Günümüz dünyasını en iyi tarif eden kavramların başında, “belirsizlik, sınırların muğlaklığı ve her şeyin birbiriyle bağlantılı olması” geliyor. Böyle bir dünyada, üstelik Ortadoğu gibi sıcak bir bölgede yer alıyorsanız, güvenlik riskleriniz çeşitlenerek artıyor demektir. Değişimlere cevap vermenin, riskleri azaltmanın yolu, hazır ve güçlü olmanın yanı sıra sorunun karakterini anlamaktan geçiyor. Bu çerçeveden bakınca, sürecin önemli aktörlerinden birinin de Türk Silahlı Kuvvetleri olduğu ortada.
TSK, bir yandan kendini değiştirirken, bir yandan da farklılaşan, çeşitlenen görevlerine yetişmeye çabalıyor. Başka bir ifadeyle, sivil otorite yeni kararlar aldıkça, tehditlerin karakteri değiştikçe iş yükü de artıyor. Bu manada liste oldukça uzun.
TSK, barışı korumaktan silahsız sivil gösterilerin kontrol altına alınmasına, terörizmle mücadeleden gerilla hareketlerinin bastırılmasına, sivillerin korunmasından sınır güvenliğine, korsanlıkla mücadeleden sivil otoriteyi desteklemeye, konvansiyel savaşa kadar geniş bir yelpazeden sorumlu.
Listedeki görevler bazılarına aynı işlermiş gibi gelebilir. Oysa aynı olan sadece askerin üniforma içinde bunları yapıyor olmasıdır. Her bir görev,
Kitaba göre, “yaşayan, ruhu olan” bir harita önünde düşünmek olanları, olabilecekleri kavramak için iyi bir başlangıç olabilir. Örneğin Pakistan’dan başlayıp, Afganistan, İran, Irak, Suriye ve Lübnan hattını geçerek Akdeniz’e uzanan bölgede. Çarpıcı, karmaşık, uzun ömürlü, “sıcak bir kuşağın” sancılarına dair önemli ipuçları görebiliriz.
Haritanın devlet merkezli olması bugünü anlamaya yetmez. Devletlerin siyasi konumu, tarihi, ekonomisi, sosyal yapısı farklı olsa da asıl olan etnik, dini, mezhebi fay hatları, geçişler, ağlar, rekabet ve çatışmalar. Birbirini etkileyen aktörlere ve çetrefil sorunlara bir de dışarıdan müdahale eden beceriksiz, öngörülemez, iç uyumdan yoksun ABD gibi bir aktör karışınca her şey daha da karmaşık hale gelebiliyor.
Trump, yönetiminin ilk günlerinde, kuşağın en batısında olan ve ABD ile ilişkileri limoni Pakistan’a, Afganistan politikaları nedeniyle sert çıktı. Askeri yardımı kesmekle tehdit etti. Pakistan ise, başta insansız hava araçlarının saldırıları olmak üzere, egemenliğine saygı göstermeyen ABD’den memnuniyetsizliği hiç gizlemedi. İlişkileri zehirleyen diğer konu ise Pakistan’da görünürlüğü her geçen gün artan Çin’di. Üstüne üstlük ABD’nin ilan
Almanya Dışişleri Bakanı H. Mass, birkaç gün önce ABD ile Rusya’nın 1987 de imzaladığı ve INF olarak bilinen “Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması”nın feshedilme-sinden duyduğu kaygıyı dile getirdi. Asılında bu sadece Almanya’nın değil tüm Avrupa’nın duygularına tercüman olmaktı. Çünkü Rusya’nın, INF’den çekilmesinin ardından, elindeki füzelerin çoğunu Avrupa sınırına yerleştireceği açık.
Bu hamlenin zaten Rusya ile gerilimli günler yaşayan Avrupa’nın güvenlik kaygılarına yeni bir boyut kazandırması sürpriz olmayacak. Her ne kadar gelişmeleri tam olarak kestirmek mümkün olmasa da ABD’nin tehdit algısı Çin’e doğru kaydıkça, Avrupa’nın güvenliğine katkısını azaltacağı, bu ülkelerin Putin ile benzer sorunları daha fazla yaşayacağı ortada.
