Önceki gün, Güney Kıbrıs’taki ekonomik krizin Türkiye’yi ilgilendiren olası siyasal etkilerini incelediğimiz yazıda, Rumların Doğu Akdeniz’de giriştiği doğalgaz arama faaliyetinin yeni bir sorun olarak ortaya çıkabileceğini belirtmiştik.
Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın, Rum yönetimi ile anlaşıp bu çalışmalara katılan ünlü İtalyan şirketi ENİ’nin Türkiye’deki faaliyetinin askıya alınmasına karar verildiğini açıklaması, sözünü ettiğimiz ihtimali doğruladı.
Hükümet, tek yanlı hareket eden Rum yönetimi ile böyle bir işe girişmemesi için yaptığı uyarıyı dinlemediği gerekçesiyle -ve herhalde başkalarına da ibret olur düşüncesiyle- ENİ’ye bir nevi boykot ilan etmiş oldu.
***
Aslında Ankara ENİ gibi Türkiye’de birçok dev projeye ortak olan bir şirketi saf dışı etme kararı vermekle ciddi bir risk almış bulunuyor. Şimdi her şey ENİ’nin bu karar karşısında nasıl hareket edeceğine bağlı. İtalyan devletinin yüzde 30 oranında ortak olduğu şirket, geçen ocakta Rum Yönetimi’yle imzaladığı anlaşmadan çekilmeye razı olacak mı?
Göreceğiz. Ancak açıkçası Ankara’nın kararı sadece İtalya’da değil, enerji konularıyla yakından ilgilenen diğer ülkelerde de şaşkınlık ve rahatsızlık yarattı. Doğu
KKTC’de bir dostum, Güney Kıbrıs’taki krizden söz ederken şöyle diyordu: “Rumların düştüğü hale bakın. Çok şükür, biz onlardan daha iyiyiz. Şimdi onlarla birleşsek ne kazanacağız?”
Annan Planı referanduma sunulduğunda, Kıbrıslı Türklerin “evet “ demesinin başlıca nedeni, Rum tarafının yüksek refah düzeyine kavuşmak ve onlarla birlikte AB’ye dahil olmak arzusu idi.
KKTC’de çok yaygın olan bu fikir, şimdi değişti, Güney’deki durum artık eski cazibesini kaybetti.
İlk bakışta, Rum kesiminin halen içinde bulunduğu ve tahminlere göre 4-5 yıl sürecek olan ekonomik kriz halinin Türk kesimindeki tepkisi bu yönde.
Bu da, Güney Kıbrıs’taki krizin Kıbrıs meselesinin çözümünü ne şekilde etkileyeceği sorusunu gündeme getiriyor.
***
Yıllardan beri süren ikili görüşmeler, fiilen kesilmiş durumda. Rum kesimindeki iktidar değişikliğinden sonra, müzakere sürecinin yeniden başlayacağı umuluyordu. Ancak yeni Cumhurbaşkanı Anastasiadis’in şu sırada Türk tarafı ile diyalog ve çözüm arayışı ile uğraşacak hali yok.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a yaptığı “özür telefonu”ndan sonra, Türk-İsrail ilişkilerinin normalleşme sürecine girmesi, zaman alacak gibi görünüyor.
Başbakan Erdoğan son konuşmalarında, “normalleşme uygulama gerçekleştiği anda olur” demek suretiyle bunun işaretini verdi. Ancak “açık, net konuştuğunu” belirten Erdoğan, uygulamanın özellikle hangi konuları ve hangi aşamaları kapsayacağına bir açıklık getirmedi.
Türkiye’nin koştuğu üç şarttan birincisi, yani özür, metinlerde de ifade edildiği şekli ile, kabul edildi. Yani bu konuda yapılacak başka bir işlem yok.
