Türk sanat tarihine yazdıklarıyla, yaklaşımıyla, projeleriyle damga vurmuş olan Sezer Tansuğ’un bazı kitaplarını tekrar tekrar okuyorum. Her yeniden okuyuşumda daha önce dikkatimden kaçmış başka bir husus dikkatimi çekiyor Sezer Tansuğ’un metinlerinde. Geçtiğimiz aylarda TOKİ tarafından yayımlanan Hoca Ali Rıza kitabı vesilesiyle Ömer Faruk Şerifoğlu’yla görüşürken Tansuğ’un “Şenlikname Düzeni” isimli son derece önemli kitabının, ki aslında doktora tezidir, yakın zamanda Everest Yayınları’ndan çıkacağının müjdesini vermişti. Şerifoğlu aynı zamanda Sezer Tansuğ Sanat Vakfı’nın da başkanı. Daha önceki baskıların bir tekrarı değil, genişletilmiş ve görseller eklenmiş bir edisyonla karşılaşınca bu halini de hemen okumaya başladım. Harvard’da görevini sürdüren Cemal Kafadar Hoca da meğer “Şenlikname Düzeni”ni defalarca okumuş ve onu da çok etkilemiş. Bunu okuyunca ayrıca memnun olduğumu belirtmem gerekiyor.
66 Kare’den 99 Kare’ye
Şenlikname Düzeni’nin yeni edisyonunu Art On Istanbul’da açılan “99 Kare” isimli serginin açılışında gördüm. Sezer Tansuğ 1992 yılında “66 Kare - Geleneksel Kültüre Çağdaş Yorum” başlıklı bir sergi düzenler. Bu serginin kitabı 1992 yılında ve 2005 yılında
Bağlarbaşı’ndaki Nevmekan Sahil sergi salonu, kütüphanesi ve kafesiyle İstanbul’un en güzel manzalarından birine sahip. Yaklaşık 100 bin kitaptan oluşan merkez gece 12’ye kadar açık.
Üsküdar yeni bir kültür merkezine kavuştu: Nevmekan Sahil. Daha önce Bağlarbaşı’nda Nevmekan adıyla açılan kütüphane-kafe işlevi gören tesisi büyük beğeni toplamıştı. Aynı işleve sahip yeni kültür merkezi İstanbul’un en güzel manzalarından birine sahip bir lokasyonda açıldı. Yaklaşık 100 bin kitaptan oluşan merkez her sabah 8’den gece 12’ye kadar açık. Özellikle ders çalışmak isteyen öğrenciler için son derece cazip. Mekanın içinde ayrıca bir sergi salonu da var. Geçtiğimiz günlerde açılan “İpek Yolu” isimli sergide ebru geleneğini günümüze taşıyan sadece ustalarından, hocalarından gördükleriyle yetinmeyip kendi tekniğini geliştiren Hikmet Barutçugil’in ebrularıyla, Çinli hattat Haji Noor Deen’in kaligrafisi birleşiyor ve ortaya eşine az rastlanır güzellikte çağdaş sanat eserleri çıkıyor.
Sarnıçtaki sergide yer alan eserler.
İki kadim geleneğin birleşmesi
Haji Noor Deen klasik Çin kaligrafisinin Arap harfleriyle yazıyor. Bu yönüyle eşsiz. Daha önce Katar’ın başkenti Doha’da yer alan Katar Sanat
Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki sergiye adını veren Rus Avangardı daha çok bir dönemi tarif etmek için kullanılıyor
Sakıp Sabancı Müzesi’nde bu yılın en önemli sergilerinden biri açıldı: Rus Avangardı. Sanat ve Tasarımla Geleceği Düşünmek. Rus avangardı bir akım değil daha çok bir dönemi tarif etmek için kullanılıyor. 1910 yılında başlayıp 1932 yılında kadar devam ediyor. Bazı sanat tarihçileri başlangıç tarihini 19. yüzyılın sonları olarak da gösteriyor. O günlerde Rus sanatçılar kendilerini avangart olarak tanımlamıyorlardı. Bu adlandırma çok daha sonra Batılı sanat eleştirmenleri tarafından kullanılmaya başlandı. O tarihlerde Rusya Avrupalıların asla anlayamayacakları bir sanayi altyapısına sahipti. Sanatçılar da bu sanayileşme hamlesinin bir tarafında hep yer almışlardı. Pasifik Okyanusu’ndan başlayarak bütün Asya kıtasına yayılan devasa bir coğrafyadan bahsediyoruz. Bu coğrafyanın yeleşime açık olan bütün bölgelerine elektriğin ulaştırılma fikri bile 20. yüzyılın başlarında son derece ütopikti.