Sovyetler Birliği ile ABD arasında imzalanan “Nükleer Başlıklı Orta Menzilli Füzelerin Sınırlandırılması” anlaşması Soğuk Savaş döneminin önemli bir dönüm noktasıydı. Üstelik böyle bir anlaşma imzalaması bile Sovyetler’in çöküşünü önleyemedi. Sovyetler’in son devlet başkanı Gorbaçov, iktidara geldiği 1985’te ülkesinin ABD ile yürüttüğü sert bir silahlanma yarışını kucağında buldu. İki küresel güç, geliştirdikleri atma vasıtalarıyla
Dünya, ilginç, gerçek ötesi ve sürprizlerle dolu bir dönemden geçiyor. Olanları analiz edenler veya geleceği öngörmeye çalışanlar geçmişte bugünkü kadar zorlanmamış olmalılar. Örneğin birkaç gün önce, ABD Başkanı Trump ile ülkesinin istihbarat kurumları arasında yaşananlar gibi.
ABD Başkanı Trump, dünyanın en kalabalık ve en büyük bütçeli istihbarat örgütlerine sahip. Farklı işlevleri ve sorumlulukları olan 17 istihbarat örgütünün yıllık bütçesi neredeyse 80 milyar dolar. Başka bir ifadeyle, Rusya’nın tüm savunma bütçesinden daha fazla. Yine istihbarat örgütlerinde, sıradan telsiz operatörlerinden en tepeye, yaklaşık 200 bin kişi çalışıyor.
Dostların, düşmanların, devletlerin, örgütlerin niyetlerini, kapasitelerini öğrenmeye çalışan bir dev istihbarat yapısı. Bir yandan farklı yöntemlerle veri toplayan, bunları işleyen, işlenmiş verilerin analistler tarafından analiz edilmesini, karar alıcılara sunulmasını sağlayan muazzam bir çarktan söz ediyoruz. Ya da ABD’nin çıkarları için propagandadan ekonomik mali operasyonlara, sabotajdan, silahlı grupların desteklenmesine kadar bir dizi örtülü operasyon gerçekleştiren kurumlar topluluğu.
Birkaç gün önce, ABD istihbarat kurum şefleri
Suriye sorunu Türkiye açısından ilginç olduğu kadar, zaman baskısı üreten yeni bir safhaya varmış görünüyor. Nitekim iki belirleyici aktörün, Rusya ve ABD’nin kısa aralıklarla Türkiye’ye ilginç öneriler sunması bunun iyi bir göstergesi.
İkili, kendi önerilerinin hayata geçmesi halinde Türkiye’nin dile getirdiği, Suriye kaynaklı güvenlik kaygılarının ortadan kalkacağı görüşündeler. ABD, Fırat’ın doğusuyla ilgili, içeriği tartışmalı, “güvenli bölge” planını masaya koymuş durumda. Rusya, eski defterleri karıştırarak, “Adana Mutabakatı”nı gün yüzüne çıkardı. Bunun Türkiye’nin güvenlik kaygılarını tümüyle giderilebileceğini belirtmekte.
Rekabet halindeki iki ülkenin Ortadoğu ve Suriye politikaları bağlamında bakınca, Türkiye dikkate alınması gereken bir aktör. Ancak sahadaki güçlerini, ilişkilerini dikkate alınca, hem Washington hem de Moskova’nın Türkiye’yi asli değil, daha çok ikincil bir oyuncu olarak gördükleri de açık.
ABD için Suriye’de öncelik, İran nüfuzunun kırılması ve İsrail’in güvenliğinin sürdürülmesi. İran etkisinde olmadıkça, kimin iktidarda olduğu, nasıl bir siyasi modelin hayata geçeceği, bunun ne kadar süre alacağı ABD için çok da önemli değil. PKK/PYD bile bu
Suriye gibi karmaşık bir sorun, klasik manada bir “zafer” vaat etmiyorsa, yeni duruma kendimizi hızla adapte etmemiz gerektiğini belirtmiştim. Bu durumda önce zihin dünyanızı ve beklentilerinizi, sonra da araçlarınızı ve yöntemlerinizi değiştirin diyor kitap. Yapmanız gerekenin zafere değil, en az maliyetle sorunu yönetmeye odaklamak olduğunu hatırlatıyor.
