Suriye’de mücadele sürüyor. Diplomasiden açık/örtülü askerî harekâta, ekonomik yardımdan bilgi savaşlarına kadar. Üstelik bu sadece devletler ya da devletlerden oluşan ittifaklarla yürütülmüyor. Her aktörün kendi çapında sahada iş gören “vekili” var.
Kısa süre öncesine kadar Suriye’yi İdlib üzerinden tartışırken bugün dikkatler Fırat’ın doğusuna kaymış görünüyor. Dahası, iç savaşın geleceğinde yerel gruplar belirleyici iken, şimdi başta ABD ve Rusya olmak üzere devletlerin rekabeti üzerinden konuşuyoruz. Ayrıca gözler aktörlerin haritada denetleyebildiği bölgelere odaklanmış durumda.
Kontrol edilen bölgelerin ön plana çıkması önemli değişikliklerin yaşandığını gösteriyor. Bu çerçevede geleceği yorumlamak için üç faktöre göz atmak faydalı olabilir. Kontrol edilen coğrafyanın muhayyel siyasi mimarisi, “jeopolitik etkisi” ve bölgede egemenliğin kimlerin himaye ve vekâletinde olduğu.
Örneğin, ABD desteğindeki SDF (Suriye Demokratik Güçleri, siz onu PKK/PYD olarak okuyun) Fırat’ın doğusunda Suriye’nin %30’unu kontrol ediyor. Bölgenin siyasi mimarisinin federal/otonom yapıya dönüşme emareleri taşıdığı sır değil. Yine bölge sadece Suriye’nin değil, Ortadoğu’nun büyük bir kısmına da etki
Suriye sorununda ilerleme sağlanabilmesi, tarafların pozisyonunun açıklığa kavuşması, niyetlerin anlaşılması bakımından İdlib kritik öneme sahip. Bu nedenle, tüm dünya Soçi mutabakatının kaderini, İdlib’de olabilecekleri büyük bir merakla takip etti.
Türkiye, kısa bir süre önce İdlib mutabakatının ilk aşama yükümlülüğünü yerine getirdiğini Milli Savunma Bakanlığı aracılığıyla açıkladı. Buna göre, “Sahanın coğrafi yapısı ile yerleşim alanlarının özellikleri de dikkate alınarak İGAB (İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi) sınırları boyunca 15-20 km derinliğinde Silahtan Arındırılmış Bölge (SAB) oluşturulmuştur” denildi.
Elbette bu ilerleme tek başına ne Suriye sorununu ne de İdlib sorununu bütünüyle çözmeyecektir. Bu ve benzeri taktik başarıların stratejik nitelik kazanması, daha fazla emek ve dikkat gerektiriyor. Yine de açıklama dikkate değer taktik bir başarıya işaret ediyor. Ardında kimlerin, nasıl bir emeğin ve hikâyenin olduğunu bilmiyoruz. Mutfakta çalışan ehil birileri çıkıp anlatıncaya kadar da bilemeyeceğiz.
Elbette bu hikâye bir takım çalışmasının ürünü ve emek harcayan bir dizi görevli var. Siyasetten diplomasiye, Silahlı Kuvvetler’den mülki idareye, sivil toplum örgütlerinden
PKK ile mücadele operasyonları tüm hızıyla sürüyor. Özellikle de insansız hava araçları çok etkili. Bu durum örgütü bir hayli zorlamış görünüyor. Yurt dışında da benzeri bir tablo var. Irak ve Suriye’de operasyonlar sürüyor. Sadece askeri alanda değil, diplomatik ve siyasi alanda da kararlılık görüyoruz.
Yerel seçimler yaklaştıkça içerideki tartışmalar da farklı mecralara kayıyor. PKK için yerel seçimler halkın sempatisinin ölçüldüğü birer barometre. Devlet ise bu “ölçüme” izin vermeyeceğini şimdiden ilan etmiş durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin Kızılcahamam toplantısında yaptığı konuşmada, PKK ile mücadeleye verdiği önemden söz ederken, başta siyasi olmak üzere, her türlü maliyeti göğüslemeye hazır olduğunu belirtti. Eğer yerel seçimlerde “teröre bulaşmış adaylar kazanacak olursa kayyum atanabileceğini” belirtti.
