50 sene sonra Türkçenin bugünkünden hayli farklı, kısır ve kapsamının daralmış olacağını öngörmek için kahin olmaya gerek yok .
Uzun yıllardır kafa yorduğum, anlamaya çalıştığım konulardan biri 1928 yılında yaşadığımız harf inkılabıdır. Bugünün dünyasından o tarihe bakmanın bizi yanıltabileceğini, olaya duygusal olarak değil son derece realist bir şekilde bakmak gerektiğini geç de olsa kavradım. Bu alandaki okumalarıma, araştırmalarıma da yıllardır devam ediyorum.
Bu konuda geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir kitapta Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya”sından alıntılanan şu cümleler dikkatimi çekti:
“Bir Osmanlı çocuğunun ilk eğitim değil, orta ve daha yüksek mektepler gördükten sonra dahi imla yanlışları yapmaması az rastlanan bir şeydi. İmlası düzgün demek, Osmanlıca yarı bilgin demektir.” Falih Rıfkı Atay bu satırları Enver Paşa’nın harflerin ve yazımın düzenlenmesiyle alakalı; “Enver Paşa yazısı, ordu elifbası” olarak da anılan çabasıyla ilgili olarak yazıyor.
Aradan zaman geçiyor ve Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yüzünü batıya dönen genç cumhuriyet Arap harflerini kaldırıp Latin harflerini kullanmaya başlıyor. İlk başlarda İsmet İnönü de dahil olmak üzere çok fazla karşı çıkan olsa
Peter Sanders’ın hayatına ışık tutan sergi 10 Mayıs’a kadar Taksim Sanat’ta. Sergiyi sanatçının 50 yıllık kariyerine eşlik etmek isteyen herkese tavsiye ederim.
Dünyaca ünlü fotoğraf sanatçısı Peter Sanders’ın kariyerinin hemen her döneminden eserlerden oluşun “Barışa Manevi Bir Yolculuk” sergisi geçtiğimiz günlerde İstanbul’da sanatseverlerle buluştu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi iştiraki Kültür AŞ tarafından işletilen Taksim Sanat, Taksim metro durağına inerken ilk katta; her alanı çağdaş sanata ayrılmış bir mekan, umarım bu şekilde de kalır.
Peter Sanders 1946 yılında İngiltere’de dünyaya geldi. 2. Dünya Savaşı sonrası yaşanan travma toplumun hemen her kesimi tarafından hissediliyordu. 1960’lı yıllarda başladığı fotoğraf macerasında dönemin, The Beatles hariç, bütün önemli rock müzik ikonlarıyla yolu kesişti. Daha sonra mecrasına çeşitli inançları araştırmak için gittiği Hindistan’da devam etti. Daha sonra ise bu macera onu İslamiyetle tanıştırdı ve Müslüman oldu. Ve daha sonra İslamiyet’in gerçek güzelliğinin peşinden koşmaya devam etti ve bugünlere geldi.
İstanbul’da açılan sergi Peter Sanders’ın hayatına da ışık tutuyor. Şüphesiz şimdiye kadar 500 bin kare fotoğraf
Mihri’nin sanatsal üretimini yaşadığı dönemin tarihi bağlamı içerisinde aktaran “Modern Zamanların Göçebe Ressamı” sergisi sadece sanatçıyı değil o dönem Türkiye’sini ve dünyayı anlamak açısından da son derece başarılı.
Mihri Müşfik, Mihri Hanım, Mihri Rassim, Mihri Rasim Pasha, Mihri de Rassim Vizri, Prenses Alciba Rassim Pasha ya da sadece Mihri. Adının yazımında bile farklı yaklaşımların olduğu Türk resim tarihinin ilk önemli kadın ressamı olarak kabul edilen Mihri’yle alakalı kapsamlı bir sergi geçtiğimiz haftalarda Salt Galata’da sanatseverlerin dikkatine sunuldu. Salt Galata’da açılan sergide sanatçının adı sadece Mihri olarak kullanılarak kafa karşıkılığının önüne geçilmek istenmiş. “Mihri: Modern Zamanların Göçebe Ressamı” başlığını taşıyan ve 9 Haziran’a kadar açık olan sergide sanatçının eserleriyle birlikte hayatına dair izler de görüyoruz. Serginin araştırmacıları Gizem Tongo ve Özlem Gülin Dağoğlu.
