Neil Ansell 30 yaşında, “bütün köprüleri yakıp” Galler ülkesinin en ücra köşelerinden birinde, elektriği, gazı, akarsuyu, telefonu olmayan küçük taş bir evde beş yıl yaşadı.
Etrafı koruluklar, ağaçlıklarla çevriliydi ve evinden fazla uzakta olmayan bir yerde bir dere akıyordu. Kimseye rastlamadan herhangi bir yöne doğru otuz-otuz beş kilometre yürüyebileceği kadar ıssızdı Penlan. Haftalarca bir insanla karşılaşmadığı olurdu.
Suyunu kuyudan çekiyor, gecelerini mumla aydınlatıyor, ocağı yakarak ısınıyordu. Olduğunca az alışveriş yapıyordu. Markete gitmesi gerektiğinde kilometrelerce yürüyerek asfalta varıyor, otostop yapıyor, aynı şekilde geri dönüyordu. Gıdasını daha çok bahçesinden, meyve ağaçlarından, mantarlardan, böğürtlenlerden elde ediyordu. Bir aylık çöpü bir süpermarket torbası dolduruyordu.
Gündüzleri vaktinin çoğunu zengin yaban hayatını, mevsimlerle gelip giden, yavrulayan ve yavrularını büyüten kuşları izleyerek geçiriyordu.
Bulutsuz gecelerde gökyüzünde yıldızlar inanılmaz derecede parlak ve yakındı.
Bir gün yarışan iki şahin gördü. Bir süre sonra arkadan gelen ters uçmaya başladı, önde uçanın altına geldi, altlı üstlü pençe tutarak uçtular.
Kuşları izlemekten hoşlanırız
Kuşları izlemekten hoşlanırız çünkü güzeldirler, diye yazdı Deep Country/ Derin Kırsal (Türkçesi yok) adlı kitabında. Ama hepsi bu değil. “Onları, ayrıca, bize kendimiz hakkında anlattıkları, vahşi ve özgür olmanın ne anlama geldiğini gösterdikleri için izleriz.”
Başlangıçta acaba sıkılır mıyım diye endişeliydi. Ama çok geçmeden yapmak istediklerinin tamamını yapmaya vakit bulamadığını keşfedecekti.
Canı sıkılamazdı. “Yalnızlık insanın hür iradesi ile seçmediği bir tek başınalığın sonucudur. Kucaklanan tek başınalık yalnızlığın tersidir.”
Zaman zaman “Neden bir köpek edinmiyorsun, yoldaşın olur” diye soran arkadaşları neyin peşinde olduğunu anlamaktan uzaktı. O, yoldaş aramıyordu. Yoldaşsız yaşanan hayatın anlamını arıyordu.
“Geriye ne kalır, soyup attıktan sonra, kim olduğunuzu anlamanıza yardımcı olduğunu sandığınız şeyleri?”
Geriye ne kalır?
Arkadaşlarınızı, ailenizi, toplumdaki yerinizi, mesleğinizi, sosyal ve kültürel statünüzü, özetle, toplum coğrafyasında yerinizi belirleyen her şeyi attığınızda, geriye ne kalır?
Bu soruyu Penlan’a gelmeden öce sorsaydınız Ansell’e, “Gerçek benliğiniz” diye cevap verecekti.
Doğru cevabın bu olmadığını yılların geçişiyle öğrendi. Bir başınalığı uzadıkça dikkati içe değil dışa yöneldi. İçine baktığı zaman gördü ki bulunabilecek gerçek, sabit bir benlik yoktur. Ne vardır onun yerinde?
Zamanla, gittikçe daha güçlü bir biçimde, çevresinde kanat çırpan kuşlardan farklı olmadığını hissetti. Onlarla arasındaki sınır sanki ortadan kalkmıştı. Egosu, Penlan’ı zaman zaman saran sise karışıp yok olmuştu. “Bu tepelere kendimi bulmaya geldim ama bulmak yerine kaybettim. Ve bu ölçülemez derecede daha iyi oldu.”
Gittikçe münzevileşerek ve garipleşerek hayatının geriye kalan kısmını Gal tepelerinde geçirebilirdi. Ama, daha çok kadınlarda görülen bir şey onu kalabalıklara geri döndürdü. Aşerer gibi şiddetli bir istekle çocuk sahibi olmak istedi. Bir kadınla tanıştı, evlendi, iki kız sahibi oldu.
Hâlâ ve zaman zaman tek başına Penlan’a geri dönüyor. Kendini daha iyi öğrenmek değil unutmak için.
Ansell YouTube’da: http://www.youtube.com/watch?v=mURg1DjO8p8