“Misafirler: Sanatçılar ve Zanaatkârlar” sergisi, Türkiye’de bazı zanaatların çağdaş sanatla buluşması bakımından ufuk açıcı bir yaklaşım
İstanbul Modern’de 2010 yılında açılan ve küratörlüğünü Levent Çalıkoğlu’nun yaptığı “Gelenekten Çağdaşa” isimli sergi, benim kişisel hayatımda ve sanata yaklaşımımda son derece önemli bir yere sahiptir. Erol Akyavaş, İsmet Doğan, İnci Eviner, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Selma Gürbüz, Ergin İnan, Balkan Naci İslimyeli, Murat Morova ve Ekrem Yalçındağ’ın çalışmalarının yer aldığı sergi, geleneksel sanatların geleneğe hapsolmaması gerektiğini, çağdaş sanat pratikleri arasında da önemli bir yer edinebileceğini son derece başarılı bir şekilde gösteriyordu. Lakin bu serginin sanat dünyası üzerinde büyük bir etki yarattığını düşünmüyorum. Çünkü bu sergiden sonra geleneksel sanatlardan hareketle çağdaş sanat alanında maalesef dikkate değer bir artış görülmedi. Ama gene de var olan artışta bu serginin bir payının olduğunu ümit ediyorum.
Geçtiğimiz günlerde gene İstanbul Modern’de açılan “Misafirler: Sanatçılar ve Zanaatkârlar” sergisini gezerkenki hissiyatım da, on yıl öncesiyle çok benzerdi. Türkiye’de yer alan bazı zanaatların çağdaş sanatla buluşması ufuk açıcı bir yaklaşım olarak karşımda duruyordu.
Sanatçılar ve yeni yapıtları
Esasında bu sergiyi uzun zamandır bekliyordum; çünkü bu sergide, İstanbul Modern’in, İstanbul Kalkınma Ajansı tarafından desteklenen uluslararası misafir sanatçı programının meyveleri yer alıyor. Uzun süre önce duyurulan, davet edilen sanatçılar ve ülkeleri/şehirleri şöyle: Faig Ahmed (Azerbaycan), Rana Begum (Londra), Benji Boyadgian (Kudüs), Rodrigo Hernandez (Mexico City), Servet Koçyiğit (Amsterdam), Outi Pieski (Utsjoki ve Numminen), Randi&Katrine (Kopenhag), Wael Shawky (İskenderiye ve Philadelphia) ve Jorinde Voigt (Berlin). Bienallerden, uluslararası sergilerden ve müzelerdeki eserlerinden aşina olduğumuz sanatçılar. Ve yapılan dağılımın Avrupa merkezli olmamasını dikkate değer buluyorum.
Sergide bu yeni eserlerin ortaya çıkışını anlatan videoların gösterilmesi de, hem sanatçıyı daha yakından tanımak hem zanaatkârı bilmek hem de sürecin nasıl işlediğini anlayabilmek için son derece faydalı bir yaklaşım.
Ebru sanat mı zanaat mı?
Ebrunun bir zanaat olarak adlandırılmasını ise tam olarak anlayamadım. Serginin küratörlerinden Öykü Özsoy, zanaatı şöyle tarif ediyor: “Zanaat, bir ihtiyacı karşılamaya yönelik bir ürünün, yüzyıllardır ustadan çırağa aktarılan bilgiyle öğrenilen ve defalarca aynı yöntemler tekrarlanarak elde edilen el becerisi ve hüner sonucu üretilmesidir.” Ebru birçok kişi için sanat olarak adlandırılırken, burada zanaat olarak adlandırılması ve bu şekilde değerlendirilmesinin üzerinde ayrıca durulması, düşünülmesi gerektiğine inanıyorum.
Ebruyu kullanıp ortaya muazzam bir eser çıkaran Rodrigo Hernandez’in eserinin ebruyla ilgilenen birçok kişiye ilham kaynağı olacağına inancım tam.
Faig Ahmed ise ortaya gene muazzam bir halı çıkarmış. 3’üncü Jameel Art Prize’da kısa listeye kaldığı günden beri halılarını yakından takip etmeye gayret ettiğim Faig Ahmed, bu kez yün ve ipek karışımı yarısı Hereke’de yarısı Azerbaycan’da dokunan bir halıyla karşımızda.
Londra’da ikamet eden Bangladeş asıllı Rana Begum ise metali farklı renklerde kullanarak İstanbul’un anıtsal, tarihi binalarını imgeleyen bir seri ortaya çıkarmış.
23 Ağustos’a kadar devam edecek sergiyi sanatseverlere tavsiye ederim. Ayrıca geleneksel sanatlarla ilgilenen herkesin de mutlaka buradaki eserleri görmesi gerektiğini düşünüyorum.