Almanya’nın da çılgın bir projesi var: Elektriğinin neredeyse dörtte birini elde ettiği nükleer enerjiden tamamen vazgeçmek.
Almanya Şansölyesi Angela Merkel, Japonya’da meydana gelen nükleer felakete Alman halkının gösterdiği şiddetli tepkiye ayak uydurarak ülkede faaliyet gösteren 17 nükleer santralı kapatacak. Hem de on yıl içinde.
Kaybolan üretimin yerini doldurmak için yeni gaz santralları kurulacak, yenilenebilir kaynaklardan daha çok yararlanılacak.
Merkel bu radikal kararı alırken sadece kamuoyundan yükselen protesto seslerine kulak vermedi. Önce uzmanları dinledi. Onlar “Bu iş yapılabilir” dedikten sonra nükleer santralların ipini çekti.
Avrupa Yatırım Bankası, geçen gün yaptığı bir açıklamada, Almanya’ya on yıl içinde 90 milyar euro’ya mal olacak programının “uygulanabilir” olduğunu söyledi. Avrupa Birliği’nin yatırım kolu olan banka, programın yüzde on beşini finanse etmeye hazır. Gerisini özel bankalar ve girişimciler kolaylıkla karşılayabilecek.
Alaturka olmanın rahatlığı
Almanya’nın “çılgın” projesi ile Erdoğan’ın seçimden önce açıkladığı “çılgın” projeler arasındaki fark burada yatıyor.
Erdoğan’ın projeleri hayal mahsulüdür. Herhangi bir fizibilite hesabına dayanmamaktadır.
Eğer sırtını duvara dayayıp önüne bir idam mangası yerleştirmezseniz, bu projelerin “uygulanabilir” olduğunu söyleyecek bir bankacı da bulamazsınız.
Türkiye 1960’tan sonra planlı kalkınma dönemine girmişti. Bu sürecin bir parçası olarak kamu yatırımları için fizibilite raporu hazırlayacak kurumlar kurulmuştu.
Uzun sürmedi. Hükümet krizleri ve darbeler arasında geçen on yıllarda fizibilite raporlarının yerini Amerikalıların “gut feeling” bizim “içimden bir ses bunun iyi olduğunu söylüyor” şeklinde kararlar aldı.
Örneğin, Kıbrıs’a boru içinde su götürmek için yüz milyonlarca dolar harcamaya karar verilir ama “Denizden su arıtma yöntemi daha ucuz olabilir mi?” diye sormak akıllardan geçmez.
Bürokraside böyle akıllar da pek kalmadı zaten. Alaturka olmak analitik ve rasyonel olmaktan daha rahat.
Hükümet paranın harcandığı yerdir. Nereye ne kadar para harcanacağını tercihler belirler. Peki tercihleri ne belirler? Bu sorunun cevabı ülkeden ülkeye değişir ve çok karmaşıktır ve çok önemlidir.
Kalkınma ve ilerleme...
Bizde, öyle anlaşılıyor ki, tercihleri belirleyen başbakandır. O da hayalindeki Türkiye modeline göre düğmeye basıp duruyor.
Fizibilite çalışması yapmak, en basit anlatımıyla, bir projeden kâr mı zarar mı doğacağını, rasyonel kurallara göre ortaya çıkarmak demektir.
Bu çalışma iki önemli unsuru ortaya çıkarır: maliyet, elde edilecek değer.
Başbakan’ın “çılgın” projeleri kulağa hoş geliyor. Halkı ve medya meddahlarını eğlendirme bakımından en iyi televizyon dizileri kadar sürükleyici. Ama ne maliyetleri belli, ne de yaratacakları değer.
Teşekkürler. Hızla kalkınıyoruz. Bu arada, biraz da ilerleyebilir miyiz lütfen?