Yargıtay’a göre, otlanması ve beslenmesi için geçici olarak doğaya bırakılan işaretlenmiş yılkı atının çalınması nitelikli hırsızlık suçunu oluşturur ve cezası 5 yıldan 10 yıla kadar hapistir.
At, Türk kültüründe önemli bir yere sahipti. Çünkü at ulaşım aracı olarak kullanılmasından daha çok, savaşlarda üstünlük sağlıyordu.
At, eşya taşımada ve çiftçilikte de yararlı olması bakımından bütün toplumlarda günlük yaşamın önemli bir parçasıydı.
Durum böyle olunca, atların çalınması da oldukça yaygın ve cezası da bir o kadar ağırdı, çalınan atın değerinin sekiz katına kadar para cezası, hatta birinci yüzyılda Almanya’da idam cezası dahi verilirdi.
Atın günlük hayattan çıkması ile at hırsızlığı sona ermedi, ancak artık ‘at hırsızlığı’ suçu pratikte ‘araba hırsızlığı’na dönüştü.
Doğaya bırakılsa bile
Bir ilimizin, bir ilçesinin bir köyünün bulunduğu yörede, atlar zaman zaman kendi başına beslenebilmesi için doğaya salınmaktadır.
Esasen Anadolu’nun değişik bölgelerinde, at, eşek, hatta keçi gibi hayvanların genellikle kış aylarında bakımı zor olduğu için doğaya salındığı, hayvanların yaban hayatı yaşadığı süre ve sonrasında başkaları tarafından sahiplenilmemesi için malikleri tarafından bir şekilde işaretlendiği, bahar aylarında hayvanların hizmetinden yararlanma ihtiyacı ortaya çıkınca tekrar yakalandığı, bu şekilde doğaya başıboş bırakılmış at, eşek gibi tek tırnaklı hayvanlara ‘yılkı’ denilmektedir.
Olayımızda da bir köylü, tek gözü görmeyen atını işaretleyerek doğaya salar. Düşüncesi, tek gözü görmeyen yılkı atını baharda tekrar doğada bulup yakalayacak ve yazın kullanacaktır.
Birkaç ay sonra ilçeye gittiğinde atının tanımadığı bir kişi tarafından 1500 TL’ye satılmaya çalışıldığını görür. Atını hem tek gözünün kör olmasından hem de daha önceden işaretlediği için hemen tanır. Ancak satıcı inkar eder ve atı, atın asıl sahibi olan köylüye 1500 TL’ye satmada ısrar eder.
Köylü hemen polise gider ve şikayetçi olur. Olay mahkemeye intikal ermekle kalmaz, Yargıtay’a kadar gider.
Sahipsiz eşya değil
Mahkeme zaman zaman kendi başına beslenebilmesi için doğaya salınan yılkı atların, somut olayda da tek gözü görmeyen işaretli atın sahipli at (yılkı atı) olduğu, terk veya kaybedilmiş bir eşya (hayvan) olmadığı sonucuna varır. Yılkı atı çalan sanık da bu atın sahipsiz, doğaya terk edilmiş bir at olmadığını, sahipli bir yılkı at olduğunu bilerek atı yakalayıp sahiplenmiş ve satışa çıkarmıştır.
Dolayısıyla sanığın eylemi, ‘kaybolmuş veya hata sonucu ele geçmiş eşya üzerinde tasarruf’ yerine ‘hırsızlık’ suçunu oluşturmaktadır. Yani ortada, doğaya terk edilmiş bir atın sahiplenilmesi değil, ‘at hırsızlığı vardır.
İkinci hukuki sorun, atın küçükbaş veya büyükbaş mı olduğu... Çünkü kanunun ‘nitelikli hırsızlık’ başlıklı 142. maddesinin birinci fıkrasının ‘g’ bendi hırsızlık suçunun büyük veya küçükbaş hayvan hakkında işlenmesini nitelikli hırsızlık suçu olarak cezalandırıyor. Cezası da beş yıldan on yıla kadar hapis cezasıdır.
Yargıtay 6. Ceza Dairesi 24.2.2021 tarih ve 2021/3163 sayılı kararına göre sanık, köylüye ait ve büyükbaş hayvan statüsünde bulunan bir atı, âdet ve kullanım gereği açıktan çaldığından dolayı, hem TCK’nın 142(1) - e bendi kapsamında nitelikli hâl, hem de TCK’nın 142(2) - g bendi kapsamındaki daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâle giren bir suç işlediğinden, ‘nitelikli hırsızlık’ suçundan cezalandırılmalıdır.
