Şehrin en merkezi noktaları yaşanan fiyat artışlarından ve cazibe merkezi olmasından dolayı galeriler gibi sanat kurumlarını ve başka bazı unsurları bünyesinden atıyor. Bu kurumlar bu sefer görece daha ucuz ama merkeze yakın yerlere gidiyorlar.
İngiltere’de her yıl yılın müzesi ödülü veriliyor. Bu yıl Galler’deki St. Fagans Milli Tarih Müzesi (St. Fagans National Museum of History) kazandı bu ödülü.
Bizim için hayal etmesi bile son derece güç bir durum. Her yıl zaten kaç tane müze açılıyor ki Türkiye’de? Sıklıkla her kesimden insan tarafından dile getirilen bir sıkıntı müze eksikliğimiz. Özellikle İstanbul söz konusu olduğunda. Müze açmaya karar verdiğinizde ya da bu alanda bir girişimde bulunduğunuzda müze profesyoneli sıkıntısı da yaşayacağınız bir gerçek. Bu alanda eğitim almak isteyenlerin başvurabilecekleri alan da son derece az. Geçtiğimiz günlerde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Handan İnci de bu alandaki eksikliğin farkına vardığını belirterek en kısa sürede Kültür ve Sanat Yönetimi bölümü kuracaklarını belirtti. Önemli bir gelişme.
Sevindirici bir haber
Yıllardır kapalı olan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin de önümüzdeki yılın ilk aylarında
Gerçek ve kurgunun iç içe geçtiği belgeselde Bob Dylan’ın 1975 yılında düzenlediği Gürüldeyen Yıldırım Revüsü Turnesi merkezinde o dönem, revüdeki sanatçılar, edebiyat dünyası ele alınıyor
14 veya 15 yaşındaydım. O dönem aynı yatakhanede kaldığım sonrasında ise aynı evi paylaştığım ve bugüne kadar dostluğumuzun kesilmeden devam ettiği şair Oğuz Karakaş heyecanla yanıma geldi, elindeki walkman’in kulaklığını uzatıp şu sözleri söyledi:
Oh kardeşim, kollarına geldiğim zaman/ Bana bir yabancıymışım gibi davranma/ Babamız bu şekilde hareket etmeni istemezdi ve tehlikeyi fark etmelisin.
Geçtiğimiz günlerde Netflix’te yayımlanan “Rolling Thunder Revue: A Bob Dylan Story by Martin Scorsese” (Gürleyen Yıldırım Revüsü: Martin Scorsese’den bir Bob Dylan Hikayesi) isimli gerçek ve kurgunun iç içe geçtiği belgeseli izlerken aklıma Dylan’la ilk kez tanıştığım bu an geldi. Bob Dylan, “Oh Sister” isimli şarkısını söylüyordu.
Yaklaşık 2 buçuk saat süren serüvende Bob Dylan’ın 1975 yılında düzenlediği Gürüldeyen Yıldırım Revüsü Turnesi merkezinde o dönem, revüdeki sanatçılar, edebiyat dünyası ele alınıyor. Yazar Larry “Latso” Sloman’ın belgeselde aktardığına göre menajer Chesley Millikin Bob Dylan’a
Sanat dünyasının süperstarları olarak gösterilen Damien Hirst, Jeff Koons gibi isimlerden biri SpaceX uzay yolculuğu projesine rahatlıkla katılabilir. Belli mi olur belki orada bir eser üretmeleri bile mümkündür
Yirminci yüzyılın ilk yarısında sanatçıların, özellikle ressamların hayatında köklü değişikliklere neden olan teknolojik değişiklikler meydana geldi. Esasında bu değişiklikler hepimiz için geçerliydi.