İkinci şart, tazminat ile ilgili. İsrail şehit ailelerine tazminat ödemeyi taahhüt etti. İki tarafın da yayınladığı metne göre, Erdoğan ve Netanyahu bu konuda “bir anlaşma yapmak” konusunda mutabık kaldılar. Kuşkusuz bunun üzerinde çalışılması, meblağ başta olmak üzere birçok teknik konuların görüşülmesi gerek.
İlişkilerin normalleşmesi, yani ilk adım olarak karşılıklı büyükelçilerin tayini, tazminatla ilgili çalışmaların hangi safhasında gerçekleşecek? “Uygulama” derken, tazminatın ödenmesine başlanması mı kastediliyor?
***
Bu süreçte asıl önemli olan konu, “Gazze
Bir “özür” sözcüğü üzerindeki anlaşmazlık, Türk-İsrail ilişkilerinin üç yıl donmasına neden oldu.
“Mavi Marmara” olayından sonra Türkiye’nin askıya aldığı ilişkilerin yeniden tesisi için koştuğu şartların başında “özür” geliyordu. Bu İsrail’in 9 Türk’ün hayatına mal olan askeri saldırının sorumluluğunu resmen kabul etmesi anlamına gelecekti.
Başta İsrail bu suçlamayı kabul etmedi, yapılan çeşitli temaslarda “özür” yerine “üzüntü beyanı” gibi başka ifadeler kullanmak istedi. Ama Erdoğan Hükümeti bu konuda kararlı ve ısrarlı idi. Diğer iki şartı (tazminat ve Gazze ambargosunun kaldırılması) üzerinde olduğu gibi...
Üç yıl boyunca ilişkilerin kopuk kalmasını göze alan İsrail, nihayet önceki gün özür başta olmak üzere Türkiye’nin şartlarını aynen yerine getirmeye nasıl razı oldu? Netanyahu’yu eski tutumunu değiştirmeye iten nedenler nedir?
* * *
Başlıca faktörleri şöyle özetleyebiliriz:
1) Ortadoğu’daki yeni konjonktür.
Başkan Barack Obama’nın önceki gün Kudüs’te 600 İsrailli üniversite öğrencisinin önünde yaptığı konuşma, Ortadoğu gezisinin en önemli olaylarından biri sayılıyor.
Çok dikkatle hazırlanmış bu uzun ve kapsamlı konuşma, Obama yönetiminin Filistin, Suriye, İran dahil çeşitli bölge meseleleri üzerinde bundan sonra izleyeceği politikaya ışık tutuyor.
Obama konuşmasının ilk bölümünü İsraillilerin duymak istediği sözlere ayırdı, İsrail’in varlığının ve güvenliğinin garantörü olduğunu: Washington’un İsrail’in hassas veya endişeli olduğu konularda desteklemeye devam edeceğini ilan etti.
Bu teminat, aynı zamanda İran’a ve Arap dünyasına verilen güçlü bir mesajdı...
Ancak Obama konuşmasının ikinci bölümünde, özellikle Filistin meselesinde açık ve kesin ifadeler kullandı, Filistin halkının bağımsız bir devlet kurmak hakkına sahip olduğunu, İsrail’in bu gerçeği kabul etmesi ve işgal politikasına son vermesi gerektiğini belirtti.
Bu da Başbakan Netanyahu’ya ve yeni kurduğu koalisyon hükümetine verilen bir mesajdı...
Soru, Kıbrıs’la ilgili. Aklınıza başka bir şey gelmesin! AB’nin “kurtarma paketi”ne “Ohi” (hayır) demek cesaretini gösteren Kıbrıslı Rumlar, iflastan kurtulmak için “Rusya seçeneği”ni ciddi olarak düşünüyorlar. Geçen salı gecesi Lefkoşa’da Parlamento banka mevduatına belirli oranlarda vergi şartını getiren AB-IMF paketini reddettiği zaman, meydanı dolduran binlerce kişi ellerinde Rus bayraklarıyla sloganlar atmış ve yardım için Moskova’ya dönülmesini istemişti.
