Özel koleksiyonlarda, Türkiye’nin bazı ailelerinin ellerinde yer alan eserleri maalesef göremiyoruz. Bu kişilerin büyük çoğunluğu bu eserlerin sergilenmesini arzu eder. Söz konusu İstanbul olunca, maalesef müzelerle alakalı hâlâ büyük eksikliğimiz var
İster Türkiye’de ister yurt dışında hangi şehre gitsem mutlaka o şehrin müzelerini ve galerilerini gezmek için kendime biraz zaman ayırmaya çabalarım. Hususi olarak bir sergiyi görmek için o şehre gidiyorsam bu sergiyle beraber acaba başka hangi sergileri, hangi müzeleri ziyaret etmem gerekir, bu müzelerin koleksiyonlarında hangi eserler yer alır diye bu kurumların internet sitelerine bakar, ilgili metinleri mümkün olduğunca okurum.
Söz konusu İstanbul olunca, maalesef müzelerle alakalı hâlâ büyük eksikliğimiz var, planlanan ve inşaatı devam eden müzeler tamamlansa bile yeterince sanat müzemiz olacağına maalesef inanmıyorum. Özel koleksiyonlarda, Türkiye’nin bazı ailelerinin ellerinde yer alan eserleri maalesef göremiyoruz. Bu koleksiyonlara sahip olan kişilerin büyük çoğunluğu bu eserlerin sergilenmesini arzu eder. Bütün bunları niçin yazıyorum? 13 Eylül’de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Tophane-i Amire Kültür Sanat Merkezi Beş Kubbe Salonu’nda açılan Post-Empresyonizm sergisini gezerken bu düşünceler aklımın bir köşesindeydi.
İki hedef gözetilmiş
Arkas Koleksiyonu’nda yer alan eserlerden hazırlanan bu sergi, bu dönemin büyük eserlerinin zaten Avrupa’nın büyük müzelerinde yer aldığını göz önüne alırsak, çöldeki vaha gibi. Sergide yer alan sanatçıların tamamını yazmaya kalksam bu köşe yeterli olmaz lakin Paul Signac’tan Georges Braque’a, Henri Martin’den Pierre-Auguste Renoir’ya yaklaşık 50 sanatçının eserleri yer alıyor.
Bu sergi ilk olarak 7 yıl önce İzmir’de yer alan Arkas Sanat Merkezi’nin ilk sergisi olarak sanatseverlerle buluşmuştu. O sergiyi ziyaret edememiş ama kataloğuyla hayli vakit geçirmiştim. O tarihten beri koleksiyon daha da büyümüş. Arkas Holding Yönetim Kurulu Başkanı Lucien Arkas’ın da serginin kitabında belirttiği gibi bu büyüme gerçekleşirken iki hedef gözetilmiş: Fransa dışında gelişen akımları temsil eden sanatçılara yer verilmiş; ikincisi ise sanatçıların tarzlarında farklı dönemlere ait eserlerle dönemin biçim zenginliğini yakalamak. Örnek bir davranış sergileyerek oluşturdukları koleksiyonu sanatseverlerle ücretsiz olarak buluşturmaları son derece önemli.
Eğer bu tarz koleksiyonların sergilenebileceği, her koleksiyonere kendi adını taşıyan ve küratöryel olarak bağımsızlıklarının verildiği salonların tahsis edilebildiği bir müzemiz olsa sadece ülkemizde sanat iklimi değişmez, ülkemizin doğudan veya batıdan gelen turistlerin gözünde daha farklı bir pozisyonu olabilir. Araştırmalarının iyi yapıldığı, acele edilmeden inşa edilecek bu tarz bir müzenin İstanbul’un layık olduğu dünya çapında bir sanat merkezi haline gelmesine yardımcı olacağına hiç şüphem yok. 6 Kasım’a kadar ziyaret edilebilecek sergi tüm sanatseverlere ücretsiz.