Sinemanın icadı ve yaygınlaşması herkesi etkiledi ama ressamların eserlerine bu değişiklik doğrudan yansıdığı için daha görünür oldu. Havacılığın sivilleşmesi de benzer gelişmelerden bir tanesi. Fahrelnissa Zeid “İç Dünyaların Ressamı” adıyla yayımlanan biyografide okuduğumuz kadarıyla uçakla yaptığı seyahatin etkilerini şu sözlerle aktarıyor:
“Biçimlerle çok geleneksel bir şekilde çalışan bir kişiydim. Ama uçak seyahati beni değiştirdi. Ufku önünde görüyor... ve uçağa giriyorsun... Ne büyük bir şok! Dünya baş aşağı dönüyor. Bütün bir şehir avuç içine sığacak hale geliyor, dünyaya kuşbakış bakıyorsun. Bunu aklımda tutmak istedim, ilkinde afalladım. Amerika’ya gittiğimde... Gökyüzünü tepeden izledim; arabalar, evler, anıtlar küçük noktalar halindeydi. Beyniniz bunu hemen
Kasım 2017 tarihinde Christie’s Müzayede Evi’nde satışa çıkan Salvator Mundi o tarihten beri en çok konuşulan sanat eseri. Şu an bu tablonun nerede olduğuna dair net bir şey bilmiyoruz. Sahibinin kim olduğunu da...
Dünyanın en bilinen, en çok ziyaret edilen, en fazla kopyası yapılan, en fazla parodisi yapılan sanat eseri büyük Rönesans dehası Leonardo da Vinci’ye ait olan Mona Lisa. Ama bu her zaman böyle değildi. Mona Lisa 21 Ağustos 1911 tarihinde Louvre Müzesi’nden çalındı. Çalındığı, olaydan 26 saat sonra anlaşıldı. Çünkü bugünkü gibi önünde uzun kuyruklar oluşmuyordu. Hatta ilk yoğun ilgi, çalınmasından hemen sonra insanların Mona Lisa’nın yokluğunu görmeye gelmeleriyle başladı. Bu durum gazete manşetlerine bile taşındı. Fransızlar Mona Lisa’yı bulabilmek için o kadar büyük bir çaba sarf ettiler ki tablo bu çabalardan sonra dünyanın en bilinen sanat eseri haline geldi. Mona Lisa’yı arama faaliyetleri sırasında büyük ressam Pablo Picasso ve Fransız şair Guillaume Apollinaire de gözaltına alınıp sorgulandı. Yaklaşık iki yıl sonra, eseri Louvre’da çalışan ahşap ustası Vincenzo Peruggia’nın çaldığı anlaşıldı.
Bugünlerde gene Leonardo da Vinci’ye ait bir eser üzerinden benzer bir
Günümüz ramazanlarının da güzel olduğuna inananlardanım çünkü ramazan kişinin kendisiyle alakalı bir zaman daha çok. Kendi olmasıyla, kendini bulmasıyla ve bilmesiyle. Peki bu ramazanda ben ne yaptım? Ne yapmaya çalıştım?
Her yıl ramazan ayında doğal ve bariz sebeplerle alışkanlıklarım(ız) değişiyor. Sadece alışkanlıklarımız değil hayatın genel akışı da değişiyor.
İnsanın dönüp kendisine bakması, yaptığı yanlışlardan vazgeçmesi için bir şanstır da zaman. Adı üstünde Rahmet ayı. Bunu vesile bilip kendini değiştirebilenlere ne mutlu.
Sanat dünyasında bunun yansımaları maalesef yok denecek kadar az (İftar davetlerini saymazsak, ki onlar bile çok az Ramart ve Türk-İslam Eserleri Müzesi’nin gece 1.30’a kadar açık olması ilk aklıma gelenler) Esasında bir ramazan eğlencesi olmayıp siyasi hiciv olan karagöz-hacivat gösterileri de her yıl ramazan ayında karşımıza çıkıyor sanat aktivitesi olarak. Bir de nerede o eski ramazanlar kıvamında yazılar. Nostaljisever bir insan olamadım. Bugüne ve geleceğe bakmayı tercih ettim çoğunlukla. Günümüz ramazanlarının da güzel olduğuna inananlardanım çünkü ramazan kişinin kendisiyle alakalı bir zaman daha çok. Kendi olmasıyla, kendini bulmasıyla ve
Yazar Mustafa Kutlu’nun kaleme aldığı “Kalbin Sesi” bana eskilerin bir sözünü hatırlattı: Umutsuzluk haramdır
Mustafa Kutlu’nun “Kalbin Sesi” adını taşıyan yeni kitabı geçtiğimiz günlerde Dergâh Yayınları tarafından yayımlandı. Bir Hicret Risalesi alt başlığı taşıyan kitaptaki yazılar Mustafa Kutlu’nun ifadesiyle bir sistem arayışına zemin hazırlamak için düşünür-akademisyen-sanatçı ve politikacıları harekete geçirmek gayesini güdüyor. Ve kitaptaki yazıların tek bir muhatabı var: Amentü’ye inananlar.
