Kemeraltı Çarşısı’na sıklıkla gidip Hisar Camii avlusunda üst örtüleri kaldırılıp fıskiyeli açık havuz haline getirilen tarihi Evliyazade ve Bakırcı Mahmut şadırvanlarına, cami muvakkithanesinin cephesinde duran mekanik saate, zamana direnen ulu çınar ağaçlarına bakarak, eski İzmir’den günümüze kalanları seyrediyorum. Meydanın batısında Kızlarağası Hanı bitişiğindeki 902 Sokak, kentin hafızasından silinen Bakırcılar Bedesteni’dir, dükkânlar yerinde dursa da artık orada bakırcılar yok. Bakırcı ustalarının bakırı döverek şekillendirmesi sırasında çıkardığı çekiç ve tokmak seslerinin duyulmadığı bu sokakta, şimdi farklı işkollarında hizmet veren esnaf dükkânları var. Oysa burası bir zamanlar Kemeraltı Çarşısı’nın en hareketli sokağıydı. İzmir ve yakın ilçelerde yaşayan, evlenme çağına gelen genç kızlar, çeyizlerini Bakırcılar Çarşısı’nda usta ellerden çıkma tencere, tabak, sini ve testi gibi bakır mutfak malzemeleriyle düzerlerdi...
Evlerden işyerlerine taşınan sefer tasları, etrafı dantela gibi işlenmiş sahanlar, salonları ısıtan, kor ateşinde kahve pişirilen mangallar ve ibrikler; evlerin zenginliğini gösteren objelerdi. El zanaatlarının beşiği olan Kemeraltı Çarşısı’nda günümüze kalan birkaç bakırcı ve kalaycı ustası, imalattan çok dekoratif malzeme olarak kullanılan bakırların tamiratını yapıyorlar. Çamaşırın elle yıkandığı yıllarda kullanılan kazanlar da zaman içinde çamaşır makinelerinin icadıyla gözden düştü, şimdi kara kazanlar çiçeklik olarak bahçe peyjazında baş köşede yer alıyor. Bugün sizlere Cem Üsküp koleksiyonunda gördüğüm 18. yüzyılda kullanılmış Papa Dimitri Efendi’nin, adı kazılı kuş ve çiçek desenli badyasını tanıtmak istiyorum. Şebeke suyunun evlerde olmadığı yıllarda su biriktirme kaplarına daha çok ihtiyaç duyulurdu, ağzı ve tabanı geniş su kaplarına ‘badya’ deniyor. Badyaların diğer su kaplarından farklı bir özelliği var. Hanımefendiler, hamama gidip badya içinde çamaşırlarını yıkar, yıkama sonrası ters çevirip oturak yapıp kendisi yıkanır, sonra hamam eğlencesine katılıp badyasını dümbelek olarak kullanırmış.
Zengin hamam kültürü olan İzmir’de, hamam müzesi kurulması üzerine yazılar yazıp, yer olarak da Namazgâh veya Kıllıoğlu İbrahim Efendi hamamlarını işaret etmiştim. Hamam müzesi kurulursa, Papa Dimitri Efendi’nin ihtimal, eşinin kullandığı içi kireç tutmuş badyası, öyküsüyle birlikte sergilenebilir.
Elinizde bulunan aile yadigârlarınızı, kahve değirmeni, ayva rendesi, cezve, kominato, kandil, leğen, bakraç, semaver, hamam tası gibi benzeri bakır objelerinizi sakın fazlalık diye atmayın, çoğu İzmir’de bakırcılar çarşısında alın teri dökülerek şekillendirildi. Aslında objelere sahip çıkmak, kentin kültürüne ve tarihine sahip çıkmaktır.
İyi pazarlar...