Yirminci yüzyıl sinemasının en dikkate değer yönetmenlerinden olan Stanley Kubrick bunun hazırlığını zaten uzun yıllar boyunca çektiği fotoğraflarla yapmış.
Sıklıkla Hemingway’a atfedilen bir hikaye vardır. Arkadaşlarıyla girdiği iddia sonucu 6 kelimeyle bir hikaye anlatabileceğini iddia eder. Netice itibarıyla da “For Sale: Baby Shoes. Never worn.” (Satılık: Bebek ayakkabıları. Hiç giyilmemiş.) yazar. (Bu arada Türkçede 5 kelimeyle ifade edilebilmesi ayrıca dikkate değer). 20. yüzyıl sinemasının en dikkate değer yönetmenlerinden biri olan Stanley Kubrick’in sinemadan önce profesyonel olarak fotoğrafla ilgilendiğini bilmiyordum. Geçtiğimiz günlerde Taschen yayınlarından çıkan “Through a Different Lens: Stanley Kubrick Photographs” (Farklı bir objektif: Stanley Kubrick Fotoğrafları) isimli kitapla karşılaşınca, aklıma yukarıda aktardığım Hemingway anekdotu geldi. Sinemada çığır açan işlere imza atan Kubrick bunun hazırlığını zaten uzun yıllar boyunca çektiği fotoğraflarla yapmış.
Doğuştan gelen yetenek
Fotoğraf makinasını Amerika’ya çeviren Kubrick, sıradan yaşamın özünü aktaran hikayeler anlatıyor. Bunu yaparken sadece sıradan yaşam öğelerini değil ünlüleri de kullandığını
Andreas Tietze’nin tam 65 yıl çaba harcayarak biriktirdiği fişlerden oluşan Tarihî ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugati, Türkiye Bilimler Akademisi tarafından neşredildi.
Öncelikle bu önemli bilim insanının hayatına kısaca göz atmak gerekiyor. 26 Nisan 1914’te Viyana’da doğdu. Babası ve annesi Avusturya’nın önde gelen sanat tarihçileriydi. Liseden 1932’de mezun oldu. 1932-37 arasında Viyana Üniversitesi’ne devam etti. 1937 yılında ilk kez İstanbul’a gelen Tietze Türkçeyi okuyor, yazıyor ama konuşamıyordu. Kısa sürede bu açığını da kapatıp akıcı bir Türkçe’ye sahip oldu. 1938-1952 ve 1953-58 yılları arasında İstanbul Üniversitesi’nde Almanca ve İngilizce okutmanlığı yaptı. Daha sonra Kaliforniya Üniversitesi’ne (UCLA) Türkçe profesörü olarak davet edildi.
1970’lerde Viyana’ya döndü, 1984’te emekli oldu ama emekli hoca olarak 1997’ye kadar ders vermeye devam etti.
1986-87 ders yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde konuk profesör olarak bulundu. Hayatı boyunca Türkolojinin değişik alanlarında 18 kitap ve 100’e yakın makale yayımladı.
Sadece Türkologların değil, sıradan bir okurun da kütüphanesinde bulunması gereken bir sözlük.
22 Aralık 2003’te Viyana’da vefat eden Tietze 15 dili akıcı, 7
İsmail Saray için hazırlanan ilk çalışma sanatçının arşivini büyük bir titizlikle tarayarak SALT Araştırma’nın arşivine kazandırmak, ikinci aşama düzenlenen sergi ve son aşama kitap. Bu kitapla çalışmalar daha kalıcı bir hal alıyor
İsmail Saray adını ilk kez 2014 yılında SALT Galata’da açılan İngiltere’den Sevgilerle, İsmail Saray isimli sergi vesilesiyle duymuştum. 2012 yılında başlayan çalışmalar meyvesini vermiş Türkiye sanat ortamında, maalesef, pek de tanınmayan, hakkında yeterli kaynak bulunmayan, hayatı bilinmeyen sanatçı gün yüzüne çıkmıştı. Serginin hazırlanma süreci ve yapılan çalışmalar adeta bir arkeolojik kazı niteliğindeydi. 1943 doğumlu bir sanatçının bu kadar görünmez olması beni şaşırtmıştı. 2014 yılındaki serginin çalışmalarını yapan Duygu Demir ve Sezin Romi bu kez projenin bir diğer ayağı olan monografik kitapla, Saray’ın ögrencilik yıllarından İngiltere’den Sevgilerle, Ismail Saray sergisine kadarki sürede yaptığı üretimleri bir araya getirdiler. İlk çalışma sanatçının arşivini büyük bir titizlikle tarayarak SALT Araştırma’nın arşivine kazandırmak, ikinci aşama düzenlenen sergi ve son aşama kitap.
