Eski yıllarda şartname gereği kahvehanelerde masa üstleri mermer yapılır, müşteriler yere tükürmesin diye, masa altlarına emaye tükürük hokkaları konurdu. Her akşam tükürük hokkaları ve masalar yıkanır, kahvehane çalışanlarının yılda iki defa sağlık taraması yapılırdı. Meram Palas’ın bahçesinde yer alan kahvehanede, toprak sahada aşık ve meşe oyunları oynanır, çevre sakinleri bu oyunları izlemeye gelirlerdi. Emniyet Oteli’nin altındaki nargile kahveha-nesine, sessizliği sevenler giderdi. Tevfik Paşa Konağı’nın yakınlarındaki kahvehanede Gazi Mustafa Kemal’in kahve içtiği, 20. yüzyılın başlarında otel olarak inşa edilen Emniyet Oteli’nde (Cihan Palas’ta) bir gece kaldığı söylenir... “Gazi Mustafa Kemal’in odasına kahveyi dedem götürdü” diyen, Cihan Palas’ta çalışmış, garsonun torunu bu söylentinin kaynağıdır...
Muzaffer’in kahvehanesi, hasır üstüne oturup nargile içenlerin kahvehanesiydi. Hasır üzerinde ayakkabılar çıkarılır, garsonlar hasırlara basmadan kenardan nargile ateşini değiştirirlerdi. Eski İzmir Belediye Başkanı İhsan Alyanak’ın babası Osman Alyanak tarafından işletilen, Altınpark Kahvehanesi, siyasilerin seçim döneminde propaganda yapmaya geldiği kahvehaneydi. Gramofonu,
Bugün hep birlikte Naturzade Camisi yakınında 838 -774 sokaklarının kesiştiği yerde bulunan ‘Alanyalı’ adı ile bilinen konağa gidelim. Fotoğrafını gördüğünüz konak, neoklasik üslupta 19. yüzyılın sonu veya 20. yüzyılın başlarında inşa edildi. Çok odalı, harem selamlıklı, hamamı, mutfağı, müştemilatları olan konak mimari stiliyle günümüzde de ilgi çekiyor.
Alanyalı Konağı’nın çatı silmelerine, plasterler, pencere ve kapı sövelerine iç mekan tavan bezelerine dikkatli bakarsanız konağın ustalıkla inşa edildiğini görürsünüz.
Eşref Paşa Caddesi’ne yakın konağın bahçesine sonradan yapılan eklentilerin inşası sırasında havuzu, kuyusu ve çardağı, müştemilatı, yasemin, limon, turunç, defne ağaçları bilinçsizce yok edildi, tarihi sarnıçının önü kapatıldı.
İç mekanda ortada geniş bir salon etrafında sıralanmış odaları, ışıklık ve oda tavanlarında ayyıldız işli kornişler, duvar resmi, tarihi yapının iç mimarisinin zenginliğini sergiliyor. Bu evlerde doğan çocuklar, odaların duvarlarında manzaralara, tavanlarında ayyıldızlı motiflere, çiçek bezemelerine bakarak büyüdükleri için şanslılar.
***
Cumbasından körfeze bakarak kahvelerin içildiği, misafirlerin ağırlandığı, ziyafetlerin verildiği,
Meslekleri gereği antikacıların elinden iç ve dış mekanlarda kullanılmış sayısız eşya ve obje gelip geçer.
Biblolar, gramofon, taş plaklar, tabak, bardak, kaşık, çatal, çeşm-i bülbül, şerbetlik, reçellik, lokumluk, çay takımları, vazolar, çini soba, leğen, ibrik, fener, mangal, halı, kilim, saat, silah, kama, kılıç, madalya, fotoğraf makineleri, parfüm şişeleri, aile fotoğrafları, efemeralar, mobilyalı salon saatleri, çerçeveli taş ayna, büfe, konsol, masa sandalye, koltuk, karyola, sehpa, gardırop, bakır tencereler, sefertasları...
Rengarenk çeşitli formlarda gaz lambaları, aydınlatmanın havagazıyla yapıldığı yıllardan kalma kristal avizeler, daha önceki dönemlerde kullanılan şamdan ve mumluk ve yağ kandilleri...
