Son altı yıl içerisinde Türkiye’de antidepresan ilaç satışları yüzde yetmiş oranında arttı.
İlaç endüstrisinden aldığım verilere göre 2005-2010 yılları arasında satışlar 20 küsur milyon kutudan 34 milyon kutuya yükseldi.
Bu, aynı dönemde toplam ilaç satışlarında meydana gelen artışın iki mislidir.
Ne oluyor? Ülkede ruh hastalıkları salgını mı var?
Cevap, soruyu kime sorduğunuza bağlı.
İlaç endüstrisine göre, son yıllarda sağlık reformları daha çok insanın ilaç ve sağlık hizmetlerine ulaşmasını sağladı. Doktora gidemeyen veya ilaç alamayan ruh hastalarına yol açıldı. İlaç satışları bu nedenle arttı.
Bu pek inandırıcı bir açıklama değil.
Eğer ilaç kullananlar artıyorsa, iyileşenlerin de artması, dolayısıyla yıllar içinde ilaç kullanımının azalması gerekir. Ama tam tersi oluyor.
Artışın iki esas nedeni var. Birincisi endişe, depresyon ve benzer hastalıkların tanımının birçok ruh halini kapsayacak şekilde genişletilmesidir. İkincisi, sinir hastalıklarının tedavisinde en son düşünülecek şey olan ilacın ilk başvurulan çare haline gelmesidir.
Bunda ilaç firmalarının doktorlara sağladıkları teşviklerin büyük katkısı var.
Oysa salt hap ile tedavi çağdışı bir tedavi yöntemidir.
Son görüşlere göre, ilaç psikolojik hastalıkların tedavisinde yeterli değildir. Bazı düşüncelere göre hiç işe yaramıyor. Bazılarına göre ise düpedüz zararlıdır. Hastanın psikanalize tabi tutulması, yeni bir hayat perspektifi kazandırılması gerekir.
“Bunu yapmazsanız ilaç hiçbir işe yaramaz” diyor deneyimli bir psikiyatrist. “İlacı kestiğiniz anda hasta eski haline döner.”
İlaç vermek doktorun işine geliyor. “On dakikada teşhisini koyuyor, ‘al bakalım ilacı’ diyor. Ne kadar çok hasta bakarsa o kadar çok para kazanıyor. Ne kadar çok ilaç yazarsa ilaç şirketlerinden çıkarı da o kadar büyük oluyor.”
Doğru yol hastanın sorunu ile başa çıkması için aletler veren psikoterapidir. Psikoterapi hastanın sorununun nereden kaynaklandığını bulmak ve ona bu sorundan kurtulmasını öğretmek sanatıdır. “İlaç son duraktır” diyor konuştuğum bir psikolog.
Ama sigorta psikoterapiyi karşılamıyor. Birçok hasta para ödemek istemiyor veya ödeyecek durumu yok.
Genel olarak bilinenin ruh ve sinir hastalıklarının beyindeki kimyasal dengenin bozulmasının sonucu olduğudur. Bunun böyle olduğuna dair bilimsel kanıt yoktur.
Bugüne kadar yapılan hiçbir bilimsel araştırma ruh hastalıklarının beyin kimyasallarının bozulmasından kaynaklandığını kanıtlayamadı.
Dünya doktorları için neyin ruh ve sinir hastalığı olduğunu tayin eden Amerikan Psikiyatri Derneği’dir. Bu kuruluş her birkaç yılda bir kısaca DSM diye bilinen bir Akıl Bozukluğu Teşhis ve İstatistik El Kitabı yayınlar. Bu kitapta hastalıkların listesi ve nasıl teşhis edileceği yazar. “Hastalıkları” bilimsel verilere göre değil, belirtilere ve gözlemelere göre tespit edilir.
Her yeni baskıda yeni hastalıklar var. 1970’lerde 182 “ruh hastalığı” varken 2000’de bu sayı 365 oldu. Yakında yayımlanacak yeni baskıda birçok yeni hastalık olacağı da konuşuluyor. Okuduğuma göre utangaçlığın bir ruh hastalığı olarak sınıflandırılması düşünülüyor.
Türk doktorları bu listeyi tercüme ettirdi. Teşhis ve tedavilerini ona göre uyguluyor.
Yani, sadece ilaçları ithal etmiyoruz. Hastalıklar da dışarıdan geliyor.
Türkiye’de psikiyatri, büyük oranda, Amerikan Psikiyatri Derneği’nin ve yabancı ilaç şirketlerinin dümen suyundadır.
Hastaları haptan, onları bu boyunduruktan kim kurtaracak?