İlk bakışta garip görünebilir: Hamas da Türkiye’nin arabulucu olmasını istemiyor...
Gazze’ye giden muhabirimiz Burcu Karakaş’a verdiği demeçte Hamas sözcüsü Dr. Sami Abu Zuhri’ye göre, böyle bir arabuluculuğa ihtiyaç yok. Onun deyişiyle Hamas ile El Fetih arasında birliğin sağlanması için “Mısır zaten aktif rol oynuyor”. Filistinlilerle İsrail’in arasını bulmaya gelince, bu da gereksiz, çünkü “Hamas’ın İsrail’i tanıması söz konusu değil”... Türkiye’de bazıları bu açıklamayı yadırgayacaktır. Hamas kendisine bu kadar yakınlık gösteren ve destek veren Ankara’nın arabuluculuğuna nasıl olur da karşı çıkar?
Bunun nedenini anlamak zor. Ama bu arabuluculuğa soğuk bakan, sadece Hamas değil. Daha önce El Fetih’ten de benzer sesler geldi. Dışişleri Bakanı Riad el Malik de Batı Şeria’daki yönetimin Türkiye’nin arabulucu olmasını istemediğini söyledi... İsrail’den de bu türden tepkiler geldi: Uluslararası İlişkiler Bakanı Tuval Steinitz ve Adalet Bakanı Tzipi Livni Türkiye’yi arabulucu rolünde görmek istemediklerini açıkladılar...
Bozulmaya değmez...
Bu haberler Türkiye’de her nedense bir hoşnutsuzluk, hatta kızgınlık yaratıyor. Sanki Türkiye’nin arabuluculuğuna karşı çıkanlar,
Eski İngiliz Başbakanı Margaret Thatcher’in ölümünün ardından İngiltere’de ve dünyada, kısaca “Thatcherizm” diye adlandırılan mirası konuşuluyor.
Bu mirasın halen bu kadar tartışılıyor olması da; “Demir Lady”nin bıraktığı mirasın bir parçası...
Gerçekten Margaret Thatcher’in görüşleri ve vizyonu, dayandığı ideolojik temeliyle, adeta yeni bir doktrin olarak kabul edildi. İlk denemeleri İngiltere’de yapılan Thatcherizm kısa zamanda Latin Amerika’dan Uzakdoğu’ya kadar birçok ülkede bir model olarak algılandı ve bir esin kaynağı oldu.
Thatcher’in ölümü dolayısıyla İngiltere’den ve çeşitli ülkelerden gelen tepkiler, bıraktığı mirasın ne kadar tartışmalı bir konu olduğunu gösteriyor. “Maggie”yi çok sevenler olduğu gibi, ondan nefret edenler de var. “Thatcherizm”i övenler veya yerenler olduğu gibi...
Yalnız herkesin birleştiği bir nokta var: O da Thatcher’in gerçek anlamda bir lider olduğu ve dünya siyasetinde derin bir iz bıraktığıdır.
Şok tedavisi
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin önceki gün İstanbul’da Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile yaptığı görüşmelerde öne çıkan Türk-İsrail ilişkilerinin normalleştirilmesi ve Ortadoğu barış sürecinin yeniden canlandırılması konusunda genel mutabakat sağlanmakla beraber, ayrıntılı bir inceleme, önemli bazı yaklaşım farklarını ortaya koyuyor.
Önce şunu belirtmek lazım: Türk-İsrail ilişkilerinin düzeltilmesi ile kısaca Ortadoğu barış süreci diye nitelenen İsrail Filistin diyalogu, aslında iki ayrı konu. Ama ABD’nin yeni Ortadoğu diplomatik girişimi çerçevesinde, bu iki konu arasında bir ilinti kurulmuş bulunuyor.
Şöyle ki, Obama yönetimi, Ortadoğu sürecini başlatma girişimine, Türkiye’yi de dahil etmek istiyor. Bunun mümkün ve verimli olabilmesi için de, Türkiye ile İsrail’in iyi ilişkiler içinde olması gerektiğine inanıyor.
