesinin çeşitli yönleriyle Türkiye’nin gündeminin başına geçtiği bir zamana rastlıyor. Ve Türk liderlerinin de konuk Şansölye’ye