Kübik-Fütürizmi kurdular
Rus sanat eleştirmenlerine göre “modernizm” 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmış, yozlaşmış bir art-deco estetiği teşvik eden, sanatçıyı yüceltip her şeyin merkezine
Özel koleksiyonlarda, Türkiye’nin bazı ailelerinin ellerinde yer alan eserleri maalesef göremiyoruz. Bu kişilerin büyük çoğunluğu bu eserlerin sergilenmesini arzu eder. Söz konusu İstanbul olunca, maalesef müzelerle alakalı hâlâ büyük eksikliğimiz var
İster Türkiye’de ister yurt dışında hangi şehre gitsem mutlaka o şehrin müzelerini ve galerilerini gezmek için kendime biraz zaman ayırmaya çabalarım. Hususi olarak bir sergiyi görmek için o şehre gidiyorsam bu sergiyle beraber acaba başka hangi sergileri, hangi müzeleri ziyaret etmem gerekir, bu müzelerin koleksiyonlarında hangi eserler yer alır diye bu kurumların internet sitelerine bakar, ilgili metinleri mümkün olduğunca okurum.
Söz konusu İstanbul olunca, maalesef müzelerle alakalı hâlâ büyük eksikliğimiz var, planlanan ve inşaatı devam eden müzeler tamamlansa bile yeterince sanat müzemiz olacağına maalesef inanmıyorum. Özel koleksiyonlarda, Türkiye’nin bazı ailelerinin ellerinde yer alan eserleri maalesef göremiyoruz. Bu koleksiyonlara sahip olan kişilerin büyük çoğunluğu bu eserlerin sergilenmesini arzu eder. Bütün bunları niçin yazıyorum? 13 Eylül’de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Tophane-i Amire Kültür Sanat
4 Kasım’a dek devam eden İstanbul Tasarım Bienali’nde beni etkileyen, görülmesini tavsiye ettiğim bazı eserler şöyle.
Geçen hafta ana hatlarıyla 4. İstanbul Tasarım Bienali’nden bahsetmiştim. Bu hafta bienalde beni etkileyen bazı eserlere değinmek istiyorum. İlk olarak Yapı Kredi Kültür Sanat’ta yer alan Ebru Kubak’ın eserlerinden bahsetmek istiyorum. “Dünyalar Örmek” görür görmez beni çok etkiledi. Bildiğimiz bir şeyin nasıl farklı olabileceğini hatırlatıyor. Dantel işlemeli bilgisayar, kroşelenmiş elekromanyetik anahtarlar, iplikten yapılma ses kayıt cihazı ve örme kripto paralar.
Birbirinden şaşırtıcı eserler arasında gezerken her şeyin aslında nasıl daha farklı olabileceğini başarılı bir şekilde gözler önüne seriyor. Ebru Kubak’ın bir başka eseri “Yalnız Gezegen” başlığını taşıyor. 2016-2018 yılları arasında üretilen eserde Kubak daha önce “güvenle yolculuk edilebilecek egzotik yerlerden” biri olarak tanımlanan Suriye’nin “dünyanın en tehlikeli yerlerinden biri” haline gelişini dünyanın en yaygın gezi rehberlerinden biri olan Lonely Planet üzerinden mükemmel bir şekilde anlatıyor. Suriye’nin dramatik ve içler acısı değişimini gezi rehberindeki bazı yerleri kapatarak, bazı yeni
İstanbul Tasarım Bienali’nde altı farklı mekanda altı farklı okulla karşı karşıyayız.
