Samed Karagöz

Samed Karagöz

samedkaragoz@gmail.com

Tüm Yazıları

“Velvet Buzzsaw” Türkiye’de ve dünyada çağdaş sanatı merkeze alan mecralarda yoğun ilgi gördü. Hatta Ruben Östlund’un “The Square”iyle mukayese edilse de bence onun yanına bile yaklaşamaz

Geçtiğimiz günlerde Netflix’te yayımlanan “Velvet Buzzsaw” [Kadife Testere] çağdaş sanatı merkeze alan hayli dikkat çekici bir film. Çağdaş sanat, geçen sene Oscar’a da aday olan “The Square”le bir başka filmin konusu olmuştu. Bu arada Netflix Türkiye’nin birçok film ve/veya dizinin adını Türkçeye tercüme edilmiş haliyle duyurduğunu/yayınladığını ama bu filmin adını orijinal haliyle bıraktığını da bir tarafa not etmekte fayda var.
Film, dünyanın en fazla rağbet gören, jet sosyetenin akın ettiği, her yıl milyarlarca dolarlık satışın yapıldığı Art Basel Miami Beach’le açılıyor. Filmin merkezinde ise gereğinden fazla abartılmış, biraz da karikatürize edilmiş sanat eleştirmeni yer alıyor. Çağdaş sanat dünyasına ait bazı detaylar ustalıkla gösterilmiş. Örneğin filmin hemen başında Art Basel’e girebilmek için resepsiyonistle tartışan çiftin benzerlerini sıklıkla sanat fuarlarının önizleme günlerinde görmek mümkün. Çağdaş sanat dünyasının içinde bulunduğu lüks, şatafat, her daim süper şık olarak gezen galericiler, sadece galerinin sahibi değil galeride çalışan, kurulumları yapan işçilere varana kadar birçok detay filmde başarıyla işlenmiş.

Haberin Devamı

15 dakikalığına meşhur olurlar

Koleksiyonerlerin ve galerilerin müzelere uyguladığı baskı da filmde başarıyla işlenen detaylardan. Belki burada daha anlaşılır olabilmesi için hayali değil gerçek bir ressam üzerinden örnek vermek gerekir. Diyelim ki benim sahip olduğum, Fahrelnissa Zeid’e ait çok sayıda resmim var. Ve aynı zamanda ben dünyaca ünlü bir müzenin yönetim kurulundayım. Elimdeki Zeid tablolarının daha da değerlenmesi için yönetiminde bulunduğum müze de bir Zeid sergisi düzenlenmesine önayak oluyor. Böylelikle hem müze “önemli” bir sergi düzenlemiş oluyor hem de benim eserlerim o müzede sergilendiği için değer kazanıyor.
Tabi bu bahsettiğim koşullar Türkiye’de değil yurtdışında bu şekilde. Filmin merkezinde çalıştığı galeriden kovulan bir asistan ve sevgilisi olan sanat eleştirmeni yer alıyor. Asistan işe gitmek üzereyken intihar eden komşusunun cesediyle karşılaşır. Komşusunun dairesine girdiğinde onun ressam olduğunu fark eder ve gördüklerini hemen sanat eleştirmeniyle paylaşır. Bulunan bu eserler galerinin de devreye girmesiyle birlikte oluşturulan “imaj” sayesinde kapış kapış satılmaya başlar. Hem müteveffa ressam hem de bu “keşfi” yapan asistanın hayatı değişir. Kısa sürede şöhretin doruklarına ulaşırlar. Tıpkı Andy Warhol’un söylediği gibi 15 dakikalığına meşhur olurlar.
Film Türkiye’de ve dünyada çağdaş sanatı merkeze alan mecralarda yoğun ilgi gördü. Hatta Ruben Östlund’un “The Square”iyle mukayese edildi. Ki şahsi kanaatim “The Square”in yanına bile yaklaşamayacak bir film söz konusu. Bazı sanat eleştirmenleri filmin temel derdinin inandırıcılığını kaybetmiş çağdaş sanatın ‘sıkıcılığı’ olduğunu iddia ettiler lakin bence film çağdaş sanatı sos olarak kullanan basit bir Amerikan korku filmi. Filmin yönetmeni geçen yıl Roman J. Israel Esq. ile Denzel Washington’a En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar adaylığı getiren Dan Gilroy. Daha çok yazdığı senaryolardan tanıdığımız Gilroy’un üçüncü yönetmenlik denemesi. Görünen o ki bu film çağdaş sanat dünyasında tartışılmaya devam edecek lakin ortalama izleyici bu filmi içerdiği korku öğeleri nedeniyle sıradan bir korku filmi olarak da izleyebilir.