George Weber, ‘İzmir’in Su Yolları’ kitabında (1899) Sakarya Mahallesi’nde eski bir İzmir evinin avlusundan on dört basamakla inilen Roma su kanalından bahseder. Adı geçen kitabı dilimize çeviren araştırmacı yazar İlhan Pınar, belgeselleriyle tanınan yönetmen Tahsin İşbilen ve fotoğraf sanatçısı Atilla Özdemir’le birlikte altı yıl önce Ağustos sıcağında bu karanlık su kanalına paçalarımızı sıvayarak girmiş, dizlerimize kadar gelen suyun içinde önce güneye, sonra doğuya, tekrar güney istikametine yürümüştük. Kanalın karanlığı ve definecilerin daha önceki yıllarda açtığı çukurlardan çok, suyun serinliğinden ürperdiğimi söyleyebilirim... Weber’in bundan 119 yıl önce ayrıntılarıyla bahsettiği, Roma kanalında ihtimal Hıristiyanlığın yasaklandığı yıllarda annelerin sütünün bol olması için dua ettiği, içine ancak birkaç kişinin girebileceği Sütveren Tanrı Anne Dua evinin bulunduğu kanal ve henüz keşfedilmemiş diğer su kanalları, aynı anda binlerce kişinin su ihtiyacını karşılayacak, sarnıç ve çeşmeleri besledi... Kanalda gördüğümüz ayazma ve su kuyusuna ait mermer kuyu bileziği ilgi çekiciydi. Kanalın üstünde bulunan bina, aynı yıllarda Konak Belediyesi tarafından satın alınıp restore edildi...
Üçkuyular’ın adı
Basmane Altınpark’ta (Musalla) eski mezarlık alanında yapılan arkeolojik sondaj kazısında ortaya çıkarılan MS 2. yüzyıla tarihlenen, zemininde dilek için atılan sikkelerin bulunduğu tarihi Roma kuyusu halen yerinde muhafaza ediliyor... Adını kadim İzmir mahallesine veren Ballıkuyu dışında, 1042-1204 sokakların eski adları kayıtlarda ‘Kuyu Sokak’ olarak geçer... Vakfiyelerde “İzmir şehrinin garp çıkışında bir bağın yakınında üç adet su kuyusunun temizliklerine, kovalarına ve boyanmasına bakan kimseye günde dört akçe verilecektir” şartı, bize Üçkuyular semtinin adının nereden geldiğinin ipuçlarını verir...
Sıcak yaz aylarında serinlemek için soğuk suya daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Kanal ve kuyu suları, kent içinde yoğun yapılaşmalar nedeniyle kirlendiği için artık içilmiyor. Buzdolapları ve soğutucuların olmadığı yıllarda insanlar nasıl soğuk su içiyor diye merak edenler olacaktır. O yıllarda kışın dağlardan getirilen kar, özel kuyularda muhafaza edilir, karla soğutulan su insanlara ikram edilirdi. Kâtipzade Hacı Reşit Efendi Vakfiyesi, bu bilgiyi doğruluyor. “Sebilhanemde her sene eskiden alışıldığı gibi, Haziran ayının başından Ağustos ayının sonuna kadar doksan gün bilhassa sıcak günlerde, doksan yük kar alıp sular soğutulacak ve sıcaktan yananlara dağıtılacaktır ve her sene birer defa tasları kalaylatılacak ve yine icap ederse taslar bakırdan olmak üzere yenilenecek, sebilin su dağıtıcısına ve ilgilenen kişiye günde üç akçe verilecektir... Kentimizin su kaynaklarını ve eski su yapılarını koruyup kıymetini bilelim. Büyüklerimiz, “Suyun değeri, kuyu kuruyunca anlaşılır” demiş...
İyi pazarlar...