Boston’daki maraton sırasında girişilen bombalı saldırı, günümüzde terörün farklı yöntemlerle yürütülmekte olduğunu ortaya koydu.
Boston’da, kalabalığın arasına sızıp peş peşe iki bombayı patlatan iki kardeş, 26 yaşındaki Tamerlan ile 19 yaşındaki Cohar Tsarnaev, aslında klasik anlamda, sıradan terörist değiller. İkisi de Rusya’dan ABD’ye göç etmiş, Çeçen kökenli bir ailenin ABD doğumlu çocukları. İkisi de Amerikan toplumuna entegre olmuş. Arkadaşları onlardan sitayişle söz ediyorlar. Poliste bir suç kayıtları yok.
İki yıl önce Rus istihbaratı ABD’ye Tsarnaev kardeşler hakkında bir ihbarda bulunmuştu; ama FBI yaptığı soruşturmada kuşkulanacak bir şey bulmamıştı.
Şimdi ABD’de özellikle Kongre’de ve medyada, FBI bu tahkikatı doğru dürüst yapmamakla ve Boston’daki trajedinin önünü kesememekle suçlanıyor.
Ne var ki, Tsarnaev kardeşlerin kanlı bir terör eylemine girişeceklerini düşünmek bile mümkün değildi. İkisinin de herhangi şüpheli bir davranışı ve örneğin dışarıdaki bir terör örgütü ile temasları yoktu. Çeçenlerin genelde Rusya’ya karşı nefret duydukları biliniyor; ama ABD’ye karşı düşmanlıkları değil, aksine sempatileri var.
O halde nasıl oldu da, bu iki kardeş böyle
Uluslararası toplantılar için önemli bir merkez haline gelmiş olan İstanbul’un bu hafta ev sahipliği yaptığı konferanslardan biri de Arap Baharı ile ilgiliydi.
Merkezi Ankara’da bulunan Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK)‘ın ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Rand ile ortaklaşa düzenlediği ve Arap ülkelerinde demokrasiye geçiş sürecini konu alan çalıştaya Tunus’tan Yemen’e, Mısır’dan Suriye’ye kadar çeşitli Arap ülkelerinden 30 eski başbakan, bakan, siyasetçi ve kanaat önderleri katıldı.
Çalıştayın amacı, Arap uyanışı ile sarsılan bölge ülkelerinin otokrasiden demokrasiye geçiş sürecinde karşılaştıkları güçlükleri ve sorunları dile getirmek ve yaşadıkları deneyimleri paylaşmaktı.
Bir kısmı demokrasiye geçiş mücadelesinde aktif olarak yer alan katılımcıların başlıca özelliği, ister İslamcı ister laik-liberal kesimden olsun, otoriter sistemden özgürlükçü, çoğulcu düzene geçişi, ana hedef saymalarıdır. Diğer bir deyişle toplantılarda konuşmacılar ideolojik tercihlerini değil, demokratik önceliklerini ön planda tuttular.
Aşırı akımlar
USAK ve Rand analistlerinin de katıldığı bu çalıştayda öne çıkan başlıca konuları şöyle özetleyebiliriz:
Dışişleri Bakın Ahmet Davutoğlu geçen hafta bir TV Dışişleri Bakın Ahmet Davutoğlu geçen hafta bir TV programında, Suriye’de İslamcı El Nusra Cephesi’nin eylemlerinden bahsederken, bu konuda “sebep-sonuç” ilintisinin iyi belirlenmesi gerektiğini söyledi.
Bakana göre, El Nusra’nın ortaya çıkması, Esad rejiminin baskı ve zulmünün bir sonucudur. Bu militanlar, ülkedeki kaos ortamından ve uluslararası camianın hareketsizliğinden yararlanıp eylemlerini sürdürüyorlar. Dolayısıyla onların saf dışı edilmesinin yolu, Suriye’de en kısa zamanda halkı temsil eden bir yönetimin kurulmasıdır...