Medyanın, sosyal medyanın, kitlelerin, kamuoyunun tarihte hiç olmadığı kadar önemli olduğu bir dönemden geçiyoruz. İnsanlar gerçeklerle değil, kendilerini iyi hissettirecek küçük, kabullenmekte zorlanmayacakları gerçek ötesi hikâyeler duymak istiyorlar. O halde, büyük, elle tutulur, ölçülmesi mümkün, mukayese edilebilir kesin sonuç içeren hedefler vaat etmekten kaçının. Bunun yerine aksiyonlara dayalı, dinamik, süreç pazarlamasına yer veren küçük “başarı öyküleri” yazın ve paylaşın. Madem Suriye’de hiç kimsenin hissesine büyük, kesin sonuçlu “zafer” düşmeyecekse, sizin de buna uygun davranmanız gerekir.
Madem sorunu yöneteceksiniz, bu durumda iyi kadrolara ihtiyacınız var demektir. Zafere değil, sorunu yönetmeye odaklanılması gerektiğini fark eden, sonucu doğru özümsemiş kadrolardan söz ediyoruz. Aksi takdirde, mümkün olmayan
Kitap, bir iyi, bir de kötü haber veriyor. Suriye ve benzeri sorunları tek hamlede, tek başınıza ve istediğiniz gibi çözemezsiniz. Başka bir ifadeyle, tarafların hiçbirinin hissesine klasik manada şaşalı bir “zafer” düşmez. Fakat üzülmeyin: Bu sizin eksiklik veya hatanız değil. Üstelik aynı şartlar rakipleriniz için de geçerli. Bu durumda kitaba göre yapmanız gereken şu: Zafer getiren klasik karşılaşmalara ve meydan muharebelerine dair eski bildiklerinizi unutup, yeniden düşünmeye, krizlere yaklaşımınızı değiştirmeye başlamak.
Suriye’de süregiden çatışma ve rekabetin birilerine klasik manada bir “zafer” getirmesini beklemek nafile. Bu kanaatin birden fazla nedeni var. İlk olarak şunu ifade etmeliyiz: Böylesine fazla sayıda, farklı karakterde, kapasite de ve ittifak ilişkisinde aktörlerin yer aldığı bir oyunda, tek aktörün masadakilerin hepsini “ütüp” her şeyi kazanması mümkün değildir.
İkincisi, böylesi mücadeleler hibrid, bio-mozaik, değişken ve dinamiktir. Terörden gerillaya, bilgi savaşından siber alana, konvansiyonel savaştan örtülü operasyona, ekonomik tehditten askıda savaşa kadar geniş bir yelpazede, sınırları muğlak, iç içe geçmiş bir biçimde yürümektedir.
Üçüncüsü,
Trump’ın ABD askerlerini Suriye’den çekme kararı ve olası sonuçları farklı yönleriyle tartışılıyor. Tüm tartışmaların dört konu etrafında döndüğünü söyleyebiliriz. Birincisi, teknik bir konu olan “askeri çekilmenin” ne zaman, nasıl ve ne kadar sürede icra edileceği. İkincisi, çekilme sonrası ABD’nin bölgesel çıkarlarını koruyacak askeri yapı nasıl olacak? Üçüncüsü, çekilme sonrası Fırat’ın doğusunda siyasi mimarinin nasıl olacağı. Son olarak, tüm bunların Suriye’nin geleceğinde ne gibi etkisinin olacağı.
Amerikan ordusunun çekilmesiyle birlikte Fırat’ın doğusunda iki farklı bölgenin ortaya çıkacağı görülüyor. Kuzeyde Türkiye sınırı boyunca uzanan, 32 kilometrelik derinlikteki şerit ile bu bölgenin güneyinde kalan, mukadderatı fazlaca tartışılmayan Arapların baskın olduğu diğer alan.
Bu şekilde bölünecek olan Fırat’ın doğusu, Suriye ile ilgisi olan tüm aktörler tarafından farklı biçimlerde isimlendirilip farklı içerik ve fonksiyonla ele alınıyor. Örneğin, PKK/PYD bu bölgeyi, kendisini Türkiye’nin olası harekâtından koruyacak saha olarak görmek istiyor. Bunun içinde kendisini koruyacak mekanizmalara vurgu yapıyor.
Aynı bölge, Rusya için faklı anlam taşıyor. Bölge, Esad rejimine