Bu nefret, ön yargılar, anlayışsızlıklar toplumdan sökülüp atılmadıkça “normalleşme” diye bir şeyin mümkün olmayacağına inanıyorum
Daha önce defalarca söyledim ama tekrarlamakta zarar yok, ne kadar çok kütüphane kurarsak o kadar iyi. Kütüphaneler asla önemini kaybetmeyecek, yıllarca sürecek birer hizmettir. Sadece devletin değil ülkemizin önemli sanayi kuruluşlarının da sadece İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa gibi şehirlerde değil birçok şehirde yeni kütüphaneler kurulmasına yardımcı olması gerektiğini düşünüyorum. Bakınız Taksim’de mukim Atatürk Kitaplığı İstanbul’un en yoğun kullanılan kütüphanelerinden biridir ve bu kütüphane Cumhuriyetimizin 50. kuruluş yıldönümü anısına Koç Grubu’nun İstanbul halkına hediyesidir. Bunun örneklerinin mutlaka çoğalması gerekiyor. TÜİK verilerine göre ülkemizde 5 bin kütüphane var ama bunların kaçında yeterli “kütüphaneci” var, kaç tanesi uluslararası standartlarda, emin değilim. Daha önce defalarca söyledim ama tekrarlamakta zarar yok, ne kadar çok kütüphane kurarsak o kadar iyi. Kütüphaneler asla önemini kaybetmeyecek, yıllarca sürecek birer hizmettir. Sadece devletin değil ülkemizin önemli sanayi kuruluşlarının da sadece İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa gibi şehirlerde değil birçok şehirde yeni kütüphaneler kurulmasına yardımcı olması gerektiğini düşünüyorum. Bakınız Taksim’de mukim Atatürk Kitaplığı İstanbul’un en yoğun kullanılan kütüphanelerinden biridir ve bu kütüphane Cumhuriyetimizin 50. kuruluş yıldönümü anısına Koç Grubu’nun İstanbul halkına hediyesidir. Bunun örneklerinin mutlaka çoğalması gerekiyor. TÜİK verilerine göre ülkemizde 5 bin kütüphane var ama bunların kaçında yeterli “kütüphaneci” var, kaç tanesi uluslararası standartlarda, emin değilim.
Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 29 Ekim’de Cumhuriyetimizin kuruluşuna armağan olarak açılması planlanan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi Kütüphanesi’ni ziyaret etti. Cumhurbaşkanının ziyaretinden sonra bu konuyla alakalı sosyal medyada yapılan paylaşımları görünce kısa bir an şaşkınlık yaşadım. “Eline kitap hiç yakışmamış”, “Kitapların arka kapaklarına bile bakmıyordu”, “Hayatında hiç kitap okumuş mu acaba?” gibi yorumlar yapıldı. Bu insanların esas niyetlerinin üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olduğunu unuttuğum için de kendime kızdım. Şimdiye kadar bu profile daha fazla aşina olmam gerekirdi.
Geçtiğimiz haftalarda The New York Times’da Alex Marshall imzalı bir haber-yorum yayınlandı Türkiye’nin sanat ortamıyla alakalı olarak. Marshall benden de görüş istedi ama daha sonra yer darlığından dolayı editörü kestiği için benimle alakalı olan kısım bu makalede yer almadı. Zaten görüş verirken de bunun olabileceğini biliyordum.
Sonuç itibarıyla haberde görüşlerine yer verilenlerden bazıları da yazının kötü niyetle kaleme alınmış olduğu konusunda benimle hemfikirdi. İlgilisi internetten yazıyı okuyabilir. İşte bu yazıda da demin bahsettiğim ön yargıların, Erdoğan düşmanlığının benzerlerini görmek mümkün.
Mesela Cumhurbaşkanı’nın Odunpazarı Modern Müze’nin temel atma töreni esnasında hatıra maksatlı yazdığı “Vav”ın sergilenmesini Türkiye sanat ortamının en önemli sorunu olarak göstermek, aktarmak ne kadar gerçekçi? Bunu yapan, böyle düşünen kişiler İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 2019-2020 Kültür Sanat Sezonu Açılış Gecesi’nde “Lüküs Hayat Opereti’ni yönetmesini de sanatçılara saygısızlık olarak anacaklar mı? Yoksa “kendilerinden olan”lar yapınca bu saygısızlık olmuyor mu? Bir de değinmeden geçemeyeceğim sosyal medyada Hamidiye Su’yla alakalı bir hayli haber dolaşıma girdi.
İBB’nin kendi düzenlediği 2019-2020 Kültür Sanat Sezonu Açılış Gecesi’nde Hamidiye değil de başka marka suyun servis edilmesi de unutulmasın. Bütün bunları bir arada düşününce bu nefret, bu ön yargılar, bu anlayışsızlıklar toplumdan sökülüp atılmadıkça “normalleşme” diye bir şeyin mümkün olmayacağına inanıyorum.