Elektriğin icat edilmediği yıllarda hayırsever İzmirliler cami ve mescitlerin aydınlatılması için yardımda bulunmuşlar. Şeyh Mahallesi’nde oturan Hacı Osman Efendi, Kebapçılar Sokağı’nda Hisar Camii civarında, Odun Pazarı mevkiinde bulunan dükkanının kira gelirlerinden 10 hisseden iki hissesini adı geçen dükkanın tamir onarım ve diğer bakım giderlerine, diğer hisselerini Hatuniye Camii’nin aydınlatmasına vakfetmiş.
Sayfada yayımladığım siyah beyaz fotoğraf, 1922 yılında
Birinci Ulusal Mimarlık Akımı eseri olan, Mimar Tahsin Sermet’in Neo-Klasik tarzda tasarladığı Milli Kütüphane Sineması, Cumhuriyet’in ilk yıllarında hizmete açıldı (1926). Osman-İhsan İpekçi kardeşlerin işletmeciliğini üstlendiği sinemanın adı, İpekçi kardeşler tarafından Elhamra Sineması olarak değiştirildi. Dış cephesine hareket kazandıran kemerli pencereleri, kubbesi ve Kütahya çinileriyle farkındalık yaratan tarihi sinema, günümüzde Devlet Opera ve Balesi olarak hizmet veriyor. İzmir sinemaları tarihi üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan, araştırmacı-yazar Mukadder Özakman’ın, Ahmet Gürlek’in kaleme aldığı ‘100. Yılında Milli Kütüphane’ kitabındaki Elhamra Sineması’yla ilgili yazısını birlikte okuyalım...
“Elhamra Sineması adının Milli olduğu yıllarda filimler sessizdir. Bu filmlerde diyaloglar yazılarla verilirdi. Babam anlatırdı: perdeye yakın yere piyano yerleştirilmiş. Bir piyanist filimdeki sahnelerin durumuna göre hareketli sahnelerde hızlı, aşk sahnelerinde yavaş, kavgalı sahnelerde karışık, komedilerde neşeli melodiler çalarmış. Elhamra Sineması’nın piyanisti Karataşlı bir Musevi delikanlısıymış.1930’lu yıllarda sesli filmlerin gelmesiyle piyanolar sinema salonlarına
Bu gün sizlere Altınordu, Faik Paşa Kubilay, Ali Reis,Namazgah, Akıncı,Kurtuluş, Hurşidiye mahalleleriyle komşuluk yapan Pazaryeri Mahallesi’ni tanıtmak istiyorum.
Cephesi Anafartalar Caddesi’ne bakan Tevfik Paşa Konağı, Pazaryeri Mahallesi’nin en gösterişli binasıdır. Mahalle, kıymeti bilinmemiş Carfi, Kapanizade, Osmanpaşa konakları gibi diğer konaklara ev sahipliği yapar.
İzmir mimarisinin ünik yapıları sahipleri tarafından çeşitli kurumlara bağışlanmış olmasına rağmen şimdi enkaz durumunda. Aynı mahalle sınırları içinde cihannüması, tavan süslemeleri, fil ayaklı çiçeklikleri ve diğer özgün detaylarıyla dikkatleri üzerine çeken Osmanzade Konağı, son yıllarda özellikle definecilerin verdiği zararlar nedeniyle harap oldu.
***
Osmanzade Yokuşu’nda sağda çıkmaz sokakta Türk edebiyatının önemli ismi Tarık Dursun K’nın çocukluk ve gençlik yıllarını yaşadığı, kapısı ay yıldız işli ev de yangın sonucu enkaza dönüştü. Evle birlikte 19. yüz yıla tarihlenen ahşap payandalı eski İzmir evleri restorasyonları yapılmak üzere İzmir Büyükşehir Belediyesi’nce satın alındı.