Gerçekten Suriye’deki ayaklanma ve kargaşa, geçen yılın başlarında El Nusra’nın faaliyete geçmesi için bir fırsat oluşturdu. Esad’ı devirmek isteyen muhalefetin ve onun askeri kanadı Özgür Suriye Ordusu’nun saflarına katılan İslamcı militanların, çok geçmeden, El Kaide ile bağları bulunduğu ve mücadeleyi kendi ideolojik amaçları doğrultusunda yürüttükleri ortaya çıktı.
***
Örgütün lideri Ebu Muhammed el Golani geçenlerde El Kaide’ye bağlılığını açıkça söyledi. El Kaide’nin Irak kolu olan “Irak İslam Devleti” adlı teşkilat da, El Nusra ile birleştiğini ilan etti.
El Nusra’nın gerçek yüzünün
İstanbul’daki “Suriye’nin Dostları” toplantısından sonra yayınlanan bildiri ve ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin basın toplantısında söyledikleri, Türkiye’nin de içinde bulunduğu bu topluluğun kısa ve orta vadede izleyeceği politikanın sinyallerini verdi.
Bu stratejinin ana hatlarını şöyle özetleyebiliriz:
1) Topluluk prensip olarak Suriye sorununda bir “askeri çözüm” taraftarı değil.
İki yıldır süren çatışmalar bu işin silah zoru ile halledilemediğini gösterdi.
Kaldı ki ABD başta olmak üzere Batılılar bu iç savaşa bulaşmak istemiyor. Bu nedenle muhaliflerin silah taleplerine de karşılık vermiyorlar. Nitekim İstanbul’daki toplantıda, Suriye’deki savaşçılara sadece bazı askeri araç ve gereçlerin verilmesine karar verildi.
2) Topluluk öncelikle bir “siyasi çözüm”den yana.
Asında muhalefetin Beşar Esad işbaşında kaldıkça “siyasi çözüm”den bir umudu yok.
ABD’nin önde gelen kamuoyu araştırma kurumu Gallup, bu ayın başlarında Amerikan halkının gözünde hangi sorunların önemli sayıldığına dair bir anket düzenledi. Sorulan sorulardan biri de, terörle ilgiliydi.
Boston’daki bomba eyleminden birkaç saat önce yayınlanan rapora göre, Amerikan halkının sadece yüzde biri terörizmi ülke için “önemli bir sorun” sayıyordu.
Sayıyordu diyoruz, çünkü Boston’daki faciadan sonra herhalde pek çok Amerikalı artık terörü çok önemli bir mesele olarak görüyordur...
Aslında 11 Eylül 2001 olayından sonra gene Gallup’un yapmış olduğu bir kamuoyu araştırmasından, halkın yüzde 20‘sinin terörü önemli bir sorun saydığı sonucu çıkmıştı.
O günlerin paniği ve korkusu geçtikten sonra, ülkede bir gevşeme görüldü. Gerçi aradaki bu 12 yıl içinde, tek tük saldırılar oldu; ama bunlar daha çok iç kaynaklı ve nispeten düşük ölçekli eylemlerdi.
Boston’daki olay, ABD çapında bir “yeni 11 Eylül etkisi” yaptı. Bu kez Amerikalılar terör tehdidini artık bir “iç sorun” olarak kabul ediyorlar.
Boston’da yayınlanan, ABD’nin ciddi gazetelerinden “Christian Science Monitor” dün, maraton sırasında patlatılan bombanın sırrını keşfetmeye çalışan bir yazısında, çeşitli ihtimaller üzerinde duruyor ve ilginç iki rastlantıya değiniyordu.
Eylem, merkezi Boston olan Massachusetts eyaletinde her yıl 15 Nisan’da kutlanan “Vatanseverler Günü”ne rastlıyordu. Dolayısıyla bu eylemin milliyetçi bir kişi veya grup tarafından yapılmış olması mümkün... İkinci rastlantı, 15 Nisan’ın vergi ödemek için son tarih olmasıdır. Bu da eyalette federal hükümetin vergi politikasına karşı olan birilerinin işi olabileceğini akla getiriyor!