Serginin adından da anlaşıldığı üzere Mihri hayatının büyük kısmını doğup büyüdüğü bu topraklardan uzakta göçebe olarak geçirdi. Roma, Paris ve New York’ta yaşadı, eserler üretti, öğrenciler yetiştirdi.
Belki buralardan uzakta olduğu için, belki de kadın olduğu için, belki
Mustafa Kutlu’nun son kitabı “Fırtınayı Kucaklamak” denemelerden oluşuyor. İlk bölümlerde göç, savaşlar kısaca insanın insana ettiği eziyetler konu edilmiş.
Mustafa Kutlu’nun denemelerden oluşan son kitabı “Fırtınayı Kucaklamak” Dergah Yayınları’nca neşredildi. Âdetim olduğu üzere kitabı hemen okuma imkanım olmadı, biraz geciktirdim. Bugün Türkiye’nin yaşayan en önemli hikayecisi olduğuna inandığım için Mustafa Kutlu’nun her eserini vakit kaybetmeden okurum aradan biraz zaman geçtikten sonra tekrar okumaya çalışırım.
Her okuyuşumda farklı bir nokta dikkatimi çeker. Özellikle hikaye anlatımında kullandığı dil okullarda ders olarak okutulacak mükemmelliktedir. Hikaye anlatım tekniği olarak ise yanına yanaşabilecek kimse yoktur Türkiye’de. Kutlu’nun üç sayfada net, akıcı, anlaşılır, sürükleyici bir şekilde yazdığı bir bölümü bugün Türk edebiyatının büyük yazarları olarak gezinen isimlere yazdırmaya kalksak 20 sıkıcı sayfadan azıyla beceremezler. Kitapları çok akıcıdır.
Bazılarını bir oturuşta okumak bile mümkündür. Bazen okurken “Aman be Mustafa Kutlu bu kadar da olmaz!” der kitabı elinizden bir kenara bırakabilirsiniz.
“Fırtınayı Kucaklamak” ise denemelerden oluşuyor. Çeşitli zamanlarda
Firdevs Bulut’un hazırladığı rapor kültürel diplomasinin tanımı ve tarihiyle başlıyor, dünyada bu alandaki çalışmalardan özetler sunuluyor. Türkiye’de bu alanda faaliyet gösteren kurumların içinde bulundukları durum gözler önüne seriliyor.
Geçtiğimiz günlerde İlke Derneği’nin davetiyle genel merkezlerinde düzenlenen bir sunuma katıldım. Sunumdan bahsetmeden önce İlke Derneği’nden kısaca söz etmek istiyorum. İlke Derneği, bünyesinde Türkiye İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği, İlmi Etüdler Derneği ve Yaygın Eğitim ve Kültür Derneği’ni (YEKDER) barındıran bir çatı kuruluş. Üsküdar’da son derece merkezi bir konumda bulunan binalarında faaliyetlerini yürütüyorlar. Ağırlıklı olarak eğitim üzerine faaliyet gösteriyorlar. Zaman zaman da çeşitli konularda “Politika Notları” yayımlıyorlar. Geçtiğimiz aylarda “Yerel Yönetimlerde Kültür Politikaları” Faruk Yaslıçimen tarafından kaleme alınmış ve yayımlanmıştı. Ben ise bu yazıda Firdevs Bulut’un kaleme aldığı “Küresel Siyasette Kültürel Diplomasinin Yeri: Türkiye’nin Durumuna Dair Tespit ve Öneriler” başlıklı politika notuna değinmek istiyorum.
Firdevs Bulut, doktora çalışmasını University London Collage’da (UCL) İngiltere ve Almanya’nın 1990
1884 yılında Osmanlı Devleti döneminde açılan Beyazıt Devlet Kütüphanesi devlet eliyle açılan ilk kütüphane özelliğini taşıyor.
Geçtiğimiz günlerde Amerikan Wired dergisi dünyanın en güzel 10 modern kütüphanesi arasında gösterince Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ni ziyaret ettim. Birçok ilki yaşayan ve yaşatan bu kütüphanenin uluslararası basın tarafından da bu şekilde takdir görmesi açıkçası hoşuma gitti.