Elbette bu düşünce, çeşitli yönleriyle tartışılabilir. Ancak, PKK ile mücadelede tüm kamu görevlilerinin ve karar alıcıların benzer hassasiyeti taşıdıklarını söylemek de zor. Sorun şu: Önemli olan çok sayıda teröristin etkisiz hale getirilmesi değil, devlet hâkimiyetinin her durum ve alanda geçerli olmasıdır. Bu yüzden mücadelenin başarısı, sadece etkisiz hale
Rusya ve İngiltere soğuk savaş günlerinin istihbarat mücadelesine yeniden tutuşmuş görünüyor. Bunu hayli ilginç ve heyecanlı hale getiren bir dizi neden var. Putin’in eski mesleği olmasından istihbarat faaliyetlerinin kamuoyu gözü önünde cereyan etmesine, gönüllü, meraklı tutkulu amatörlerin etkisinden inanılmaz ölçek ve yoğunlukta verinin/bilginin bolluğuna...
Rus askeri istihbaratında albay rütbesiyle çalışırken, 1990’larda İngiltere adına casusluk yapan Skripal ve kızı Yulia, 4 Mart günü, kimyasal bir maddeyle zehirlenmiş ve bilinçsiz olarak bir bankta yatarken bulundular. Baba kız hastaneye kaldırıldı. Kısa sürede, Salisbury’deki bu olayın ülkesine “ihanet etmiş” eski bir istihbaratçının Rusya tarafından cezalandırılma operasyonu olduğu açıklandı. İngiltere Rusya’yı suçlarken, Rusya, doğal olarak, “Benim bu işle hiç alakam yok” dedi. ABD ve diğer Batılı ülkeler İngiltere’nin arkasında durdular.
Eylül başında, şüphelilerin kimliklerini yayınlayan İngiliz polisi, faillerin Rus askeri istihbaratında görevli olduklarına işaret etti. Putin, söz konusu iki kişinin sivil olduğunu ileri sürerek, delil gösterilmesini istedi. Ardından da “olağan şüpheliler” televizyona çıktılar ve o
Soçi’de Türkiye ile Rusya arasında varılan anlaşmaya göre, İdlib’in çevresinde 15-20 km genişlikteki bölge ağır silahlardan arındırılacak. Aynı zamanda bölgede bulunan radikal gruplar iç taraflara çekilecekler. Bu işlem, 10 Ekim’de tamamlanacak. Aralık sonuna kadar da bölgeden geçen bazı otoyollar ulaşıma açılacak. Anlaşmanın imzalandığı günden beri Türkiye var gücüyle, “silahlı militan diplomasisi” yürüterek sonuç almaya çalışıyor. Sonuç alınamadığı takdirde, askeri müdahalenin kaçınılmaz olacağını, sivil kayıpların yaşanacağını herkes biliyor.
Güven esasına dayanan görüşmelerin tam da yoğunlaştığı bir esnada, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, BM toplantısı için bulunduğu New York’ta, gazetecilere ilginç bir açıklamada bulundu. Lavrov, “(İdlib’deki cihatçıların) Afganistan gibi diğer başka sıcak bölgelere gönderilecekleri yönünde söylentiler var. Bu asla kabul edilemez. Ya yok edilmeli ya da haklarında bir yargı süreci başlatılmalı” dedi. Ardından da “Türkiye’nin işinin hiç de kolay olmadığını” ekledi. Yine, “ABD’nin de ılımlı olarak nitelendirdiği militanları cihatçı örgütlerden ayrılmaya ikna konusunda devreye girme sözü verdiğini, ancak şu ana kadar bu sözünü tutmadığını”
CIA’nın yeni başkanı Gina Haspel Louisville Üniversitesi’nde bir konuşma yaptı. Konuşmasında, öğrencilere, CIA’nın Rusça, Çince, Farsça, Türkçe, Fransızca ve İspanyolca bilen ajanlara ihtiyacının olduğunu söyledi. Türkiye’de de ilgi uyandıran bu konuşma, daha çok Türkçe üzerinden tartışıldı.