Tabii “Monitor” bunların yanında daha muhtemel ve mantıklı görünen “El Kaide” ve benzeri dış kaynaklı bir komploya da ağırlık veriyor. Aslında bu son şık, ABD’de daha çok rağbet görüyor.
Boston’da kim hangi amaçla iki bombayı patlatmışsa sonuçta bu düpedüz bir terör eylemidir. Başkan Obama ilk konuşmasında “terör” sözcüğünü kullanmaktan çekindi, ama sonradan Beyaz Saray bu tür olaylara terörizm dendiğini hatırlattı.
Zaten 11 Eylül sendromunu hâlâ yaşamakta olan Amerikan halkı da olaya öyle bakıyor. Ve de açıkçası korkuyor.
Boston’daki bombanın sırrı tam
Venezuela’da pazar günü yapılan başkanlık seçimlerini Nicolas Maduro’nun rahatça kazanması garanti sayılıyordu. Ne de olsa 50 yaşındaki başkan yardımcısı, geçen ayın başında ölen popüler Başkan Hugo Chavez’in sağ kolu ve varisi idi.
Sonuçta Maduro 40 yaşındaki Henrique Capriles’i yendi ve yeni devlet başkanı seçildi. Ama resmi sonuçlara göre sadece yüzde bir buçuk oy farkıyla, yanı kılpayı ile...
Ne var ki Capriles oylamaya hile karıştığı iddiasıyla sonuca itiraz etti. Maduro bu itirazı kabul etmediği gibi, seçim kurulu da, oy sayımının bir daha yapılamayacağını ilan etti.
Bu anlaşmazlığın nasıl halledileceği belli değil. En kötüsü muhaliflerin sokaklara dökülmesidir. Bu, ülkeyi kargaşaya sürükleyebilir.
Eğer Capriles itirazdan vazgeçer ve Maduro başkanlık koltuğuna oturursa, Venezuela’da Chavez’in politikaları, yani “Chavismo” devam eder...
***
Ancak seçim sonucu, (Maduro yüzde 50.7, Capriles yüzde 49.1) Venezuela toplumunun ne kadar bölündüğünü gösteriyor. Diğer bir deyişle Venezuela halkının yaklaşık yarısı Maduro’dan yana değil. “Chavismo”yu yaşatmak için olağanüstü bir performans göstermesi gerek.
Bizde lafı bile edilmiyor, ama bütün dünya Kim’i konuşuyor... Kuzey Kore’nin 29 yaşındaki lideri Kim Jong-un’un nükleer savaş tehditleri sadece kardeş ülke Güney Kore’yi, Japonya’yı ve ABD’yi değil, herkesi korkutuyor.
Kim ciddi mi, yoksa blöf mü yapıyor? Giriştiği askeri hazırlıklar komşularını ve ABD’yi sırf korkutmayı mı amaçlıyor, yoksa nükleer silahlarını da kullanacağı bir savaşı gerçekten göze alıyor mu? Bu gerilim havası içinde, Kim’i kim durduracak?
Şimdilik her geçen gün, gerilim tırmanıyor: Kuzey Kore Güney sınırına yakın bölgede konuşlandırdığı füzeleri belirli hedeflere göre menzile oturtmuş... ABD’de Savunma İstihbarat Dairesi’nin açıklamasına göre, Kuzey Kore artık orta menzilli füzelerine nükleer başlık takabilecek kapasiteye sahip...
Bunun hafife alınacak tarafı yok. Washington’da resmi ağızlar da öyle söylüyor. Şimdiye kadar sükuneti tercih eden Başkan Obama dahi önceki gün sert bir dille Kim’i uyardı... Rusya devlet başkanı Putin “bu gerilim bizi çok endişelendiriyor” derken, Çin’in yeni cumhurbaşkanı Şi Cinping “hiçbir ülkenin kendi çıkarları uğruna bölgede kaos yaratmasına izin vermemeli” diye konuştu...
Tehlikeli oyun
Kim Jong-un bu sözlerden