AKP 2002'de iktidara geldiğinde ekonominin normalleşmesi için gerekli mesainin çoğu harcanmış, ilk olumlu sonuçlar alınmaya başlanmıştı. Başlangıçta AKP'nin niyeti IMF'yi terk edip kendi bildiği yolda yürümekti. Ama enflasyon düşmeye, büyüme ivme kazanmaya başlayınca çark etti. Bu zikzak AKP'nin sandalı sallamadan yola devam ettirmesindeki basiretin değerini azaltmaz.Zengin ekonomilerde, özellikle ABD'de faizlerin düşük olması, kalkınmakta olan ülkelerin hisse senetlerine ve hazine kâğıtlarına büyük miktarda dış talep yarattı. Bu, AKP'ye Tanrı'nın büyük bir lütfuydu. AKP'nin ekonomide başarılı olmasının ardında iki önemli faktör var: Hükümetin, ilk aylarındaki efelenmeyi terk edip IMF'nin rotasında yola devam etmeye karar vermesi; uluslararası rüzgârların Türkiye gibi kalkınmakta olan ülkelerin yelkenlerini doldurması. Tamamen AKP'nin başarısı olan Avrupa Birliği'ne katılma vizesi olumlu havaya büyük katkıda bulundu.Son gelişmeler hükümetin şımarmış olabileceğini gösteriyor. Anlaşılan ekonomideki normalleşme, hükümette bir olağanüstü kerametin sahibi olduğu inancını yarattı. IMF'nin rolü, uluslararası para hareketlerinin rüzgârı küçümsenir oldu. IMF programından son günlerde yapılan sapmalar seçimlerin yaklaşıyor olmasının oy kazandırıcı cinlikleri akıllara getirir olduğunu gösteriyor.Merkez Bankası fiyaskosu hükümetin bazı temel konseptleri anlamaktan uzak olduğunu gösteriyor. Hükümet, siyasi etkilerden uzak, otonom, şeffaf bir Merkez Bankası'nın istikrar ve uluslararası kredibilite için ne kadar önemli olduğunu kavramış değil. Enflasyon düşerken, süratle büyümenin, iyi çalışan ve güvenilen bir Merkez Bankası'nın lütfu olduğundan da haberi yok gibi. Öyle sanıyor ki Merkez Bankası, Hazine veya Maliye Bakanlığı'nın (kavgayı hangisinin bakanı kazanırsa) bir dairesi olarak da işleri götürebilir. Böyle bir Merkez Bankası'nın fiyat istikrarını koruyamayacağını, piyasa aktörlerinin güvenini yitireceğini, faizleri yükselme eğilimine sokacağını idrak etmiyor. Keramet sahibi AKP Gerçek şu ki hükümet IMF'nin yerleştirmeye çalıştığı disipline ve kurumlara hiçbir zaman gönülden inanmadı. Bağımsız kurumlar, ilgili oldukları bakanlıkların birer dairesi haline getirildi veya getirilme süreci içinde. Merkez Bankası operasyonu bu eğilimin son halkalarından biriydi. Harcama disiplini getirsin diye kurulan sistemler çalıştırılmadı. İhale yasası tekrar ve tekrar değiştirilerek laçka edildi. Özetle, alafranga bir perde arkasında işler olabildiğince alaturkalaşıyordu. Birkaç gün önce bir analist soruyordu: Türkiye "çabuk büyüyen-çabuk batan" ülke kategorisine geri dönmenin eşiğinde midir? Yani, gene 2001 benzeri bir krize doğru mu kayıyoruz?Daha bir ay önce reyting yükseltilmesi bekleyen bir ülke için acı bir durum. mmunir@milliyet.com.tr IMF'ye inanmadılar