Dikkatli bir dinleyici, konuşmanın satır aralarında ABD’nin yeni dönem ilgi alanını, rakiplerini, çıkarlarını, risk ve tehdit okumalarını görebilirdi. İhtiyaç duyulan lisanlar listesi ABD’nin 2018 Milli Güvenlik Strateji Belgesi ve Milli Savunma Strateji Belgesi ile esasen şekillenmişti. Nitekim ihtiyaç duyulan lisanların dünyadaki kullanımı, ABD’li askeri ve siyasi karar alıcıların radarına takılan devlet ve devlet dışı aktörleri gösteriyordu.
İstihbarat dünyası açısından ilgi çekici diğer konu ise şu: ABD istihbarat örgütlerinin öncelikleri değişiyor. Soğuk Savaş sonrası işleri tavsayan istihbarat örgütleri, 11 Eylül terör saldırısının ardından dikkatlerini terör örgütlerine yönelmişlerdi. Çünkü “sürpriz saldırı” büyük bir istihbarat açığını ortaya koymuştu.
Bugün, gerek Trump ve Haspel’in konuşmalarından, gerekse belgelerden ABD istihbarat örgütlerinin ilgisinin yeniden değiştiğine tanıklık
Suriye’deki gelişmeler Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. Yedi yıl süren iç savaş makas değiştiriyor. Bu noktada Türkiye, şu üç konuda kararlarını ve öncelikler listesini gözden geçirmek zorunda. Bunlar, Esad’la ilişkiler, Suriye’de muhalif Arapların durumu ve PKK/PYD’nin Suriye’de geleceği.
Türkiye, Esad ve etrafında şekillenen rejimi “terör devleti” olarak tanımlamaya devam ediyor. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bakü dönüşü gazetecilere uçakta yaptığı konuşmada, bunu açıkça ifade etti. Öte yandan, Türkiye gibi düşünmeyen birçok ülke var. Sadece Rusya ve İran’dan söz etmiyoruz. Başta BM olmak üzere diğer Batılı ülkeler de gelinen aşamada Suriye’de Esad’lı geçiş sürecinden söz etmeye başladılar ve planlar üzerinde çalışıyorlar. Böylesine kalabalık bir “liste”, elbette Türkiye’nin canını sıkıyor olabilir. Ancak bu tablo bize Esad’ın bir süre daha iktidarda kalacağını söylüyor.
Bizi yol ayrımına getiren ve karar vermemizi gerektiren bir diğer konu da Suriyeli muhalif Sünni Arapların konumu ve siyasi gelecekleri. Açıkça veya kapalı kapılar ardında, ne Arap, ne Batılı, ne de Rusya ve İran’ın muhalif Arapların siyasi geleceğine dair bir plan, girişim ve niyetleri yok.
İç savaşın bu
Tahran görüşme-lerinin ardından tüm dikkatler İdlib’e çevrildi. Özellikle Türkiye’nin İdlib’de atacağı adımlar ve Rusya’nın tavrı merak konusu. ABD ve müttefiklerinin İdlib söylemlerindeki kayma ise daha ilginç. Bir ay öncesine kadar bölgedeki “teröristlerden” şikâyet eden ABD’li yetkililerin söylemleri aniden değişti. Bu gün İdlib, “kimyasal silah ve insani gelişmelerle” anılmaya başlandı.
ABD’nin söylem değişikliği, Rusya’nın Suriye’de geri adım atmayacağı öngörüsüne dayanıyor. Olası bir harekât bölgede tozu dumana katacak. Böyle bir ortam, ABD’nin niyetlerini gizleyebilecek. Aynı zamanda Rusya’nın Suriye politikasını, “kimyasal silah kullanımı ve insani değerler üzerinden” baskı altına alarak imajını bozabilecek. Öte yandan, Türkiye-Rusya ilişkilerinin nasıl bir şekil alacağı da önemli. Ancak, emekli büyükelçi Bozkurt Aran’ın ifadesiyle, asıl hedefte olan, ABD’nin İdlib tartışmalarının gölgesinde odaklandığı İran.
Generaller Trump’ı ABD’nin askeri varlığının Suriye’de kalıcı olması hususunda ikna ettiler. Bu karar PKK/PYD ile ilişkilerin yeni bir boyuta taşınması ve süreklilik anlamına geliyor. ABD resmi söylemde DAEŞ’le mücadeleyi ileri sürse de asıl amacın Suriye’nin