Aysun Sandıkçıoğlu’nun “Araf” adını taşıyan sergisi Selçuklu ve Osmanlı mezar taşlarına yeni yorumlar getiriyor.
Geçtiğimiz günlerde Türk Hava Yolları için Ridley Scott tarafından çekilen 6 dakikalık “The Journey” (Yolculuk) isimli film sadece Türkiye’de değil yurt dışında da hayli beğenildi. Tamamı İstanbul’un güzelliklerini anlatan filmin başrollerinde Sylvia Hoeks ve Aure Atika yer alıyor. Bu filmde yer alan mekanlardan Şerefiye Sarnıcı yakın zaman önce restorasyonu biten 1600 yıllık muhteşem bir yer. Bu mekanda İstanbul Büyükşehir Belediyesi iştiraklerinden Kültür AŞ sergiler düzenliyor. Küçük bir not olarak gene Kültür AŞ tarafından işletilen Taksim Metro istasyonu girişinde yer alan Taksim Sanat’ın da sadece çağdaş sanata ayrıldığını, bunun da son derece isabetli bir karar olduğunu belirtmem gerekiyor. Yerebatan Sarnıcı’ndan daha eski olan Şerefiye Sarnıcı’nda yer alan Süleyman Saim Tekcan’ın “Atalar, Hatlar ve Süleymanname” isimli sergisinden gene bu köşede bahsetmiştim. Bu hafta bahsedeceğim ise geleneğin çağdaş sanatla buluşmasının başarılı örneklerinden biri. Aysun Sandıkçıoğlu’nun “Araf” adını taşıyan sergisi Selçuklu ve Osmanlı mezar taşlarına yeni yorumlar getiriyor.
Bi
Uğur Derman’ın “Ömrümün Bereketi” isimli eserinin ikinci cildi aradan geçen 8 yılın ardından nihayet yayımlandı. Üçüncü cildi de okurlarla yakın zaman içinde buluşacak.
Uğur Derman, klasik Türk sanatları söz konusu olduğunda başvurulacak yaşayan en önemli hocaların başında geliyor. Daha önce bu köşede Uğur Derman’ın Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu tarafından neşredilen “Türk Hat San’atından Seçmeler” isimli eserinden bahsetmiştim. Bu muhteşem eserin başucu kaynaklarımdan biri haline geldiğini de söylemeden edemeyeceğim. Hocanın ilk cildi 2011 yılında neşredilen “Ömrümün Bereketi” isimli eserinin ikinci cildi aradan geçen 8 yılın ardından nihayet yayımlandı. Kitapta yer alan makalelerin tamamı daha önce farklı mecralarda farklı tarihlerde yayımlanmış. Makalelerin yayın tarihi ve mecrası makale başlıklarının hemen altında belirtiliyor. Lakin bu yazılar kitap için elden ve gözden geçirilmiş. Ayrıca yazılara eşlik eden görseller üzerinde tek tek durulmuş. Son derece özenli bir baskıyla okurlara sunulmuş. Kitabın tamamı 36 makaleden oluşuyor. İlk cildi okuyanlar ikinci ciltte bazı görsellerin ve bilgilerin tekrarıyla karşılaşabilirler ama bu tekrarlar açıkçası beni rahatsız
“Velvet Buzzsaw” Türkiye’de ve dünyada çağdaş sanatı merkeze alan mecralarda yoğun ilgi gördü. Hatta Ruben Östlund’un “The Square”iyle mukayese edilse de bence onun yanına bile yaklaşamaz
Geçtiğimiz günlerde Netflix’te yayımlanan “Velvet Buzzsaw” [Kadife Testere] çağdaş sanatı merkeze alan hayli dikkat çekici bir film. Çağdaş sanat, geçen sene Oscar’a da aday olan “The Square”le bir başka filmin konusu olmuştu. Bu arada Netflix Türkiye’nin birçok film ve/veya dizinin adını Türkçeye tercüme edilmiş haliyle duyurduğunu/yayınladığını ama bu filmin adını orijinal haliyle bıraktığını da bir tarafa not etmekte fayda var.