Tanımayanlar için İsmail Saray’dan bahsetmek gerek. Ankara Gazi
Bu hafta yakın zamanda okuduğum, inceleme fırsatı bulduğum bazı kitaplardan bahsetmek istiyorum.
İlk olarak Büyüyen Ay Yayınları’nca neşredilen Yakup Öztürk tarafından yayıma hazırlanan kitap “Bozoklu Osman Şakir’in Musavver İran Sefaretnâmesi ve Fatih’ten 1914 Kuşağına Türk Resim Sanatı” adını taşıyor. Kitabın birinci bölümü İslam, Sanat ve Resim başlığını taşıyor. Osmanlı dönemi, 19. yüzyıl ve Türk Resmi son olarak da Osmanlı Minyatür ve Resminde Bazı Kavramlar ve Üsluplar altbaşlıkları yer alıyor. Bu bölüm Yakup Öztürk tarafından kaleme alınmış. Bu toprakların yaklaşık 130 sayfalık resim tarihi denilebilecek özelliğe sahip bu bölüm biraz daha geliştirilip müstakil bir kitap olarak da yayımlanabilirmiş. Kitabın ikinci bölümü ise Bozoklu Osman Şakir’in sefaratnâmesinin çeviriyazımı ve tıpkıbasımından oluşuyor. 2. Mahmud döneminde şeyhülislam Abdülvehhab Efendi İran’a elçi olarak tayin edilir. Şeyhülislamla birlikte sefere çıkan heyette Bozoklu Şakir tercüman olarak yer almaktadır. Sapanca, Taraklı, Tosya, Merzifon gibi Anadolu yerleşim yerleri ve bugün İran topraklarında olan Ebher, İmam-ı Gazali’nin türbesi, Rey gibi şehirlerin nadide çizimleri de yer alıyor. Tıpkıbasımının da
İKSV tarafından düzenlenen İstanbul Film Festivali başladı. Bu yıl festivalde kaçırmamak için büyük çaba sarf edeceğim üç film var.
Birincisi 20. yüzyılın en önemli Rus yazarları arasında gösterilen Sergey Dovlatov’un hayatını anlatan “Dovlatov”. İlk gösterimi Berlin Film Festivali’nde yapılan filmin yönetmeni daha önce “Kağıt Asker” filmini beğenerek izlediğim Aleksey German. Dovlatov’un Türkçede maalesef sadece iki kitabı var: Şu sıralar baskısı olmayan ve Cem Yayınları’ndan çıkan “Bavul” ve birkaç yıl önce Jaguar Yayınları tarafından neşredilen “Puşkin Tepeleri”. Otobiyografik özelliklerin yoğun olduğu bu iki kitap Dovlatov’un en iyi kitapları değil. Şahsen ben “Bizimkiler” isimli kitabını çok beğeniyorum. Davlatov, Nabokov’dan sonra hikayeleri The New Yorker’da yayımlanan ikinci Rus yazar. Çok sevdiğim bir başka yazar olan Kurt Vonnegut Sergey Dovlatov’a şöyle bir mektup yazıyor:
“Sevgili Sergey Dovlatov. Ben de seni seviyorum ama
Suudi Arabistan’da açılacak çağdaş sanat müzesinin bir hareketliliğe neden olabileceğini öngörmek için kahin olmaya gerek yok. Bu hamleyle birlikte Körfez’deki rekabet farklı bir boyutta devam edecek.