İnternet üzerinden ilgi alanlarının belirlendiği araştırmalara baktığımızda birçoğunda en yaygın tema olarak son yıllarda karşımıza hep tasarım çıkıyor. Bu yüzden tasarım günümüz kültürünün temel ve ayrılmaz bir parçası. Sanat dünyasının da bu duruma ilgisiz kalması beklenemez. Tasarımla birleşen çağdaş sanat karşımıza tasarım bienali olarak çıkıyor. İstanbul bu yıl İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 4. kez düzenlenen İstanbul Tasarım Bienali’ne evsahipliği yapıyor. Bienalin teması Okullar Okulu. Bienal çerçevesinde bir de kitap yayımlandı. Okullar Okulu Okumaları başlığını taşıyan kitap benim için son derece aydınlatıcı oldu.
Bienale ilk başta biraz şüpheyle yaklaşmıştım ama şüphelerim kitabın daha ilk sayfalarında İKSV İstanbul Tasarım Bienali Direktörü Deniz Ova’nın önsözüyle kayboldu. Metin “İstanbul Tasarım Bienali, bienallerin doğasına meydan okuyor. Genel uygulamaları yeniden değerlendiriyor, yapım sürecini katılıma açarak ve sergiyi farklı etkinliklerle genişleterek izleyici deneyimini zenginleştirmeye çalışıyor” sözleriyle başlıyor. Çok iddialı. Bir o kadar da meydan okuyan ve
Contemporary Istanbul mutlaka ziyaret edilmeli, Dirimart’ta açılan Fahrelnissa Zeid sergisi mutlaka görülmeli.
Biz sanatseverler için yılın en güzel günleri başladı. Birbiri ardına açılan sergiler, yeni yayımlanan sanat kitapları sanatın yok denecek kadar az olduğu yazdan sonra bulunmaz bir nimet. Bu yoğunluk bazı günler o kadar artıyor ki çakışan birçok etkinlik arasında seçim yapmak zorunda kalıyoruz.
İlk değinmek istediğim her geçen yıl biraz daha gelişen, değişen ve yenilikler arayan, ki bu yenilikleri ararken hata yapması gayet doğal olan, Contemporary Istanbul. Bu yılki en büyük yenilik, yeni kurulan Çağdaş İstanbul Sanat, Kültür ve Eğitim Vakfı (Çiskev) tarafından düzenlenen “CIF Dialogues” serisi. Alanında uzman birçok kişinin bir araya geldiği etkinlik The New York Times tarafından düzenlenen “Art For Tomorrow” serisine yakın kalitede. Önümüzdeki yıllarda da devam edeceğini düşündüğüm bu etkinlikte, uluslararası sanat dünyasından daha büyük isimlerin de gelmesiyle etkinliğin artacağına inanıyorum. Ayrıca yapılan konuşmaların Youtube gibi yaygın bir mecraya da yüklenmesiyle çok daha geniş kitlelere ulaşılacaktır.
Şehre yakışan bir fuar
23 Eylül Pazar gününe kadar devam
Topkapı Sarayı’nda yangına karşı ne önlemler alınıyor, sanatla yarar üretme pratiği ve Adorno’nun Türkçeye özel bir derlemesi.
Geçtiğimiz günlerde Brezilya Milli Müzesi’nde çıkan yangın bütün dünyada son dakika olarak duyuruldu. Yıkılma tehlikesinden dolayı hâlâ içine girilemeyen ve bu yüzden de kesin bir rakama ulaşılamasa da yaklaşık 20 milyon eserin yok olduğu yangın bütün dünyaya ve tabii ki bize de bazı önlemleri hatırlatması açısından son derece önemli. Biz söz konusu olduğumuz zaman akla hemen Topkapı Sarayı geliyor. İlk inşasından itibaren çeşitli düzenlemeler geçiren saray bugünlerde, inşa edildiğinden beri en büyük bütçe harcanarak restore ediliyor. Özellikle yangın gibi bir afete karşı planların da yapıldığını ve bu bütçe içinde pay aldığını ümit ediyorum.
Banu Cennetoğlu SALT’ta
“Metro panosundaki bir sayfayı okudum; ölümler benzeşiyor. Günlük görsel silsilede kanıksanan bir lekeyle, bir trajediden ziyade bir listeyle mi yüzleşiyorum? Okumam bittiğinde ‘Hayat devam ediyor’ mu diyeceğim? İstasyondan çıkar çıkmaz unutacak mıyım tüm bunları? Yarınımı etkileyecek mi ya da? Neler yapabilirim? Bu muazzam çatlak ‘Liste’ye de yansıyor. ‘Bunu ancak bir sanatçı yapabilirdi’ veya