Film, dünyanın en fazla rağbet gören, jet sosyetenin akın ettiği, her yıl milyarlarca dolarlık satışın yapıldığı Art Basel Miami Beach’le açılıyor. Filmin merkezinde ise gereğinden fazla abartılmış, biraz da karikatürize edilmiş sanat eleştirmeni yer alıyor. Çağdaş sanat dünyasına ait bazı detaylar ustalıkla gösterilmiş. Örneğin filmin hemen başında Art Basel’e girebilmek için resepsiyonistle tartışan çiftin benzerlerini sıklıkla sanat fuarlarının önizleme günlerinde görmek mümkün. Çağdaş sanat dünyasının içinde bulunduğu lüks, şatafat, her daim süper şık olarak gezen
Barış Manço’nun vefatının 20. yılı nedeniyle 14-15 Şubat tarihlerinde “Bir Dünya Barış’ı” adı altında etkinlikler düzenlenecek.
Türkiye’deki en büyük problemlerden kanaatimce birisi toplumun önde gelen kişilerinin konumlandırılmasıyla alakalıdır. Bazı isimler her kesim tarafından çok sevilmesine rağmen onları niçin sevdiğimiz, toplumsal yapının içinde nereye denk geldiğini bilmediğimiz için bu kişileri anlamakta, anlamlandırmakta zorluk da çekiyoruz. Bence bu kişilerin başında Barış Manço geliyor. Vefatının üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen hâlâ çok büyük kitleler tarafından şarkıları sevilerek dinlenmeye devam ediyor. Sadece ölüm yıldönümünde de değil her an karşınıza bir Barış Manço şarkısı çıkabilir ve bir anda kendinizi ona eşlik ederken bulabilirsiniz. Hatta şarkıları sadece o hayattayken onu dinlemiş kişilerce değil yeni gelen kuşaklar tarafından da dinlenmeye devam ediyor. Bugünün çocukları da “Arkadaşım Eşek” şarkısını dinleyerek büyüyor. Gelecek adına ümit verici.
Sergi, panel, konser
Bütün bunları niçin anlatıyorum? Vefatının 20. yılı nedeniyle 14-15 Şubat tarihlerinde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı himayelerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Üniversitesi
Doç. Dr. Erol Yılmaz bir mekanın kütüphane olabilmesi için 5 ana unsuru sıralıyor: Personel, koleksiyon, bütçe, bina ve kullanıcı.
Geçtiğimiz günlerde Doç Dr. Erol Yılmaz’ın Profil Yayınları’ndan çıkan “Kültürel Kalkınma İçin Yaşayan Kütüphaneler” isimli kitabını neredeyse bir solukta okudum. Bilimsel bir dil kullanılmayan kitap denemelerden oluşuyor. Önsözünde belirtildiği üzere kitap “Okuyanların zihninde çağrışımlar ve küçük soru işaretleri oluşturarak, genel anlamda kitap, bilgi, okuma alışkanlığı, kütüphane ve bu olgulara dair kültürlerin (okuma kültürü, kütüphane kültürü vs.) oluşmasının gerekliliği noktasında toplumsal farkındalık seviyesini yükseltmek amacı ile kaleme alınmış denemelerden oluşuyor.”
Ben kitabı okurken bildiğim bazı konuları hatırlama, üzerine hiç kafa yormadığım bazı detaylar konusunda ise detaylı bilgi sahibi olma imkanı buldum. Erol Yılmaz’ın yaşayan kütüphane adıyla aktarmak istediklerini gene önsöze başvurarak özetlemek isterim.
- Sadece kitapların değil, günlük gazete ve aylık dergilerin de olduğu, kolay erişilebilen…
- Kütüphanenin arşivinde yer alan kayıtlardan müzik de dinlenebilen …
- Farklı sanatsal ve kültürel etkinliklere ücretsiz katılım
Palet Okulları, tamamı burslu öğrencilerden oluşacak bir müzik ilkokulu kurmaya hazırlanıyor.
Müzik söz konusu olduğunda çoğu kişinin aklına ilk gelen söz Sokrates’in “Müzik ruhun gıdasıdır” vecizesidir. Peki hangi müzik? Tabii ki klasik anlamdaki müzik. Bugünün popüler kültürünün müziği değil, hatta ‘60’ların rock müziği de değil.