Dolayısıyla şimdi birbirleriyle bağlantılı iki süreç söz konusu: Birincisi, (Türk-İsrail) kısa sürede “tekrar yola girebilir”. İkincisi (Filistin-İsrail) uzun ve çetin bir süreç, ama ABD bunun yolunu açmak için belirli ölçüde Türkiye’nin katkılarına güveniyor.
Türkiye ve ABD genelde bu stratejik hedefler üzerinde hemfikir.
Özür sonrası aşama
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin bugün İstanbul’dan başlayacak ve İsrail ile Batı Şeria’yı kapsayacak olan Ortadoğu gezisinin başlıca amacı, İsrail-Filistin barış sürecinin canlandırılması için zemin hazırlamaktır.
Tabii Kerry’nin Türk liderleriyle yapacağı görüşmelerin gündeminde Suriye, Irak, İran ile ilgili konular da var. Ama onun kısa bir süre içinde bölgeye yaptığı bu ikinci ziyaret, Ortadoğu barış müzakerelerinin yolunu açmaktır.
Washington, bu yeni süreçte Türkiye’nin aktif katkısını bekliyor.
Türkiye’nin böyle bir rol oynaması için şimdi şartlar müsait: Erdoğan Hükümeti Filistin meselesinde mutlaka devreye girmek istiyor. Obama’nın çabasıyla gerçekleşen Erdoğan-Netanyahu mutabakatı, Türk-İsrail ilişkilerinin normalleşmesinin yolunu açıyor. Barış sürecine Türk diplomasisinin katkıda bulunması için, Ankara’nın İsrail dahil, tüm taraflarla konuşur ve sesini dinletebilir durumda olması gerek.
Amerikan diplomasisi bu şartların olgunlaşmakta olduğu kanısıyla, şimdi Ortadoğu barış süreci ile ilgili yeni girişimine Türkiye’yi de ortak etmeye amaçlıyor.
***
Aslında Ankara ile Washington’un Filistin meselesine bakışında derin farklar var. Fakat iki ülke, sorunun
Son günlerde Güney Kıbrıs’taki ekonomik krizi yerinde izleyen bazı yabancı medya mensupları, Türk kesimindeki durumu görmek için Kuzeye geçip röportajlar yaptılar, yorumlar yazdılar.
Bu yazılarda üzerinde durulan noktalardan biri de, krizin yıllanmış Kıbrıs sorununun çözümü için bir vesile olabileceğidir.
“Financial Times”ın hatırlattığı gibi, “Kıbrıs meselesi” 50. yılını, Rumlarla Türkler arasındaki sonuçsuz müzakereler de 45. yılını doldurmak üzere”! Yeni şartlar artık tarafları anlaşmaya zorlar belki...
Rum kesimindeki kriz başta olmak üzere yeni durum acaba Kıbrıs sorununun çözümü için bir fırsat oluşturabilir mi? Yoksa yeni şartlar (Doğu Akdeniz’de doğalgaz kaynaklarının bulunması dahil), adanın birleşmesinin önünde bir engel olarak durur mu?
Olaylar iki yönde de gelişebilir. Tabii arzu edilen, birinci şıkkın gerçekleşmesidir ki, bunun için sağduyulu ve cesur bir liderliğe ihtiyaç var...
***
Cumhurbaşkanı seçildiği zaman çözüm bağlamında daha umutla bakılan Nikos Anastasiadis’in şu sırada bütün vaktini ve enerjisini, çok zorlanarak kabul ettiği “AB kurtarma paketi”nin şartlarını yerine getirmek için harcaması doğal. Rum kesiminde halen yaşanan büyük ekonomik
Son on yıl, Türk dış politikası açısından Cumhuriyet tarihinin (ilk kuruluş yılları dışında) en dinamik ve hareketli aşamasını oluşturuyor.