Kitabı okurken bunları zaten biliyoruz düşüncesine kapıldığınız anda karşımıza yepyeni bir sorun çıkartıveriyor Mustafa Kutlu.
Aslen bir hikaye yazarı olmasının hiçbir önemi yok çünkü Mustafa Kutlu bu topraklardaki erdemi ve ahlakı bildiği için bu kitabı yazabiliyor. Ortaya “Kanaat ekonomisi” diye bir model koyabiliyor. Model dediysem her şeyiyle çözülmüş bir sistem değil, yürünebilecek bir yol. Zaten bir başka noktada Mustafa Kutlu kitabın hedefinin kan emici kapitalizmin pençesinden kurtulmak olduğunu da belirtiyor. Kapitalizmden kurtulmak yaşadığımız 21. yüzyılda mümkün mü? Kurtulunca gidilecek yer neresi? Bunların hepsi konuşulabilecek konular. Kutlu da zaten “tartışmaya değecek bir
Çin’in kültür ve sanat alanında yaşadığı evrimi anlatan “Mürekkepten: Çin Güncel Sanatından Yorumlar” sergisi 13 sanatçının eserlerine ev sahipliği yapıyor.
Pera Müzesi, üzerinde detaylı bir şekilde düşünülmesi gereken bir sergiye ev sahipliği yapıyor. 28 Temmuz’a kadar devam edecek olan “Mürekkepten: Çin Güncel Sanatından Yorumlar”ın bazı açılardan daha fazla dikkate değer olduğunu düşünüyorum.
Çin’in tıpkı bizim gibi kültürel yaşantısı doğal akışından çıkmış. Kültür Devrimi adı altında son derece şiddetli bir şekilde varolan kültüre ve sanata savaş açılmış. Üretilen eserler sınıfsal bir ayrıma dayanıyordu ve yeni düzene göre bu kabul edilemezdi. Başka ülkeler de bizdeki veya Çin’dekine benzeyen süreçler yaşadı. Bazılarının etkisi uzun sürdü, bazıları Nazi Almanyası’nda olduğu gibi siyasi iktidarın değişmesiyle birlikte yok oldu. Bizdeyse durum biraz daha farklı. Osmanlı’nın son dönemiyle başlayan Batılılaşma ‘mücadelemiz’ Cumhuriyet’le birlikte başka bir safhaya geçti ve ‘eskiyi hatırlatan’ hemen her şey başta musiki ve Türk-İslam kitap sanatları olmak üzere silindi. Bildiğimiz hikaye daha sonra bunlar tekrar serbestliğe kavuşabilse de artık ‘eski tadı’ yoktu. Zaten sanat
RAMART Platform’un düzenlediği sergi “Fecr”de, 22 ülkeden 99 sanatçı fecr olma halini ele alıyor.
2010 yılında İstanbul Modern’de açılan “Gelenekten Çağdaşa” sergisi epey tartışma yaratmıştı. Bu sergiye paralel olarak gerçekleştirilen konuşmalar da ayrıca kitaplaştırılıp sanatseverlerin dikkatine sunulmuştu. Türkiye özelinde geleneğin kesintiye uğramasını, farklı şekillerde devam etmesini ve Osmanlı’dan başlayarak devam eden Batılılışma serüvenimizin de kendi geleneğini oluşturduğunu ele alan konuşmalar belki de Türkiye’de bu alandaki en kapsamlı çalışma olarak hâlâ temel başvuru kaynağı olarak duruyor. Devam edip etmeyeceğini bil(e)-mediğimiz Yeditepe Bienali de geleneksel sanatları çağdaş sanatlarla buluşturmak adına önemli bir çabaydı. İnşallah devamı gelir.
Tabii rahmetli Sezer Tansuğ’un geleneğin çağdaş sanatla bütünleşerek yaşaması konusunda gösterdiği çabayı es geçmemek gerek. Hele ki 1969 tarihli “Amentü Gemisi Nasıl Yürüdü?” isimli animasyon filmi zamanının çok çok ötesindedir. Maalesef zamanında anlaşılamamış ve devamı gelmemiş. Bütün bunları niçin anlatıyorum? 6 Mayıs Pazartesi günü Sultanahmet Meydanı’nda yer alan Türk-İslam Eserleri Müzesi’nde 12 Mayıs Pazar gününe