Tartışmalı bir konu
Yargıtay’a göre sahipli eşek, tavşan vb. bazı hayvanların büyük veya küçükbaş hayvan sayılıp sayılmaması tartışmalı ise de; sahipli at konusunda böyle bir tartışma yoktur.
Bir görüşe göre; ‘deve, at, eşek, katır, manda, sığır ve bunların yavruları’ büyükbaş, ‘koyun ve keçi ile bunların yavruları’ ise; küçükbaş hayvandır.
Diğer bir görüşe göre ise, büyük ve küçükbaş hayvanının ‘Et ve Et Ürünleri Üretim Tesislerinin Çalışma ve Denetleme Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik’in 4. maddesine göre belirlenmesi gerekir. Bu yönetmeliğe göre de, ‘Sığır, manda, at, deve, devekuşu ve domuz’ büyükbaş; ‘koyun, keçi ve tavşan’ ise küçükbaş hayvandır.
Tavuk, horoz, ördek, kaz, hindi gibi kümes hayvanları ile güvercin, arı, köpek, kedi, papağan büyük veya küçükbaş hayvan olmadıkları için TCK’nın 142. maddesinin 2. fıkrasının ‘g’ bendi kapsamında değerlendirilmeleri mümkün olmadığından, örneğin bu güvercin veya içinde arısıyla birlikte arı kovanının çalınması ‘g’ bendine göre nitelikli cezalandırılmaz.
Nitekim Yargıtay 13. CD de 01.04.2014 tarih ve 2014/12061 sayılı kararında, açıkta otlamakta olan sürünün başında bulunan çoban köpeğinin çalınması suçunun failini; çoban köpeği büyük veya küçükbaş hayvan olmadığı, ancak açıkta bulunmakla birlikte ‘âdet, kullanım ve tahsis gereği’ sürünün başında iken çalınmış olduğu için, TCK’nın 141. veya 142(2) - g maddesinden değil, 142(1) - e maddesi kapsamındaki nitelikli hırsızlık suçundan sorumlu bulmuştur.
Sonuçta, Yüksek Mahkemeye göre at, büyükbaş hayvan olup, doğaya geçici olarak otlanması ve beslenmesi için bırakılan işaretlenmiş yılkı atının, tek gözü kör de olsa, çalınması nitelikli hırsızlık suçunu oluşturur ve cezası 5 yıldan 10 yıla kadar hapistir.
Karşılıksız çekin asıl mağdurları cevap veriyor
Geçen haftaki karşılıksız çeke verilen hapis cezasının Anayasa’ya ve insan haklarına aykırı olduğu ve hukuk sistemimizden kaldırılması gerektiğine yönelik yazımdan sonra, çeklerini tahsil edemeyen birçok okurumdan mesajlar aldım.
Daha önce de vurgulamıştım. Hukuk sisteminin kötü niyetlilerle, ekonomi ve piyasa koşullarının kurbanı oldukları için çeklerini ödeyemeyenleri ayırt etmesi gerekir.
Bir okuyucum özellikle, iki yıl önce karşılıksız çıkan çekindeki alacağının bu gün değersiz kaldığını, bundan da çekini ödemeyen tarafın karlı çıktığını, bu kişinin tüm mallarını yakınlarının üzerine devredip işlerine onlar üzerinden aynen devam ettiğini yazmış.
Bu okuyucum elbette haklıdır. Ama çözüm, çeke hapis cezasının devamı değildir.
Çekini özellikle kötü niyetli ödemeyenlere karşı hukuki önlemler alınabilir. Örneğin, karşılıksız çek hamilinin çekin düzenlendiği tarihten, ki bu düzenleme tarihi çekin fiilen düzenlendiği tarih olmalıdır, geriye doğru son 1 yıl içindeki belirli dereceye kadar yakınlarına yaptığı malvarlığı tasarruflarının iptalinin dava edilebileceğine ilişkin bir kural getirdik mi, artık malları kardeşlerin üzerine yapıp ticarete onlar üzerinden devam etme devri de sona ermiş olur.
Elbette çekini kötü niyetle ödemeyenlere karşı başka hukuki önlemler de düşünülebilir. Yeter ki irademiz, ‘çeke güven’ diye hukuki olmayan bir düşünceye değil, borçlunun şahsına ve ticari gücüne, ödeme ahlakına güven kurumunu, güveni esas alalım. Çeki, bir kredi aracı olmaktan çıkarıp, asli fonksiyonu olan sadece ödeme aracı fonksiyonuna tekrar kavuşturalım.