Suudi Arabistan’da ülkenin ilk çağdaş sanat müzesinin direktörlüğüne ülkenin çağdaş sanat alanındaki en bilinen ismi olan Ahmed Mater geldi. Daha önce ülkemizde “Edge of Arabia” isimli grup sergisinde yer alan, hatta grubun bir nevi liderliğini yapan, Mater aynı zamanda Amerika’da solo sergisi açılan ilk Suudi sanatçı. Magnetism (Mıknatıs isimli eseri birçok sanatsever tarafından türünün en güzel örneklerinden biri olarak gösteriliyor. Eserleri Sotheby’s, Christie’s gibi müzayede evlerinde de satılan Mater son sergisi “Desert of Pharan”da Suudi yönetimine özellikle Kabe’nin etrafındaki gökdelenlerden ötürü ciddi eleştiriler getiriyordu. Açılacak olan müze için Suudi rejiminin ciddi bütçeler ayıracağını düşünürsek çağdaş sanat piyasasında bir hareketliliğe neden olabileceğini öngörmek için kahin olmaya gerek yok. Bu hamleyle birlikte Körfez’deki rekabet farklı br boyutta devam edecek.
İstanbul’un da artık çağdaş sanat müzesine ihtiyaç duyduğunu bu vesileyle bir kez daha belirtmek
Vasıf Kortun’un yeni kitabı”20”de 1990’lı yıllardan bugüne çağdaş sanat, sanatın değişimi, bienaller, Türkiye’de sanatın durumu gibi konulara dair yazılar yer alıyor.
Türk sanat dünyasının özellikle çağdaş sanat söz konusu olduğu zaman ki kendisi güncel sanat demeyi tercih etse de, hiç şüphesiz en mühim aktörlerinden olan Vasıf Kortun’un yeni kitabı “20” yayımlandı. “10” ve “Ofsayt Ama Gol!” gibi bu kitap da e-yayın olarak Salt tarafından okura sunuldu. “20”yle birlikte Kortun daha önce duyurmuş olduğu üçlemeyi tamamlamış oldu.
“20”de 1990’lı yıllardan bugüne çağdaş sanat, sanatın değişimi, bienaller, Türkiye’de sanatın durumu, devletin bir sanat politikası olmaması gibi konulara dair yazılar yer alıyor. Bu yazıların bazılarının başkaları tarafından yazılma ihtimalinin olmaması, Kortun’un kendi şahsi tecrübelerini aktarması özellikle genç sanat profesyonellerine yol gösterici, ders verici olması eserin en önemli özelliği.
Kişisel yaşanmışlıklar
Hele ki İstanbul sanat hayatının birden bire bugün bulunduğu hale gelmediğini, ardında büyük bir çabanın olduğunu göstermesi dikkate değer. Ayrıca İstanbul’un kültür kurumlarının Londra ve Bilboa örnekleriyle mukayese edilmesi, Türkiye’de
“İnanılmazın Enkazından Hazineler” isimli belgeselin arkasında eserlerin çıkarılmasına maddi destek veren kişi olarak gördüğümüz İngiliz sanatçı Damien Hirst var.
Doğu Afrika kıyılarında balıkçılar denizde bazı sanat eserleri bulurlar. Yetkililere haber verilir, çeşitli araştırmalar yapılır. Sualtı arkeologları, dalgıçlar ve diğerlerinden oluşan bir ekip olay yerine gelip araştırmalar yapmaya başlarlar. Evet gerçekten de bulundukları yerde bir batık vardır. Geminin iskeletine ya da kalıntılarına ulaşamazlar ama geminin taşıdığı yük bozulmadan kalmıştır. Gemiden bir kalıntı olmadığı için adı da belirlenemez ama bütün işaretler daha önce efsane gözüyle bakılan Amotan’ın efsanevi gemisini göstermektedir. Devasa büyüklükte olduğu bilinen bu gemi dönemin en önemli sanat eserlerini yepyeni tapınak yapmak için toplamaktadır. İşte bulunan bu sanat eserleridir.
Bütün bunlar ve çok daha fazlası Netflix yapımı olan “Treasures from the Wreck of the Unbelievable” yani “İnanılmazın Enkazından Hazineler” isimli belgeselde anlatılıyor. Netflix sağladığı orijinal içeriklerle adından hayli söz ettiriyor. Ama bunun dışında son derece dikkat çekici belgesellere de evsahipliği yapıyor. Hatta bu yıl En