1884 yılında Osmanlı Devleti döneminde açılan Beyazıt Devlet Kütüphanesi devlet eliyle açılan ilk kütüphane özelliğini taşıyor. Bu özelliği nedeniyle ilk milli kütüphane olduğunu da söylemek mümkün. Ayrıca çocuklar için ayrı salonu olan ilk kütüphane olması nedeniyle ilk çocuk kütüphanesi olarak da değerlendirilebilir. Belki de hepsinden önemlisi Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı ilk 24 saat açık kütüphane olması İstanbul’un kültür hayatına büyük katkı sağlaması. Buraya gösterilen yoğun talep ilçelerde millet kıraathanesi adıyla açılan kütüphanelere öncülük etti. Beyazıt Devlet Kütüphanesi uzun zaman boyunca bir araştırma ve ihtisas kütüphanesi olarak faaliyet gösterdi. Son 4-5 yıl içinde ise adeta bir halk kütüphanesi formatında çalışıyor. Bunların hem olumlu hem de olumsuz yanları
Mimari açıdan büyük bir incelikle planlanan Çamlıca Camii’nde yer alan hatların tamamı Hasan Çelebi ve talebelerinin elinden çıkma. Yeni bir uygulamayla hat eserlerinin camideki konumlarını, yazılan metnin manasını da gösteren kılavuz niteliğinde kitap yakında çıkıyor .
Altı yıldır inşaatı devam eden Çamlıca Camii nihayet 7 Mart 2019 günü Regaip Kandili’nde ibadete açıldı. Resmi açılış için hummalı çalışmalar halen devam ediyor. Yıllardır Boğaz’ın karşı yakasından, Ulus’tan Çamlıca Camii’nin inşaatını görüyorum. Uzaktan bakıldığında bile büyüklüğüyle insanı hayrete düşüren cami, içine girince Osmanlı ve Selçuklu döneminde yapılan camilerde olduğu gibi bir sıcaklıkla karşılıyor bizi. Manevi atmosferi son derece yüksek. Sizi sarıp sarmalıyor.
İstanbul Cami ve Eğitim Kültür Hizmetleri Yaptırma ve Yaşatma Derneği tarafından yaptırılan camiye yoğun bir ilgi var. İbadete açıldığı 4 gün içinde yaklaşık 250 bin kişi camiyi ziyaret etti. Sadece İstanbul’dan değil Anadolu’nun dört bir tarafından insanlar bu muazzam eseri görmek için geliyorlar. Ben ziyaret ederken tek tük yabancı turistlere de rastladım. Bu kadar kısa sürede henüz resmi açılışı yapılmadan gösterilen bu ilgi camiinin cemaat
İstanbul Modern adına yaraşır bir şekilde tekstili konu alan bir sergiye evsahipliği yapıyor. Sergide dünyadan ve Türkiye’den 25 sanatçının eserleri bir arada sanatseverlere sunuluyor.
18. yüzyılda Sanayi Devrimi’nin ortaya çıkmasıyla birlikte toplumsal hayatta büyük değişiklikler oldu. Bu değişiklikler doğal ve bariz nedenlerle sanatı da etkiledi. Sanayi Devrimi’nin istihdam, sermaye ve benzer açılardan en baskın kısmı tekstil endüstrisindeydi. Tekstil endüstrisi aynı zamanda modern üretim yöntemlerini kullanan ilk sektör oldu. Bu yüzden modernizm, sanayileşme ve makineleşme dendiği zaman akla ilk gelen tekstil endüstrisi oluyor.
2004 yılında kurulan, Türkiye’nin ilk çağdaş sanat müzesi olarak kapılarını sanat severlere açan İstanbul Modern, adına yaraşır bir şekilde tekstili konu alan bir sergiye evsahipliği yapıyor: “İplikten Çözülenler”.
Alman sanat kurumu Uluslararası İlişkiler Enstitüsü (ifa, Institut fur Auslandsbeziehungen) işbirliğiyle yapılan sergide dünyadan ve Türkiye’den 25 sanatçının eserleri bir arada sanatseverlere sunuluyor.
Bauhaus etkisi
Sergide tekstili yaptığı çalışmalarda malzeme olarak kullanan Belkıs Balpınar, Ulla von Brandenburg, Hussein Chalayan, Burhan