Parlamento’nun kararından hemen sonra Maliye Bakanı Mihalisis Sarris uçağa atlayıp Moskova’ya gitmiş ve Rus yetkililerinden yardım istemişti.
Bu arada bir fuar vesilesiyle Moskova’da bulunan Rum Enerji Bakanı’nın, Rusya’nın dev enerji şirketi “Gazprom” ile temaslarda bulunması da dikkati çekmişti...
Bu ortam içinde Rum medyasında sansasyonel haberler çıkmaya başladı. Bir TV kanalına göre Rusya, Güney Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’deki doğalgaz çalışmalarına ortak olmanın karşılığında, yeni bir kredi açmaya hazır... Diğer bir TV kanalı ise, Rusların yardım karşılığında adada iki askeri üs istediklerini öne sürdü...
* * *
Aslında henüz yeni kurulan Anastasiadis Hükümeti, selefi Hristofyas yönetiminden devraldığı
Siyasi gözlemciler ABD Başkanı Barack Obama’nın bugün başlayacak olan Ortadoğu seyahatini tanımlamakta zorlanıyorlar.
Bu “tarihi bir ziyaret” mi? Veya bir “barış gezisi” mi? Pek değil. Amerikan lideri bölgeye yani bir planla veya yeni bir diplomatik girişim niyetiyle gelmiyor.
Ama İsrail ağırlıklı bu ziyaret, sıradan bir gezi de değil. Belki de ziyaretin en önemli yanı, Obama’nın ikinci Başkanlık döneminin başında, ilk seyahatini bu bölgeye yapmak ihtiyacını hissetmiş olmasıdır.
Ziyaretin esas adresi İsrail’dir. Bu vesile ile buna Filistin ve Ürdün de eklenmiştir.
Obama başkanlığının ilk döneminde (Ankara’dan sonra) Kahire’ye gitmiş, oradan Arap ve İslam dünyasına seslenmişti. Başkan o dönem içinde İsrail’e resmi bir ziyaret yapmamış, İsrail liderleriyle Washington’da görüşmeyi yeğlemişti.
Gene ilk dönemin başlarında Obama İsrail-Filistin barış sürecinin ivme kazanması için çaba harcamış, ancak bu inisiyatifi sonuç vermemiştir. Bu arada geçen yıl Obama’nın İsrail Başbakanı Netanyahu ile arası iyice açılmış, bu da iki ülke arasında soğukluk yaratmıştı.
Suriye’de iç savaşın ikinci yılını doldurması vesilesiyle geçen cumartesi yazdığımız yazıda, varılan noktada güney komşumuzun içinde bulunduğu ortamı “kan, kaos ve karamsarlık” olarak özetlemiştik.
Bilançoyu Türkiye açısından ele aldığımız zaman da, ortaya çıkan tablo hiç parlak değil. Bunda da “sorunlar, sürtüşmeler ve sıkıntılar” hâkim...
Oysa Suriye’de ilk sokak hareketleri başladığı zaman Ankara bunun ülkede bir demokratikleşmeye yol açacağını ve bu gelişmede Türkiye’nin faal bir rol oynayabileceğini ümit etmişti. Başbakan Erdoğan, Beşar Esad ile kurduğu yakınlığın işe yarayacağına inanıyordu.
Gerek Erdoğan gerekse Dışişleri Bakanı Davutoğlu Esad’ı reform konusunda ikna etmek için gerçekten çok uğraştılar. Ama olmadı. Esad Türk liderlerini dinlemedi, büyümeye yüz tutan gösterilere karşı tanklarını, toplarını, hatta uçaklarını kullandı.
Bu davranış AK Parti liderliğinde derin bir düş kırıklığı yarattı. Başbakan o andan itibaren öfkesini sert sözcüklerle açıklarken, Ankara, Esad’ın devrilmesi gerektiğine karar verdi.
Hesap tutmadı