Okumadan geçmeyelim dediğim kitaplar, gidip görelim dediğim sergilerden bir seçki...
Kitap, okumanın tarihi, okuma kültürü ve kütüphaneler hakkında son derece önemli kitaplara imza atan Alberto Manguel’in “Dönüş” isimli novellası yıllar sonra ülkesine dönen birisinin karşılaştığı manzarayı anlatıyor. 80 sayfalık eser Manguel’in kendisine has üslubuyla bir oturuşta okunabilecek akıcılıkta.
- Caretta Yayınları’ndan çıkan “30 Saniyede Güzel Sanatlar” onlarca sanat eserini kısa bilgilerle okurla ve sanatseverlerle buluşturuyor. Kitap boyunca ayrıca bazı sanat terimlerini anlatan sözlük de yer alıyor. Sanata dair bir fikriniz yoksa ve olsun istiyorsanız başlangıç için son derece iyi bir kitap.
- Dede Korkut, Türklerin efsanevi bilge kişisi, bilge adamı ve şairi. Önce sözlü olarak anlatılan hikayeleri hayli zaman sonra kitaplaşıyor. Orhan Şaik Gökyay’ın hazırladığı “Dede Korkut Hikayeleri” Yeditepe Yayınları’ndan çıktı. Gökyay’ın mükemmel üslubuyla sadeleştirdiği kitabı özellikle genç okurlara şiddetle tavsiye ediyorum.
- İngiltere merkezli Saqi Yayıncılık çoğunlukla Ortadoğu merkezli kitaplara yer veriyor. Filistinli ressam Nabil Anani’nin “Palestine, Land and People” (Filistin, Vatan
Durgun geçen yazdan sonra sanat dünyasında eylül ayının hazırlıkları son hızla devam ediyor.
Bu yıl 4. kez İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenecek olan Tasarım Bienali’nin teması Okullar Okulu. Hiç şüphesiz bienal eylül ayındaki etkinliklerin lokomotifi olacak. Jan Boelen küratörlüğündeki bienal 22 Eylül-4 Kasım 2018 tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Bienal, tasarımı bir öğrenme biçimi olarak farklı açılardan ele alacak.
İstanbul Bienali gibi İstanbul Tasarım Bienali de ücretsiz olarak gerçekleşecek. 4. İstanbul Tasarım Bienali’ne evsahipliği yapacak mekanlar Akbank Sanat, Yapı Kredi Kültür Sanat, Pera Müzesi, Arter, SALT Galata ve Studio-X Istanbul. Tasarım Bienali’nde 100’e yakın katılımcı yer alacak. Bu katılımcılar küratörün açık çağrısı neticesinde 41 ülkeden 700’den fazla başvurunun arasından seçildi. Bir sanat disiplini olarak hızla yükselişini sürdüren tasarım alanının dünyadaki en önemli bienali olma yolunda hızla ilerliyor.
Salt Beyoğlu ise “Evrenin Titreşen Işıkları” başlıklı sergiye evsahipliği yapacak. Sergide Anna Boghiguian, Rana Hamadeh, Navine G. Khan-Dossos ve Merve Ünsal’ın eserleri yer alacak. Eindhoven’da yer alan modern ve çağdaş
Eylül olanca hızıyla geliyor. Sanat dünyasında da hareketlenmeler başlayacak. Bu hareketliliğe geçmeden önce bayram tatilinde okuduğum bazı kitaplardan kısaca bahsetmek istiyorum
Yeni Şafak gazetesinden, uzun yıllardır kültür-sanat gazeteciliği yapan Ayşe Olgun dikkatimi çekmese Ahmet Uluçay’ın günlüklerinin yayımlandığından haberim olmayacaktı. Bir yanım acıyarak okuduğum kitabın adı: “Sinema İçin Bunca Acıya Değer Mi?” Küre Yayınları’ndan çıktı. Kitabı okuduktan sonra Cahit Zarifoğlu’nun “Yaşamak”ının yanına koydum. Belki yalnızlıkları azalır.
