Metin Münir

Metin Münir

mmunir@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

OZANKÖY

Akdeniz sıcağı arabaların ve evlerin içine saklanarak ve öğle saatlerinde kaşlarını çatarak hükmünü devam ettirmeye çalışıyor ama artık saltanatının sonuna geldi. Dün gece ilk defa pencereden gelen esinti beni üşüttü. Bu sabah ilk defa ağustosböceklerinin sesini duymadım. Dünya yerini değiştiriyor, günler kısalıyor. Akşamüstü ormanda yürürken, birkaç hafta önce güneş olan yerler artık gölge. Çok geçmeden buralarda tişörtle yürüyemez olacağım. Ormanda, arabayı her zaman park ettiğim yere, karşı istikametten gelen iki araba ile beraber varıyorum. İçi kızlı erkekli genç insan dolu, iki küçük araba. Gürültüyle inip uçurumun başına kondurulmuş seyir platformuna koşuyorlar. Her iki arabada da pencereleri ve müziği sonuna kadar açık bıraktılar. Hayalimde, bastonumu kafalarında kırarak hızla oradan uzaklaşıyorum. Aklıma, radyoyu sonuna kadar açıp bütün konu komşuyu rahatsız ettiğim lise günlerim geliyor. Mahallenin en güzel kızına aşıktım. Dinlediğim müziği o da duysun, o anda benime aynı şeyleri hissetsin isterdim.

‘Mektupçuk Aşkı’
Gizli gizli, elden, mektuplar verip birbirimizi ne kadar sevdiğimizi yazardık. O zamanlar Lefkoşa’da aşklar öyle idi. “Mektupçuk aşkı.” Bir gün önüme çıktı ve “Beni başkasına veriyorlar” dedi. İkimiz de on altı yaşındaydık. Nişanlandılar. Adam evlerine taşındı. Bizde adet öyledir. Özel bir şirkette muhasebecilik yapan, ondan on beş yaş büyük, şişko bir adamdı. Et Ping Pong adını taktık ona, o zamanlar ayrılmaz üç arkadaş olan Erdal ve Göksel ve ben.
Birkaç gün sonra artık sevgilim olmayan sevgilimi sokakta gördüm. Yüzü ve vücut hareketleri değişmişti. Et Ping Pong’un onunla yattığını anladım. Kanlı Dere’nin Rum tarafındaki yakasında okaliptüs ağaçlı loş ve sakin bir yer vardı. Bazen bisiklete atlayıp tek başıma oraya gider saatlerce otururdum. Oraya gittim. Bisikleti ağaca dayadım. Yanına oturdum. Gece olup eve döndüğümde o bağdan azat olmuştum. Yazın gelin oldu ve mahalleden taşındı. Buna benzer sıcak bir günde.

En büyük aşklar...
Artık arabaların itici müziğini duymuyorum. Orman sükûnetini geri aldı. Durup güzellikleri ve sakinlikleriyle insanın içine ferahlık veren çamları seyrediyorum. Derin bir nefes alıp sakız yüklü havayı içime çekiyorum. Bir yerlerden, kısa süre sonra açılacak av mevsiminde katledilecek kekliklerin sesi geliyor. Ormanda da ağustos böcekleri azaldı. Yavrular toprağın altına indi. Gelecek haziranda yeryüzüne çıkacaklar ve şarkı söyleyerek eş çağıracaklar. Haziranın geldiğini nasıl anlıyorlar? En büyük aşklar sevgililerin kavuşmadığı aşklardır çünkü onlar hiç bitmez. Genç ölen insanlar gibi taze kalır.