15 Mayıs 1919 İzmir’in işgalinde Yunan devriyelerinden kaçan gevrek satıcısı genç kız aynı sokakta kıstırılıp öldürülmüştü. 9
Kemeraltı Çarşısı’nda, Mıhçılar, Bardakçılar, Sandıkçılar, Yorgancılar, Sabunhane, Yeniçeri, Tahmis sokaklarını bilen kalmadı. Sokak isimlerinin kaldırılmasından sonra eski adresleri bulmak kolay olmuyor. Musalla, Hamamönü, Kadı Avlusu, Dana Meydanı, Kireçlikaya, Temaşalık, Keçeciler, Servili Mescit gibi, İzmir’i, İzmir yapan semtlerin isimleri hafızalardan silindi... Geçen yıllarda, Komiser Dilaver, Hamal Hasan, Kaptan Hüseyin, Çizmeci Ali Efendi, Bakırcı Salih, Berber Osman, Bülbül Hoca, Bodur Ali, Şehit Muhlis gibi kenttin saygınlığını kazanmış insanların adları İzmir sokaklarına verilebiliyordu... Bedavabahçe, İrfanbey Tarlası, Karafatma Aralığı, Dondurmacı, Faik Paşa, Çingene, Mekke, Patlıcanlı yokuşları, genç kuşaklar için artık bir şey ifade etmiyor. Tepecik adı neden değiştirilip ‘Yenişehir’ yapıldı? Eşrefpaşa Hastanesi’nin bitişiğinde o küçük tepenin neolitik dönemden kalma bir höyük olduğu bilinip tartışılsaydı, yine bu değişiklik yapılır mıydı? Asırlardır hafızalara kazınmış ata yadigârları ne çabuk unutuldu...
Bitpazarı...
Yemiş Pazarı, Saman Pazarı, Hayvan Pazarı, Odun Pazarı, Kömür Pazarı ve diğerlerine, tarihçesi bir hayli eskilere giden bitpazarını da katmamız
İlkokul öğretmenim, hatalarımızı cezalandıran, sert mizaçlı yaşlı bir kadındı veya bana yaşlı gelirdi. Bizim gibi siyah önlük giyer, okul koridorlarında kalın tabanlı ayakkabılarının çıkardığı sesi duyar duymaz sınıflarımıza koşar sessizce derse girmesini beklerdik.
Müzik dersinde sınıfı üst salonda piyanonun başında toplayıp bize piyano çalar, öğretmenimizin sertliği nedense piyano çalarken kaybolurdu. Piyanoya dokunmamız yasaktı, böyle olmasına rağmen, sihirli sesin nereden çıktığını merak eder, gizlice kapağını kaldırıp tuşlarına basardık.
Uzun bir ayrılıktan sonra konaktan bozma okulumu ziyaret edip, ahşap döşemelerine devamlı mazot sürülen sınıfımı, üst katta kuyruklu piyanonun bulunduğu salonu heyecan içerisinde gezmiştim. Ancak piyano yerinde yoktu, nerede olduğunu sordum, tamiri masraflı olduğu için bodruma indirilmiş. Bozuk da olsa piyano salonda durmalı, ses vermese de durduğu yerden çocukların görsel dünyasını zenginleştirmeye devam etmeliydi.
***
Genç Cumhuriyet ekonomik zorluklar içerisinde olduğu yıllarda bile Anadolu’da okulları piyanosuz bırakmadı. Altınordu Mahallesi’nde, Yıldırım Kemal İlköğretim Okulu’nda görev yapmış emekli bir öğretmen, sohbet sırasında
Sıhhiye veya doktor adıyla bilinen, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren kullanılmaya başlanan ‘doktor vagonları’ uğradıkları istasyonlarda demiryolları personeline ve halka sağlık hizmeti verirlerdi.
İçinde ameliyathane, eczane, muayenehane, yatakhane mutfak bölümleri olan, doktor, hemşire ve hasta bakıcıların görev yaptığı özel donanımlı vagonlarda kasaba ve köylerden gelen hastalar muayene edilir, ilaçları verilir, gerekirse ameliyatları yapılırdı.
Büyük bir hizmetti
Sağlık hizmetlerinin yaygınlaşması, hastanelerin çoğalmasıyla birlikte doktor vagonları devre dışı kaldı. TCDD 3. Bölge Müdürlüğü tarafından Uşak’ta kaderine terk edilmiş doktor vagonu Alsancak Garı’na çekilerek bakıma alındı, yoğun bir çalışmayla aslına uygun olarak yeniden onarıldı.
Tarihi vagonun son yıllarına yetişmiş, istasyon istasyon dolaşarak hastalarını tedavi etmiş Sayın Dr. Cengiz Uzuncan’la doktor vagonu üzerine söyleşi yaptım...
- TCDD sağlık hizmetleri nasıl yürütülüyordu?
Hekimler merkez hekimi ve kısım hekimi olarak sağlık hizmeti veriyorlardı. emiryolları bölgelere, bölgeler de kısımlara ayrılmıştı. Her kısımda bir veya duruma göre iki kısım hekimi görev yapardı.