- Open Dialogue Istanbul, Albatros Yayınları işbirliğiyle 15. İstanbul Bienali çerçevesinde Aksanat’ta gerçekleşen “Kültür Mirası ve Komşuluk İlişkileri” isimli konferansı aynı isimde neşretti. Doç. Dr. Nevra Ertürk’ün moderatörlüğünde gerçekleşen konferansta Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, Prof. Dr. Ali Akay, Prof. Dr. Asuman Türkün ve sanatçı Murat Germen’in konuşmaları yer alıyor. Açık Diyalog İstanbul’un kurucusu Billur Tansel’e bu konferansı kitaplaştırdığı için teşekkür ederim.
- Yeditepe Yayınları’ndan çıkan Selçuk Mülayim’in kaleme aldığı “Sanat Tarihine Giriş” isimli kitapta yazar daha çok sanatın tarihiyle ilgileniyor. Batıcıl sanat
Nurettin Topçu’nun hayatını anlatan “İsyan Ahlâkı Peşinde Nurettin Topçu” albümü Dergah Yayınları’ndan çıktı.
Türk düşünce dünyasının nev-i şahsına münhasır insanlarından Nurettin Topçu’nun benim hayatımda, inanç dünyamda, fikriyatımda yeri çok büyüktür. Topçu’yla, Dergah Yayınları’nın ‘90’lı yılların ikinci yarısında yayımladığı kitaplar vesilesiyle tanıştım. Yayımlanan hemen her kitabını ilk kez o gün yayımlanıyormuşcasına hemen temin edip okumaya uzun yıllar gayret ettim.
Müthiş çalkantılarla dolu bir hayat geçiriyor Topçu. İlkokula başladığında fes giyiliyordu, liseyi bitirdiğinde papyon; diplomasında Arap harfleri ve Latin harfleri bir arada; 1. Dünya Savaşı oluyor, Osmanlı yıkılıyor, Cumhuriyet kuruluyor, uzun yıllar tek parti iktidarda kalıyor, sonra çok partili hayat başlıyor. Bütün bunlar yaşanırken üniversite tahsili için Paris’e gidiyor. Sadece Topçu değil dönemin birçok aydını benzer süreçlerden geçiyor ama herkes Sorbonne gibi bir üniversitede felsefe alanında doktora yapamıyor; hem de kendi ülkesine, geldiği topraklara dair değil, doğrudan Batı felsefesine dair bir tezle. Yaşamında Türkçesinin basılmasına izin vermediği “İsyan Ahlâkı” isimli şaheseriyle.
Günümüzde de
İKSV’nin kültür çalışmaları alanında hazırladığı rapor, yaratıcı faaliyetlerin mültecilerin içinde bulundukları durumdan “kurtulmalarına” nasıl yardımcı olacağını anlatıyor.
Suriye’deki savaş yakın zamanda biteceğe benzemiyor. Çeşitli hamlelerle rejim toprak genişletmeye devam etse de artık eski Suriye kalmadı. Milyonlarca insan ülkelerinden kaçmak zorunda kaldı. Açık kapı politikası uygulayan Türkiye gelen herkese kapılarını açtı. Etnik kimlik, mezhep, yaş, eğitim gibi hiçbir kriter yoktu. Bizim için önemli olan mazlumlara yardımcı olmaktı. Bunda da başarılı olduğumuzu düşünüyorum. Avrupa ülkeleri gibi seçerek mülteci kabul etmedik, 3.5 milyona yakın Suriyeliyi misafir olarak kabul ettik. Savaş bitse bile bu insanların artık geri dönecekleri evleri, yurtları kalmadı. Türkiye’nin özgürleştirdiği birkaç yer hariç birçok şehir adeta moloz yığını olarak duruyor.
Ülkemizde bulunan 3.5 milyon Suriyeliye ne olacak? İlk kez bu kadar büyük bir göç dalgasına ev sahipliği yapan Türkiye nasıl bir yol izlemeli? Evet daha önce defalarca benzer göç dalgalarına tanık olduk. Osmanlı zamanından itibaren Balkanlar’dan Beyaz Ruslar’a, Bulgaristan’dan İran’a kadar çok farklı bölgeden insanlara ev
Daha yaşanır bir İstanbul için Kültür Çalıştayı’ndan çıkan önerilerin bir kısmını sunuyorum.