Bunun öyle olmasında çeşitli faktörlerin payı var. Bu zaman diliminin içinde dünya konjonktüründe önemli değişiklikler oldu ve bu gelişmelerin büyük kısmı Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgede odaklandı. Dolayısıyla Türk diplomasisi bu dönemde etrafındaki yeni durumlar ve sorunlarla meşgul olmak zorunda kaldı.
Diğer bir faktör de, AK Parti’nin iktidara gelmesinden sonra, dış politikaya yeni bir anlayış ve hareketliliğin getirilmesidir. Türkiye bu dönemde yükselen bir güç olarak ortaya çıkmaya ve bölgesel, hatta küresel roller üstlenmeye çalıştı. Sonuçta Türk diplomasisinin geleneksel hedeflerine yeni boyutlar eklendi...
***
Bu zaman dilimindeki dış politika ne gibi gelişmelere yol açtı ve ne kadar başarılı oldu?
Bu değerlendirmeyi yaparken olayları, iç ve dış dinamiklerle birlikte derinlemesine incelemek gerek.
Bunu sağlayacak hazır bir kaynak bulmak her zaman kolay olmuyor. Ama şimdi böyle bir şans var: Sözünü ettiğimiz dönemin tüm dış politika olaylarını, bulgu ve belgeleriyle, açıklayıcı bilgiler ve analizleriyle sunan bir
Bizden çok uzakta da olsa, Kore yarımadasındaki son gelişmeler, herkesi yakından ilgilendiriyor ve endişelendiriyor. Ne de olsa 1950’lerde, Türkiye’nin de katıldığı Kore savaşının bütün dünyayı nasıl sarstığı unutulmadı.
Kuzey ve Güney Kore arasında son günlerde iyice tırmanan gerginlik, acaba bir kuru gürültü mü, yoksa gerçekten yeni bir savaşın habercisi mi?
Sinyaller kaygı verici:
* Kuzey Kore, Güney Kore’ye ve ABD’ye yağdırdığı tehditlerin ardından şimdi bölgede bir “savaş durumu”na doğru gidildiğini bildiriyor.
* Güney Kore, Kuzey’den gelebilecek bir saldırıya karşı “en güçlü şekilde karşılık verileceği” uyarısında bulunuyor.
* ABD ortaya çıkan “tehlikenin ciddiye alınması gerektiğini” belirtiyor.
* Rusya ve Çin de durumun tehlikeli olduğunu işaret edip tüm taraflara sakin davranmalarını tavsiye ediyor.
İsrail’in “Mavi Marmara” olayı nedeniyle Türkiye’den özür dilemesinden sonra başlaması beklenen “normalleşme süreci”nin zaman alacağı ve zor geçeceği anlaşılıyor.
Başbakan Erdoğan ile İsrailli mevkidaşı Netanyahu arasında varılan anlaşma, aslında Türk-İsrail ilişkilerinde yeni bir dönüm noktası oluşturuyor. Böylece iki taraf da, son 3 yılda bir hayli tahribata uğrayan ilişkileri onarmak ve tekrar rayına oturtmak ihtiyacını duyduğunu göstermiş oldu. Ancak bu, ilişkilerin kısa zamanda 1990’ların o çok sıcak haline döneceği anlamına gelmiyor.
Aslında 2009’da Davos olayı ile yüzeye çıkan güvensizliğin giderilmesi tarafların ilişkilere vereceği öneme ve aralarındaki çeşitli sorunları çözümlemekte göstereceği gayrete bağlı. Kuşkusuz bunda liderlerin, politikacıların söz ve davranışlarının da büyük rolü olacak...
***
Yeni sürecin başında, ilişkilerin normalleşmesi için öne sürülen özür şartının yerine getirilmesinden sonra, öncelik tazminatın ödenmesi ve Gazze’deki kısıtlamaların kaldırılmasıdır.
Tazminat konusunun büyük bir zorluk oluşturacağı sanılmıyor. Önümüzdeki günlerde başlayacak görüşmelerde bu mesele bir şekilde halledilecek.
Gazze konusu, aslında “Mavi Marmara”