Son zamanlarda müzikle alakalı en çok konuşalan hadise hiç şüphesiz Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, Fazıl Say’ın “Truva Sonatı”nı dinlemek üzere konsere gitmesiydi. Bilmeyenler için olayı kısaca özetlemek gerekirse; muhalif ve eleştirel tavrıyla bilinen Fazıl Say’ın annesi vefat edince Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan taziye telefonu açtı, buradaki samimiyeti gören Fazıl Say Cumhurbaşkanı’nı konserine davet etti, Erdoğan da bu davete icabet ederek konsere katıldı. Bunun üzerine özellikle sosyal medyada Fazıl Say’ı “davasına” ihanet etmekle suçlayanlar da oldu, “Fazıl, artık senin adın Necip Fazıl” olsun diye espri yapanlar da. Hiç şüphesiz Cumhurbaşkanı’nın, dünya çapında tanınan, konser biletleri satışa çıkar çıkmaz tükenen, ülkemizi yurtdışında layıkıyla temsil eden bir sanatçının yanında olması son derece önemli. Bu desteğin diğer
Binayı yapmak görece kolay ama o binayı işletmek, fonksiyonel halde tutmak çok daha önemli. Yaşayan, nefes alan, insanların sürekli takip edeceği bir merkez oluşturmak çok daha zor.
Günümüzde inşaat tekniklerinin gelişmesiyle birlikte bir binayı yapmak eskiye göre çok daha kolay. Binanın tasarımı, kullanılacak malzemenin seçimi binaları birbirinden ayıran en önemli özellikler olarak öne çıkıyor. Ama söz konusu olan bir toplu kullanım mekanıysa dikkat edilmesi gereken başka özellikler de devreye giriyor. Bunların başında bence kullanıcı alışkanlıkları geliyor. Örneğin bir metro inşa ediyorsanız duraklardaki merdivenleri ve asansörleri yanlış konumlandırmanız o hattın kullanım oranını doğrudan etkileyebilir ya da bir cami inşa ediyorsanız insanların namaz çıkışında topluca camiden çıktığını, kapıların buna göre yapılması gerektiğini bilmelisiniz. Benzer bir dikkat, kültür merkezi inşa ederken de geçerli. Ama maalesef gördüğüm birçok kültür merkezinde bu dikkat yok.
İşletme modeli ne olacak?
Kültür merkezi söz konusu olduğunda ki bu bir konser salonu, müze, konferans salonu, kütüphane olabilir, dikkat edilmesi gereken bir başka husus daha ortaya çıkıyor. Bu merkezin işletme modeli ne
Kore asıllı Byung-Chul Han’ın kitabı “Güzeli Kurtarmak” 21. yüzyılın güzellik algısını merkeze alıyor.
Özellikle Instagram sayesinde her şeyi güzel görmeye, güzel göstermeye çabalar olduk. Kullanılan filtreler, çekilen fotoğraflar üzerinde hemen yapılan rötuşlar, olanı olduğundan farklı göstermeye yarayan özel yazılımlar sayesinde doğaldan uzaklaştık. Bu sadece günlük hayatı değil aynı zamanda sanat dünyasını da çeşitli açılardan etkiliyor, farkında olsak da olmasak da. Sanatçılar eserlerini bu “gerçeği” dikkate alarak üretiyorlar, galeriler, müzelere sergilerini düzenlerken sosyal medyada ne kadar etki alacağını hesaba katıyorlar. Bu üzerinde ciddiyetle durulması, düşünülmesi gereken bir vakıa.
Geçtiğimiz günlerde okuduğum ve yakın zamanda tekrar okumayı düşündüğüm bir kitap bu konuyu tekrar düşünmeme vesile oldu. Bugün kısaca o kitaptan bahsetmek istiyorum. 21. yüzyılın güzellik algısını merkeze alan ve son derece detaylı bir şekilde işleyen kitabın adı “Güzeli Kurtarmak”, yazarı Kore asıllı, Almanya’da yaşayan Byung-Chul Han. Sadece 87 sayfadan oluşan kitabın inceliği sizi aldatmasın okuması bazı yerlerde son derece zor bir kitap. Öyle makaleler var ki her satırının altını çizip