11-12 Mayıs tarihlerinde 3. Kültür Şurası’nın mütemmim cüzü olarak da okunabilecek İstanbul Kültür Çalıştayı yapılmıştı. Bu çalıştayın sonuç raporları geçtiğimiz günlerde hem matbu hem de e-kitap olarak yayımlandı. Arzu edenler kitaba istanbulkulturturizm.gov.tr adresinden ulaşabilir.
İstanbul’un kültür ve sanat alanında şehrin korunması, geliştirilmesi, bunlar yapılırken hafızasının da korunması maksadıyla ilim dünyasından, sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinden, sanat evrelerinden, siyaset evrelerinden son derece önemli isimler bir araya gelip 2 gün boyunca fikirlerini paylaştılar. İstanbul hakkında söyleyecek sözü olan hemen herkesin yer aldığı çalıştayda, her kesimden katılımcının olmasının getirdiği çeşitlilik ve farklılık olaylara çok boyutlu yaklaşmayı sağlıyor.
Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş’un da belirttiği gibi “Sadece şehri korumak değil, şehrin hafızasını korumak ve geliştirmek”le İstanbul’a layık olunabilir. Türkiye’nin kültür ve sanat başkenti olan İstanbul, dünyada da kültür ve sanat söz konusu olduğunda akla gelen ilk şehirlerden biri
Turizm bu dönemde son derece önemli. Karşımızda alıştığımızın dışında bir Kültür ve Turizm Bakanlığı olacak.
24 Haziran seçimleriyle birlikte Türkiye’de yeni sistemin ilk cumhurbaşkanı seçildi. Bu seçimle birlikte rahatlıkla Cumhuriyetimizin üçüncü aşamaya geçtiğini söyleyebiliriz. İlk aşama Cumhuriyetimizin ilanı, ikinci aşama çok partili hayata geçiş ve üçüncü aşama Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi.
Hiç şüphesiz bu sistemin ülkemize getireceği güzellikleri yakın zaman içinde görmeye başlayacağız. Bu sistemle birlikte hantallaşmış bürokrasi tarih olacak, çok daha hızlı kararlar alınacak ve daha da önemlisi bu kararlar aynı şekilde uygulanabilecek. Her bir üst düzey bürokrat kendi koltuğunu garanti görmeyecek. “Hiçbir şey yapmazsam, hiçbir şey olmaz” mantığından kurtulacak.
Geçtiğimiz günlerde bakanlıkların ilanıyla birlikte birçok kişi yorumlarda bulundu. En çok konuşulan kişilerden biri de yeni Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy oldu. Kendisinin özel sektörden geliyor olması ve daha da önemlisi turizm sektöründen gelmesi bazı arkadaşlarda kültürden vazgeçildiği kanısını uyandırdı. Bence hiç de öyle değil. Evet turizm bu dönemde son derece önemli olacak. Ülkemiz için gerçek
Rövanşist duygularla mevcudu yıkmaya çalışarak o birikimi görmezden gelerek yapılacak her hamle bizi daha da geriye götürecektir
Daha önce bu satırlarda ve başka mecralarda defaatle kültürel hegemonya konusuna dair düşüncelerimi yazdım, tekrar tekrar benzer şeyleri yazmak bazen iyi olabilir. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Türkiye’de kültür ve sanat alanında bir hegemonya vardır. “Bizim” tarafın yanlış anladığı hususla söze başlamakta fayda var. Kültürel hegemonya tabiri işin gerçek boyutunu perdeleyen, gölgeleyen bir tanımlama. Esas mevzu sanat alanındaki gelişmelerle alakalı. Sanattan kastım: Edebiyat, sinema, plastik sanatlar, tiyatro. Yoksa “kültürel hegemonya” konusunda fikir yürüten arkadaşların belirttiği gibi medyanın kendisi doğrudan bu konuyla alakalı değil. Sorunun temeli çok daha derinlerde. Bu alanda çok ciddi akademik çalışmaların yapılması gerekiyor. Bu araştırmaların temel konusu Türkiye 1. Cihan Harbi’nden sonra sömürge olarak kalmamasına rağmen, sömürgeciler kalsaydı yapılacak şeylerin hayata geçmesi olmalı. Sorunu doğru teşhis edemezsek, tedaviyi uygulamanın imkanı olmayacaktır kanaatimce.
Kültür ve sanat hayatımızın doğal akışından çıkmış olmasını artık